En çok da senin Öğretmenler Günü’n kutlu olsun öğretmenim…
Haber: ELİF NUR GÜMÜŞ
TRABZON - Nagehan Özdemir, 38 yaşında… 15 yıl önce öğretmenliğe başladığı ilk sene bir trafik kazası geçirdi ve geçirdiği kaza yürüme yetisini ve mesleğinden 15 yıl aldı. Çok severek ve inanarak adım attığı bu kutsal meslekte yaşadığı hiçbir şey onu ait olduğu yerden, okulundan ve öğrencilerinden ayıramadı… Mücadele etti, savaştı, güçlü olmak zorundaydı ve güçlü kaldı. Yıllar sonra yeniden öğretmenlik mesleğine Trabzon Pelitli Şehit Kadir Tuncer İlkokulu’nda geçen yıl görevine başladı. Nagehan öğretmenle bir röportaj gerçekleştirdik ve hayatını adadığı öğretmenlik mesleğine dair konuştuk.
Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Nagehan Özdemir: Ait olduğum yerde olmak beni daha iyi hissettiriyor. Öğrencileri seviyorum güzel bir denge kurduk. Hem disiplin hem sevgi ikisini bir arada götürüyoruz. Bu bize düzende sağlıyor. İşimi daha rahat yapma fırsatı veriyor bana. Ben mesleğe başladığımda kaza geçirdim. Trafik kazası… Uzun yıllar ameliyatla geçti, uzun bir tedavi süreciyle… Meslekten resmi anlamda uzun bir süre ayrı kaldım ama bu süre zarfı içinde yanımda muhakkak bir öğrenci oldu. Öğrencilerle bağımı hiç koparmadım ama tabii örgün bir eğitime karışmadım o süre zarfında, tekrar toparlandıktan sonra şunu da bekledim: sınıf ortamında ders anlatmakla bireysel bir öğrenciye ders anlatmak çok farklı, sınıf hakimiyeti olması lazım. Sınıf hakimiyeti de önemli. Her çocukla ilgilenebilmek önemli. Özel derslerime başladım ama sonra ben mesleğe tam olarak döneyim artık, okula geleyim tekrar sınava gireyim istedim. Atandım. Geçen yıl bu okulda resmi olarak başladım, 1 yıldır buradayım. Kazadan sonra yaklaşık 15 yıl meslekten ayrı kaldım. Bu süre zarfında öğrencilerle ve eğitimle bağımı hiç koparmadım. Hani tiyatro’da bir kavram vardır ya ‘sahne tozu yutmak…’ bizde de bu var aslında. Ne olursa olsun oraya dönüyorsunuz, ona dönmeyi istiyorsunuz, ait olduğunuz yer orası. Ait olduğum yere dönmek içinde ciddi anlamda bir emek harcadım. Sadece fiziksel anlamda değil her anlamda. Ruhsal olarak da emek ediyorsunuz sonuçta, çünkü toparlanmanız gerekiyor. Yeni oluşan bir düzen var, yeni bir hayat tarzınız var ona adapte olup yanında da çocuklara faydalı olmanız gerekiyor. Dönerken endişelerim vardı, ‘acaba tam anlamıyla işimi yapabilecek miyim, eksik bir şey kalacak mı’ endişeleri… İlk başta her gece kendimi sorguluyordum. Eksik bir şey yaptım mı, her çocuğa ulaşabildim mi, her çocuğuma dokunabildim mi, her çocuğumun ihtiyacı olduğu şekilde ona yaklaşabildim mi… Tabi zamanla onu görüyorsun, ‘evet bunu yapabilirim’ diyorsun… Şimdi içim daha rahat. Çünkü artık şunu biliyorum ‘ben her çocuğuma ulaşıyorum…’ çocukların sevgisi çok muhteşem. Sadece kendi sınıfım değil diğer sınıflardaki öğrencilerden de o kadar büyük bir sevgi alıyorum ki o sevgi çok farklı bir güç veriyor.
Meslektaşlarınızla nasıl bir iletişiminiz var? Yardıma ihtiyaç duyduğunuz anlar oluyor mu?
