Türkiye'de seçim sürecine büyük bir ekonomik kriz ile girildi. Deprem öncesi yaşanan ekonomik kriz depremle birlikte tavan yaptı. Türkiye bu krizle birlikte tarihinin en önemli seçimine gidiyor. Hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı ekonomik krizi seçim propagandasının merkezine koydu. 

21 yıldır Türkiye'yi yöneten ve son yıllarda ekonomi politikası iyice çöken AKP-MHP ittifakı ile krize yenilikçi çözümler getirdiğini belirten CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı var. Bu iki ittifakın seçim sürecinde seçmene anlatmaya çalışacakları ekonomi politika ne kadar gerçekçi?

İktisatçı Prof. Dr. Sinan Alçın ile dokuz8HABER Genel Yayın Koordinatörü Mustafa Kara değerlendirdi. 

Kara'nın sunduğu SEÇİM 2023 GÜNDEM ÖZEL PROGRAMINDA KONUŞULANLAR ŞU ŞEKİLDE:

-  Türkiye seçim sathı mailine girdi. Temel gündem ekonomiydi; depremden sonra tüm dikkatler oraya kaldı. Ama depremin ekonomik maliyeti de epey yüksek ve ekonomiyi nasıl etkileyecek?

Engels'in dediği gibi son kertede her şey ekonomiye bağlı. Tabii o son kerteye gelinceye kadar da bizde her şey ekonomiye bağlıydı söylediğim gibi. Özellikle enflasyonun yüksek seyri geniş kesimler açısından reel gelirde ciddi bir erime. Yine gelir grupları arasında da gelir eşitsizliği anlamına gelecek sonuçlar yaratmıştı. Aynı seksenli yıllardaki gibi
bir taraftan büyüyen fakat büyüdükçe eşitsizliğin daha fazla arttığı genç kesimlerin temel tüketim mallarına ulaşmakta bile sıkıntı yaşadığı bir değersizleşme sürecinden geçiyoruz. Deprem süreciyle birlikte artık Türkiye'de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir döneme girdik. 

DEPREM SADECE YERKÜREDEKİ TABAKALARI DEĞİL ÜRETİCİ GÜÇLERİ DE HAREKET ETTİRDİ

Tabii deprem sadece çokça konuşulduğu haliyle yerküredeki tabakaları hareket ettirmiyor. Aynı zamanda yer kürenin üzerinde yaşayan üretici güçleri de hareket ettirmiş oluyor. Dolayısıyla sosyoekonomik anlamda da muazzam bir yıkım ve yeniden inşa, inşaat süreci de karşımıza çıkıyor. Özellikle bölgedeki illerden Hatay, İskenderun temelinde düşündüğümüzde ülkenin yassı çelik üretiminin yüzde 55'ini, yine yaş sebze, meyve ihracatının yüzde 20'sini gerçekleştiren bir ildi. Öte yandan işte Kahramanmaraş yine ağır biçimde etkilenen bu 11 il içerisinde yer aldı. 

DEPREM BÖLGESİNDEKİ KENTLERİN EKONOMİK ÜRETİM BİÇİMLERİ DEĞİŞEBİLİR

Özellikle göçmenlere dayalı tekstil sektörüyle biraz da Antep'in de Interlant'ında yer alması nedeniyle son yıllarda güçlenme eğilimine giren yani tekstil ve ayakkabıcılık konusunda bir ildi. Buralarda çok ciddi kayıplar var. Öte yandan stratejik anlamda da hem enerji hatları hem İskenderun Limanı'nı düşündüğümüzde gerçek anlamda kalıcı etkileri olabilecek sosyoekonomik anlamda bir yıkımdan bahsedebiliriz. Tabii bölgede öne çıkan Adana, Mersin ve Gaziantep illeri de yine eskisi gibi olmayacak. Çünkü sadece Mersin'i düşündüğümüzde bir milyon civarı göç almış durumda. Yine Mersin Limanı'nda tabiri caizse iğne atsanız yere düşmeyecek biçimde bir konteyner yığılması var. Bu tabii muazzam, yine bir kaza riskini de beraberinde getiriyor. Ciddi bir planlama ihtiyacı var. Fakat hem deprem sonrası yaşananlar hem de süregelen haftalarda ortaya çıkan tablo bize şunu gösterdi ki konut yeniden inşası dışında buradaki ekonomik ve sosyal yaşamın yeniden inşasına ilişkin çok güçlü bir plan program ve uygulama şimdilik görünür değil. Bölgede konut konusunda bazı müteahhit gruplarının el ovuşturduğunu, binlerce yeni konut yapılacağını, bunun da seçim ekonomisini olumlu etkileyeceğini söyleyenler var. Hatta bazı siyasi yorumlar da var. Bir takım 5'li çetelerin falan harekete geçtiğini, çok büyük bir rant olduğunu belirtiyorlar. Daha artçı sarsıntılar varken iktidar çok acele ediyor. Bir takım alanların TOKİ tarafından kazınması gibi.

