Suriye’de yaşanan değişim ardından suların durulması, oldukça uzun zaman alacak. Mevcut durumda, elinde silah olan üç güç var. Türkiye'nin destek verdiği Şeriatçı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), ABD’nin desteklediği, ağırlığı, Suriye’li eski Sünni ordu mensuplarından oluşan Suriye Milli Ordusu (SMO) ve yine ABD’nin desteklediği Kürt ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri (SDG)
Bu günlerde sahadaki tüm paydaşların ağızlardaki sözlerin tamamı “Suriye’de birlik” üzerine. Diğer yandan, en azından Sünni temelli olduğu kabul edilen, HTŞ ve SMO bile anlaşmamış iken, amaçlanan birliğin sağlanması olasılığının yakın olmadığı düşünülebilir.
Geçiş skalası olarak bakıldığında, bir uçta HTŞ, ortada SMO ve diğer uçta SGD. Merkezde birlik sağlanacaksa bunun adresinin HTŞ değil, SMO olması ve SGD ile pazarlık yapması akla en uygun olanıdır. Esad’ın düşürülme görevinin HTŞ’ye verilmesinin nedeni, İsrail’in Suriye sınırında sürdürdüğü operasyona rahat alan açmak olabilir. Değişimin hemen ardından İsrail’in, HTŞ’ye kalan Suriye ordusunun tüm ağır silahlarını, hava ve deniz kuvvetlerini yok etmesi, hakimiyet ve birlik sağlamasını engellemeye yönelik olduğu açıktır.
Saha bu halde iken, 25 Ocak’taki Trump yönetiminden sonra kurulması beklenen masa öncesi; Erdoğan ve Bahçeli’nin genel geçer açıklamaları, İsrail’in ilerlemesi karşısında en son tepki veren bölge ülkesinin Türkiye olması (ve oldukça düşük sesli bir tepki) devletin de pozisyon almakta zorlandığını, fikir birliği oluşmadığı, yönetimde iki başlılığın sürdüğü gösteriyor. Anlaşılan SDG ve omurgasını oluşturan Kürtlere karşı alınacak tutum tartışılmaya devam ediyor.
Dikkat çekici olan, Bahçeli’nin, Suriye’deki değişime rağmen, Kürtlerle işbirliği konusunda kararlı olmasıdır. Bahçeli’nin geçmişte izlediği yolu bilenler, kritik siyasi manevralarının, her zaman, ABD ve/veya NATO ile uyumlu olduğu kabul edecektir. Ufukta, Erdoğan için, kabul edilmesi zorunlu bir Türk-Kürt işbirliğinin olduğunu ya da Rusya’nın ardından, ABD’nin desteğini de kaybetmeyi göze aldığını söyleyebiliriz.
Bu olası iş birliğinin, stratejik etkinlik açısından, Türkiye için beklenenden daha olumlu fırsatlar yaratacağı da unutulmamalıdır. Hem Suriye’de etkili olma hem de yurt içinde barışın sağlanması açısından Türkiye’nin, Öcalan kartı ile Kürtlerle anlaşması, bölge için de önemlidir. Ekonomik ve sosyal açıdan Türk-Kürt iş birliği düşünüldüğünden çok daha kolay ve verimli olacaktır.
Türkiye’nin liderliğine oynadığı Sünni İslâm’ın İsrail ile olan savaşı kaybettiği açıktır. İsrail’in yakında Şii İslâm’la olan hesaplaşmasını da planladığı düşünüldüğünde, din kökenli dış politikadan, seküler temelli dış politikaya dönmesinde Kürt vatandaşlar ve Suriye Kürtleri ile iş birliği, tekrar Batı kampına dönüş biletinin de daha kolay alınmasını sağlayacaktır.
Bunun bilek güreşi olarak görünmemesini sağlamak iki tarafın da temel görevidir. İstenen Anadolu’daki kadim iki halkın, bölgede barışın ve huzurun sağlanması için iş birliği yapmasıdır. Dünyada yaşanan hızlı değişime tek başına yakalanmak, bölge dışı güçlerin oyuncağı olmak, Irak ve Suriye’nin akıbetine uğramak iki taraf için felaket olacak sonuçlar yaratabilir.
Devlet, kin üzerine politika inşa edemez. Görevi vatandaşlarının ve varlığının geleceğini güven altına almaktır. Asılması için ortalığa iplerin atıldığı vatandaş Öcalan’ın varlığı, tıpkı ilk çözüm sürecinde olduğu gibi, şimdi de anlaşmanın sağlanmasında bir köprü olacaktır.
Bir asır sonra Orta Doğu haritalarının yeniden çizildiği bir dönemde, tarihin ve reel politiğin verdiği görevden kaçınmak uzun yıllar boyunca ağır bedeller ödenmesine neden olacaktır.