Nagehan Özdemir: Durumumdan ötürü hem öğrenciler hem meslektaşlarım her zaman çok yardımcı oluyorlar. Evet bu işi yapmak istiyorum ama şartlarında bana uygun olması gerekiyor. O şartlarda bana sağlandığında her şey çok daha iyi oluyor. O anlamda hiç sıkıntı yaşamadım mesleğimi iyi şekilde yapmamda çok büyük etkisi var. Evet, yardıma ihtiyacım olduğu alanlar oluyor. Sağ olsun çok iyi bir ekiple çalışıyorum. Okul yönetimimizde çok iyi o anlamda çok şanslıyım. Ben o kadar iyi bir ekibin içine düştüm ki hayattaki bütün şansımı burada kullanmış olabilirim. Burada hiçbir şeyin zorluğunu çekmedim, Hiçbir zorluğunu görmedim. İlk geldiğimde sınıf öğretmenleriyle ev düzer gibi sınıfımızı döşedik, panolarımızı düzenledik. Hakikatten herkes bana dört elle yardımcı oldu. Her şeyi çok güzel yapıyoruz personelimizde bana çok yardımcı oluyor, sağ olsunlar çayımı kahvemi bile yapıp getiriyorlar. Onlar da benim buradaki hayatımı çok kolaylaştırıyorlar. Öğrencilerle koşturamıyorum ama sahaya çıkıp bizde onlarla birlikte farklı oyunlar oynuyoruz.
Mesleğinizden 15 yıl uzak kaldınız. Bu süreç size neler hissettirdi?
Nagehan Özdemir: Kazadan sonra ilk zamanlar ben hiçbir ilkokulun önünden geçemedim. Çünkü zor bir şey… Biz durmadan yürüyeceğimize ant içmiş çocuklardık durmak bize yakışmazdı. Ait olduğunuz yeri görüyorsunuz ama orada değilsiniz. O çok dokunuyordu bana. Uzun bir yol kat ettim, kopuyorsunuz, ait olduğunuz yerden uzak kalıyorsunuz ve bu bir tercih değil mecburiyet. İlk zamanlar çok zordu… Ama orada olmam gerekiyordu. Biliyordum. Güçlü bir karakterim var onu da biliyorum, kolay pes edecek, köşesine çekilecek biri hiçbir zaman olmadım… Belli bir süreden sonra şunun da farkına vardım: Bazı durumlarda birinin öncü olması gerekiyor. Şuan taşıdığım misyonu da biliyorum. Türkiye’de çok az sayıdayız. Trabzon’da bildiğim kadarıyla tekerlekli sandalye kullanarak sınıf öretmeni olan tek benim. Daha fazla efor gerektiren bir işi yapıyorum, elimden geleni yapıyorum, evet azmettim. Şunu da biliyorum ‘yol açıyorum’. Ben döndüğümde çocuklara hiçbir şey veremezsem düştüğünde kalkmayı, pes etmemeyi mücadele etmeyi, savaşçı olmayı veririm.
Öğrencilerinizle aranızda nasıl bir bağ var? Sizin durumunuz örencilerin hayata bakış açısını değiştiriyor mu?
Nagehan Özdemir: Birkaç ay önce okulumuza evde eğitim görmüş, ilk defa örgün eğitim ortamına karışmış Adem adında bir öğrencimiz var tekerlekli sandalye kullanıyor. Adem’in beni gördüğünde ki şaşkınlığı, mutluluğu, heyecanı, o karmaşası, onun yüzünden okudum ve şuan kendini daha güvende hissediyor. Benim kendi sınıftaki sıra düzenim benim her öğrenciye ulaşabileceğim şekilde kendime göre ayarlı. Adem mesela dolaşırken ‘Bende her tarafı dolaşabilirim’ diyor. Evet Adem sende yapabilirsin diyorum. Örnek teşkil etmek çok önemli… Kar yağıp yolu kapattığında birinin önden gidip yolu açması gerekir arkadan gelenler daha rahat gider. İşte ben bunun farkındayım, yol açıcıyım bu konuda. Bu yaptığım işi kendime borçlu olduğum kadar aslında cesaret edemeyen, korkuları ve endişeleri olan insanlar için de yapıyorum. Yol açmam gerekiyor bende o yolu elimden geldiğince açmaya çalışıyorum.