-  Sen nasıl öngörüyorsun? Yani zihniyette bir değişiklik var mı? Biz buradan daha yenilenerek çıkabilecek miyiz? Yoksa yine rant mı belirleyici olacak? 

Yani bu inşaat üzerinden yıkım her zaman ekonomide sermaye birikiminin de bir aracı olmuştur. Olagelmiştir. Mesela bunun en iyi örneği savaşlardır aslında. Savaş dönemleri ciddi anlamda sermaye birikimi olur. Örneğin Cumhuriyet'in kuruluşunda da yine Kurtuluş Savaşı döneminde ciddi bir sermaye birikimi ortaya çıkmıştır. Çünkü bu hem işte yeniden inşa için inşanın ortaya çıkarmış olduğu bir harcama ve üretim süreci öte yandan da eldeki kaynakların bir araya getirilmesi. Şimdi bu depremde de yaşıyoruz. Ya bir taraftan eldeki kaynaklar bir araya getiriliyor. Yani yardımlaşma bu bir sermaye birikimi oluşturuyor bir yönüyle. 

Diğer taraftan da tabii o yıkımın yeniden yapılması ihtiyacı. Doğal olarak bir ekonomik alan yaratıyor. Bu noktada tabii iki tane şeyin altını çizmek lazım. Deprem sonrası 2 tartışma var. Bunlardan bir tanesi depremin yaratmış olduğu yıkımın giderilmesine yönelik genel bütçe dışında bir fon oluşturulması. Buraya dikkatli bakmak lazım. İkincisi ise çağrıya dayalı ihale sistemi ile yapılıyor. İkisi aslında birbiriyle tutarlı. Çünkü burada genel bütçe dışına çıkartılmış bir fon yaptığı. Bu tabi bir kanun ve uyguladıktan sonra da denetime tabi. 

DEPREM BÖLGESİ MÜTEAHİTLER İÇİN BİR ALAN AÇIYOR

Her ne kadar Sayıştay raporlarıyla ilgili son yıllarda tartışma olsa da netice itibariyle en azından özellikle de seçime gidilen süreci hesaba kattığımızda genel bütçeden yapılacak bütün harcamalar kalem kalem denetime tabidir. Fakat şimdi genel bütçe dışında bir fon oluşturduğumuzda bunun kontrolü bu kadar mümkün değil. Dolayısıyla burada böyle bir
problem var açıkçası. Öte yandan da çağrı usulü ihale yapılıyor olması da tabii doğal olarak nitekim bununla ilgili de basında çıkan çeşitli haberler var. özellikle belli müteahhitlere bu illa işte beşli çete olarak ifade edilen grup olmak zorunda değil. O bölge tabi, seçilen müteahitlere ihalelere girebilecekleri bir alan da yaratmış oluyor. 

Öte yandan tabii bu ikisine ek olarak bu kadar acele neden diye bir soru sorduğumuzda da açıkçası çok tatmin edici bir yanıt alamıyoruz. Çünkü bir taraftan yer bilimciler, yine deprem mühendisleri, inşaat mühendisleri, oradaki artçı sarsıntılar nedeniyle belli bir süre temel atmanın riskli olabileceğini söylerken öte yandan şehir plancıları yeni inşaat alanlarının seçiminin dikkatli yapılması gerektiğini söylerken bu kadar bir yeniden inşa çabası çok anlaşılır değil ya da anlaşılır olsa bile anlattığı şeyler için bunu söylememiz gerekiyor. 


-  Türkiye, seçim ekonomisi yoluyla sorunların sürekli ötelendiği bir dönem yaşıyor. Bunun acısı ne zaman, nasıl çıkacak?

Evet. Yani deprem olmasaydı aslında her şey yolundaydı ya da Rusya, Ukrayna savaşı çıkmasaydı hiçbir şey olmayacaktı. Veyahut da pandemi olmasaydı ekonomimiz güçlüydü. Şimdi bütün bunlar tabii aynı şeyi anlatıyor. Netice itibariyle Türkiye ekonomisi kırılgan dişli içerisinde özellikle cari açık konusunda en kırılgan ülke. Yani dünyanın cari açık konusunda en kırılgan ülkesiyiz. Son açıklanan cari açık rakamlarıcumhuriyet tarihinin zirvesi. Dokuz milyar doları aşkın aylık bazda bir cari açık karşımıza çıktı. Bu yıllık olarak elli milyar doları aşıyor. Ve tabii kötü bir görüntü. Özellikle bu işte aylık fazla cari ödemeler bilançosu dengesine baktığımızda buradaki cari açığın net hata noksanla da kapatılamadığını görüyoruz. Yani bir süredir alışa geldiğimiz üzere açık var ama bunu işte Körfez Sermayesi veya benzeri sermayeyle bir şekilde kapatıyoruz. Bu özellikle seçime gidilen süreçte işte kurun belli bir düzeyde sabit tutulduğu aşamada rezerv yakarak ancak yani güçlü biçimde nitekim bunu Merkez Bankası'nın geçtiğimiz perşembe günü yayınlanan istatistiklerinde de gördük. Ciddi anlamda bir rezerv verilmesiyle gidiyoruz. Bu tabii Türkiye ekonomisinin özellikle seçim sonrasında hangi ittifak veya koalisyon, gelecek olursa olsun iktidara güçlü bir yeniden yapılanma içerisine girilmesi gerektiğini de gösteriyor. Özellikle 2011 Ekim ayından itibaren uygulana gelen bu düşük politika faizine dayalı finansal istikrar sağlanıp bunun üzerinden büyümenin, büyümeye bağlı olarak da istihdamın sağlanacağı ve enflasyonun böyle düşürüleceği ve cari fazla verileceği varsayımlarına çoklu varsayıma dayalı aktarım mekanizmasının çalışmadığını gördük. 

CARİ AÇIK CUMHURİYET TARİHİNİN REKORUNU KIRDI

Nitekim geldiğimiz aşamada gösterge olarak konulan işte biz bunları bunları yapacağız. Bu acı reçeteyi uygulayacağız ama cari fazla vereceğiz. Ve döviz bağımlılığımızı kalıcı olarak çözeceğiz de geldiğimiz yer bir buçuk yıl olmadan cumhuriyet tarihinin rekor cari açığı. Ve bu bizim en kırılgan yerimiz zaten. Yani bu 2021 ekiminden önce de Türkiye'nin en kırılgan olduğu yer cari açık. Bu problemimiz baki öte yandan tabii enflasyon kendiliğinden geçecek veyahut da baz etkisiyle tamamen ortadan kalkabilecek bir durum değil, enflasyonun ortadan kaldırılabilmesi için enflasyonla mücadele etmek gerekiyor öncelikle. Şu anda enflasyonla mücadele programımız yok. birkaç tane enflasyonun sonuçlarıyla mücadele etmeye dönük uygulama yapıldı. 