Okulda öğrenciler her kapıyı rahatlıkla çalar, İdarenin de, müdürün de, öğretmenler odasının da, anlatırlar herhangi bir korkuları olmaz. Onu vermeye çalışıyoruz çünkü güven bizim işimizin temeli, güvenmek zorunda, kendini buraya ait hissetmek zorunda. Çok küçük yaş gurubuyla çalışıyoruz, benim sınıfımda 5 buçuk yaşında öğrenciler var. Çok küçükler, ilk haftalarda annelerini özlüyorlar bir ritüelimiz var, annesini özleyen ‘öğretmenin bir kez sarılabilir miyim?’ diyor sarılıyoruz eve gidene kadar sevgi ihtiyacını alıyor benden ‘tamam mı?’ tamam… ‘Eve gidene kadar idare edebilir misin? Evet edebilirim öğretmenim’ diyip gidiyor. Onu vermek zorundayız, sevgi ve güven bizim işimizin temelinde var. Bunu veremeden eğitim yapamıyoruz çünkü. Dört sınıfa giriyoruz ama birinci sınıf çok farklı. Gerçekten öğretmenliği, anneliği, ablalığı, hemşireliği tamamen hissettiğimiz yaş gurubu…
Şartlar sizin için yeterli mi? Sizinle aynı durumda olan kişilere neler söylemek istersiniz?
Nagehan Özdemir: Evet, devletin bu alanda güzel imkanları var o çok önemli, engelli personellere özel bir kadro açmaları, onların ihtiyaçları olan fiziki koşulları da sağlaması çok önemli bir avantaj aslında bunu kullanmak gerekiyor. Aslında şuna değinmek gerek insanların haklarını tam anlamıyla bilmeleri gerekiyor. Bir süredir bu anlamda çok güzel sosyal haklar var. Bunu hiç göz ardı edemeyiz o da bize artı imkanlar getiriyor. Çalışma şartlarının ve koşullarının, kişinin ihtiyacı doğrultusunda ayarlanması gibi… Her insan bir şey yapabilir. Ben onların önünde, savaşmak için savaşmış bir savaşçıyım. ‘Böyle savaşılır, gayret gösterilir, çocuklar ben yaptım sizde yapın’ diyebiliyorum… Çocukların farkındalığı da çok artıyor. Bireysel bütün farklılıklarımızla birlikte bir bütün olmayı öğreniyorlar. Onlar sizi farklı görmüyor. Benim ilk endişelerimde ‘acaba çocukların üzerinde olumsuz bir etkim olur mu?’ vardı, çocuklar aslında herkesi kucaklamaya o kadar hazır ki… Yetişirken gördükçe bu farkındalığı artacak ve daha kaynaşmış bir toplum olacak aslında. Herkesin birbirinden farklılıkları var. Pes etmeye gerek yok yaşamaya devam. Ya köşenize çekileceksiniz ya savaşacaksınız. Hayat herkes için bir savaş. Pes etmek, köşeye çekilmek, sahip olduğum potansiyeli bile bile onu heba etmek… Ama yapmadım. Ben zor yolu tercih ettim ve iyi ki de etmişim. Çünkü bir sürü çocuğun hayatına dokunuyorum.
Adem’den bahsettiniz… Hala bu okulda mı? İletişim halinde misiniz?
Nagehan Özdemir: Evet bu okulda. Adem 3’üncü sınıf öğrencisi, okulda belki de ilk tekerlekli sandalyeyle gördüğü öğretmen benim. Adem ilk başlarda annesinden ayrılamıyordu şimdi arkadaşları var kendi dolaşıyor. Bayrak törenlerine mutlaka iner. Her sabah muhakkak sınıfıma uğrar bana günaydın der. Benimle birlikte bazen sınıfı dolaşır. ‘Öğretmenim bugün hangi harfi öğrendiniz’ diye sorar. Adem şunu görmek istiyor: ‘tamam bu yapılabilir bir şey, tamam ben sıkıntılı bir süreç yaşıyorum ve bu sandalyeyi kullanıyorum ama hayat bu şekilde de güzel, bu şekilde yaşamaya da değer’ çünkü önünde onun belki de hayalini kurduğu bir şeyi yapmış biri var. Artık biliyor ki yol var ve burası çıkmaz sokak değil. İstediğine ulaşabilecek, onun bilincinde oluyor şuan o imkanı görüyor. ‘Denesem ne olur?’ yerine ‘denedim yapılabilir’ diyecek.
Bu süreç sizin için zor oluyor mu? Meslektaşlarınız ve öğrencileriniz dışında genel olarak neler söylemek istersiniz? Haklarınız yeterli mi?