ÖNCELİKLE ENFLASYONLA MÜCADELE EDİLMESİ GEREKİYOR

İşte çeşitli fiyat kontrolleri ilelebet süremiyor. Öte yandan fiyat kontrolleri aslında tüketim eğilimini de artıran bir etkiye sahip. Nitekim yine bugün açıklanan perakende Istatistiklerine baktığımızda muazzam bir artış eğilimi görüyoruz. Bu sadece dayanıklı tüketim mallarında değil gıda ve temel tüketim mallarında da yani insanlar belki altın alamıyor. Otomobil alamıyor. Arsa alamıyor. Ama pirinç bulgur şeker alıp bir şekilde stoklamaya çalışıyor. Çünkü biliyor ki bir hafta sonra gittiğinde o fiyatı bulamayacak. Bu tabii korkunç bir durum yaratıyor. Yani bir taraftan sıcak para el yakar denilen tabir var. Bu bu tip dönemlerde çok geçerli. Elinizde canlı para tutmak sebebi maliyet yüklüyor. Çünkü sürekli o parayla satın alabileceğiniz şeyler azalıyor. Muazzam bir erime. bu tabii insanların ruh halinde de çok olumsuz bir etki yaratıyor. Güvensizlik hissi veren bir durum. Öte yandan yine büyüme rakamları geçtiğimiz hafta karşıladık. Orada da özellikle son üç çeyrekte güçlü biçimde çalışanlar aleyhine milli gelirden çalışanların aldığı payın azaldığını görüyoruz. Işte son üç yılda yüzde 36 buçuktan yüzde 25'e kadar gerilemiş durumda ve eğilim de devam ediyor. Yani muhtemelen yeni açıklanacak büyümede de çalışanların milli gelirden aldığı pay azalacak. Bu zaten iki sonuç. Yani reel gelirin düşmesi, geniş kesimler açısından yoksullaşma ve gelir grupları arasında gelir eşitsizliğinin artması enflasyonun bilinen, beklenen sonuçları. Bu nedenle de enflasyonla güçlü biçimde mücadele etmek gerekiyor. Güçlüyü geçtik. Öncelikle tabii mücadele edilmesi gerekiyor. Seçim sonrasında hangi hükümet gelirse gelsin bu da önemli bir başlık olacak. Tabii seçim döneminin getirmiş olduğu kamu harcamalarında artış eğilimi var. Bu kamu harcamaları nereden artıyor diye baktığımızda işte bir taraftan vergi geliri var devletin. Bu vergi gelirlerinde de tabii hep siz harcamaları kaydırdığınızda yani altyapı veya uzun erimli alanlara etki yaratacak alanlara harcama yapmak yerine işte seçim harcamaları ve benzeri alanlara parayı kaydırdığımızda orta ve uzun vadede büyüme potansiyelini düşürüyorsunuz. Öte yandan finansman kısmına geldiğimizde de vergi dışı finansmanda da iç borçlanma kaynaklarına hazinenin yöneldiğini görüyoruz. Bu doğrudan bizatihi piyasada faizleri arttıran sebeptir. Çünkü hazine her borçlanmasında daha yüksek faizle borçlanır. Hani faizi kim artırdı diye baktığımızda aslında ülkede ülke ekonomisine, ülke ekonomilerinde faizi arttırmasında birinci derecede sorumlu olan hazinenin kendisidir. Çünkü hazinenin borçlanma gereği arttıkça faiz de artar. Öte yandan da emisyon. Yani Merkez Bankası'nın para bastığı durum. Bu da bizde artık neredeyse yıllık olması gereken emisyonu biz aylık vadelerle görüyoruz. Bu da tabii muazzam bir değersizleşme çünkü üretilen mal, hizmet miktarı aynıyken daha fazla parayı bastığınızda sadece o aynı mal ve hizmetin üzerine o para fiyat olarak yapışıyor. Yani mevcut mallar fiyatları artırıyor sadece. Başka bir şey olmuyor. Biraz bu da böyle bir etki yaratıyor.


-  Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı, kısmen programlar açıkladılar. CHP’in vizyon belgesi de epey detay içeriyordu. Sen özellikle CHP’nin ve Millet İttifakı’nın ne yapacağını öngörüyorsun? Bir yandan ekonomi Ali Babacan’a emanet önkabülü var. Daron Acemoğlu tartışılmıştı epey. 

SEÇİMDEN SONRA SEÇİLECEK OLANIN ÖNÜNDE BİR ENKAZ OLACAK

Ya önünde bir enkaz var. Yani ekonomik anlamda bunu söylemek yanlış olmaz. Bunun toparlanabilmesi için gerçekten güçlü bir planlamaya ihtiyaç var. Şimdi mevcut durumda bizim işte orta vadeli programlara baktığımızda daha çok hükümetlerin aslında yıllık programlarının bir gerekçesi gibi bunlar hazırlanıyor. Yani bir anlamda atı arabanın arkasına bağlamış oluyoruz. Bunun yerine gerçek anlamda kaynakların nerelere, ne şekilde tahsis edileceği, nasıl birbirini, sektörlerini etkileyeceği, yine insan kaynağının nasıl  geliştirileceği Türkiye'de 15-25 yaş arasında 13 milyon insan yaşıyor.
Dolayısıyla bu birçok Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla genç nüfus demek. Bu bir yönüyle potansiyel bir yönüyle de tehdit. Eğer doğru yönetemezseniz. Yani doğru istihdam alanları açamazsanız veyahut da işte yeteneklerini, o gençlerin sergileyeceği ekonomiyi dönüştüremezseniz muazzam bir işsizlik ve umutsuzluk ortaya çıkar. Nitekim şu an Türkiye'deki tabloda öyle. İşini kaybedenlerin yeniden işe girme umudunu hızla yitirdiğini görüyoruz. Gençlerde ne işte ne de eğitimde olanların oranı giderek azalıyor bunlar ciddi problemler. Öte yandan cinsiyet eşitsizliği bu kısımda da yani işsizlik ve istihdam boyutunda da ciddi anlamda görünür oluyor. 

ÖNEMLİ BİR PLANLAMA OLMAZSA BÜYÜK SORUNLAR BİZİ BEKLİYOR

İş gücüne katılım Batı Avrupa ülkelerinde kadınlarda yüzde 85'lere kadar ulaşırken Türkiye'de bu oran sadece yüzde 35. Yani her üç kadından ikisi eve kapatılmış durumda bir anlamda daha açık ifadeyle.  Dolayısıyla burada bir taraftan görüntüde, manşetteki makro ekonomik veriler başta enflasyon olmak üzere, istihdamın kalitesi bu da özellikle yani sadece işsizlik değil çalışanların nasıl işlerde çalıştığı hem sosyal hem ekonomik olarak nasıl haklar edindiği mevcut enflasyon ortamında gelirlerinin ne kadar korunabildiği buna ilişkin sorular. Öte yandan da ülke kaynaklarının tabii kullanılması şimdi mesela geçen haftaki bir düzenlemeyi anımsayalım. Özellikle deprem bölgesindeki tarımsal üretimin akamete uğraması sebebiyle bazı temel besin kaynaklarında da ciddi fiyat artışları oldu. Domates bunlardan biriydi ve ihracat yasağı getirildi. Bu sefer domates fiyatı işte pazarda 15-16 liralara kadar düştü. Fakat zaten üretici bunu o fiyatlara mal edemiyor. Böyle bir tabloyla da karşı karşıyayız. İki gün sonra kaldırıldı bu yasak. Yani bu tip palyatif önlemlerle geçiştirilebilecek bir şey değil tarım ve hayvancılık. Bu konuda Türkiye çok geri düşmüş durumda. Özellikle son otuz yılda uygulanan politikalar son yirmi yılda tabii ki ağırlıklı ama hani daha da geniş bir perspektife bakabiliriz. Burada kesinlikle önemli bir planlama gerekiyor. Çünkü Türkiye Avrupa'nın kuraklık konusunda en şanssız bölgesi. Yani önümüzdeki süreç bu konuda bizim açımızdan ülke ekonomisi açısından daha iyi bir dönem olmayacak.