Nagehan Özdemir: İnsanın başına ne gelirse gelsin savaşmak zorundayız. Pes etmek köşeye çekilmek değil… Önümüz kapatılmıyor bizimde girişken olmamız gerekiyor bazen. Her anlamda birbirimizden farklıyız bu da bir nevi fiziksel farklılık. Aslında birazda bu şekilde algılanması gerekiyor. Ayakta olmak, oturuyor olmak, koşuyor olmak insanları, düşüncelerini ve yapabileceklerini sınırlamaz. Bunun bilincine varmak gerekiyor. Aslında benim gibi kişilerin biraz daha sesini duyurmak gerekiyor ve ben varım demesi gerekiyor. Çünkü bunun normalleşmesi gerekiyor. Şuan bu röportajı yapıyor olmamız sesimi duyurmak açısından güzel ama sesimi duyurmamın gerekmesi açısından bakıldığında üzücü bir olay. Çünkü bu artık rutin bir hale gelirse çok normal karşılanır. Ben herkesin farklılıklarını da çok normal karşılandığı her bireyinde yeteneğine ve yapabileceğine göre, var olmasını sağlatmasını talep edebilirim. Bunun için gayret gösterilmesi, insanların yol açması, yol göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Tam olarak bu konuda insanlar hak ve hürriyetlerine hakim değiller. ‘neler yapabilirim’i bilmiyorlar. Bilinse çok daha fazla insanın girişimi olabilir.
Mesleğe dönüşünüzün ardından neler hissettiniz?
Nagehan Özdemir: Ben mesleğimi sevmeseydim dönemezdim çünkü şu vardı: benim için önemi ölçüsünde kıymetliydi. Yaşanan bir zorluk ve verdiğim bir kıymet var… Kıymet ağır basmasaydı zorluk karşısında yenilirdim ve pes ederdim, farklı bir şeye yönelebilirdim, memurda olabilirdim bu hakkımda vardı ama ben öğretmenim. Mesleğimi seçmemde, öğretmen olmamda beni etkileyen ilkokul öğretmenimdir. Onun benim hayatıma dokunduğu gibi bende birçok hayata dokunuyorum. Eski öğrencilerimde dahil onların bana gösterdiği sevgi o kadar büyük ki… Atama alıp okula belge vermek için geldiğim ilk zaman zil çaldı ve o karmaşa… Birçok insana yorucu gelen ses, o kadar güzel geliyordu ki… O an dedim ki ‘tamam bu!’… Çocukların mutluluğunu görüyorsunuz, sevgisini görüyorsunuz. O kadar çekiniyorlar ki bazen fark ediyorum arkamdan saçımı seviyorlar. Dersine hiç girmediğim bir öğrenci bile gelip bir anda sarılabiliyor. Sevgileri çok fazla... Bazen öğretmenler odasına gitmem 5 dakikayı buluyor çünkü gidemiyorum. Sürekli sarılma, temas, sevgi çok. Öğretmen içinde bu çok güzel bir şey. O çocukların koşulsuz sevgisi. Çocuklar sevmedikleri birine gitmezler. Çocuk ve hayvanların sevgisi o kadar saf ki… Gerçek sevgiyi çok hissediyorlar. Yoruluyoruz ama tatillerde bile okula gitsem mi diye düşünüyoruz. Öğrencilerle tatillerde de bağımız kopmuyor. Ben burada olmaktan, mesleğimi yapıyor olmaktan son derece mutluyum. Bazen yorulduğum zamanlar elbette oluyor. Ama yorgunluk geçiyor. Öğrencilerden birisi bir öpücük atıyor bütün yorgunluk gidiyor. Bir çocuğa bir şey öğretmek müthiş bir şey. Okuduklarında ya da yazdıklarında o başarmış olmanın hazzını görmek zaten paha biçilemez. İşte bu hazzı aslında sürecin başında bilsem daha çok çabalardım, daha erken davranırdım belki. Ama şükür ki döndüm ve buradayım.
15 yıl çok uzun bir süre. Bunca yıl okuldan uzak kalmak zor oldu mu?
Nagehan Özdemir: 15 yıl uzak kaldım ve bu 15 yılın çok zamanında ameliyatlara girdim. 10’a yakın ameliyat geçirdim. Bunların bir kısmı kazaya bağlı bir kısmı gelişen durumlarla alakalı ve sürekli hastane-tedavi durumlarıyla geçti. Kendimi toparladım ve artık kendi hayatıma dönmem gerekiyordu. Döndüm… Ne kadar bireysel öğrencim olsa da sınıfta olmak çok farklı. Tıpkı bir tiyatro oyuncusunun sahneye çıktığında aldığı haz gibi… Orada ki hazzı hiçbir yer tutmuyor. Geçiyorum masama bakıyorum ve diyorum ki ‘benim olmam gereken yer burası’. Başka işlerde yapabilirdim ama benim ait olduğum yer okul.