MİLLET İTTİFAKI ÇOK GENİŞ KESİMLERE ULAŞIYOR, SEÇİMDEN SONRA DA ASGARİ MÜŞTEREKLER DEVAM ETMELİ

Tüm bunları yani hem gençlerin istihdama yeni olanakları, eğitim olanakları, sanayinin kendi içindeki sektörler arasındaki iş birliği gerçek anlamda daha yüksek katma değerli üretim konusunda Millet İttifakı'nın yine Cumhuriyet Halk Partisi'nin metinlerinde çeşitli atıflar görüyoruz. Bu özellikle tabii ittifak bir anlamda asgari müşterekler üzerinde bir uzlaşı getirdiği için bu metinlerin alt kırılımlarında yeteri kadar detay olmadığını da görüyoruz çünkü bunların bir kısmı muhtemelen genel düzeyinde bırakılmış çalışmalar. Bunlar tabii daha sonraki dönemde ilerlemesi lazım. Fakat problem tespiti konusunda özellikle tabii problemler ortak. Anlaşılır. Herkes tarafından da kabul edilen problemler. Bunların çözümüne dönük olarak da neler yapılacağına yönelik olarak neler yapılacağı çok önemli. Bu noktada tabii seçim temsili demokrasilerde önemli bir araç. Fakat sadece seçimle bırakmayıp seçim sonrasında da demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının
takipçi olması lazım. Yani oy verdikleri iktidar olacak. İttifak hangisiyse onu da takip etmesi lazım. Bu noktada da işte Millet İttifakı'nın özellikle temsil ettiği alanlara baktığımızda  Türkiye ekonomisinde geniş bir kesime de ulaştığını görüyoruz. Bu sadece o masa olarak tanımlanan altı siyasi partiden ibaret değil tabii ki o altı siyasi partinin bir şekilde belirlemiş olduğu ya da işte ortaklaştığı ilkelerin çok daha geniş kesimler tarafından da kabul gördüğü ve desteklendiği bir konjonktürdeyiz. Bunun seçim sonrasında da o partiye bırakalım. Bu parti bunun sorumlusu olsun gibi. Yani böyle bir ibare getirmeden bir bakanlık şeyi dağıtır pozisyona girmeden bu alanda da nasıl ki demokraside bir asgari müşterekle buluşulabiliyorsa ekonomi yönetimi konusunda da asgari müşterek olmalı. Bu asgari müşterek nedir dediğimizde işte şu anda olan neyse bir anlamda onun tersi. 


Yani kaynakların belli bir grupta sermaye birikiminin sağlanacağı biçimde değil açık, şeffaf biçimde dağıtılması, yine mali disiplinin çok net biçimde işletilmesi böyle onlarca, yüzlerce makam araçlarıyla değil gerçekten halka hesap verebilir biçimde buralarda tasarruf edilmesi ve kaynakların da en geri kalmış yerlerden başlayarak sektörlerden ve bölgelerden ve yurttaşlardan başlayarak topyekun bir kalkınma için seferber edilmesi gerekiyor. Bu olmadığı durumda yani yönetenler değişse bile yöntemler çok fazla değişmemiş olur. 

TÜRKİYE'NİN ELİNDE BİR TEK YENİ KUŞAKLAR KALDI

-  İzmir İktisat Kongresi kararlarının da 100. Yılı. Türkiye seçim sonucu ne olursa olsun yeni bir dönemeçte gibi görünüyor. Sen 2023’ü ve sonrasını ekonomik açıdan nasıl görüyorsun?

Koşullar, doğallaştığında, normalleştiğinde. Yani genç Türkiye ekonomisi açısından söyleyebileceğimiz temel unsur bu şu an. Mesela doğal kaynaklar diyemiyoruz. Seksenlerde bunu söylüyorduk. Işte tarım diyemiyoruz. Bunu söyleyebiliyorduk. Hayvancılık diyemiyoruz artık. Bunları söyleyebiliyorduk. Fakat şu an elimizde kalan bir anlamda ne var diye baktığımızda yeni kuşak. Yani oldukça büyük bir nüfus. Yeni kuşağımız var ve bu kuşakların tabii gelecek tahayyülü farklı. Yetenekleri farklı. Özellikle işte yazılım başta olmak üzere daha teknoloji içkin sektörlerde çalışma eğilimleri de kuvvetli. Dolayısıyla bütün eğitim sisteminin, sanayi politikalarının bu şekilde dönüşmesi lazım. Öte yandan Türkiye doksanların başından itibaren Çin tipi büyüme patikasına girerek kendi doğasını, ırmaklarını, havasını büyük ölçüde darbelemiş durumda. Dolayısıyla üretimde, sanayide kirli sanayi yerine daha temiz sanayiye katma değer ve düşük ucuz iş gücüne dayalı üretim yerine daha nitelikli üretime doğru bir yöneliş gerekiyor. Bu zaten özellikle ticari anlamda da bağlı olduğumuz Avrupa ekonomik alanı açısından da biliyorsunuz karbon ayak izinin azaltılması, yeşil mutabakat gibi gibi gereklilikler de var. Dolayısıyla bizde de böylesi bir dönüşüme vesile olmasını dileriz seçimin.