Türkiye Yazarlar Sendikası, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle bildiri yayımlandı.

Sendikanın bu yılki bildirisini “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu” Temsilcisi Gülsüm Kav tarafından kaleme aldı.

8 Mart’ın bu yıl depremin gölgesinde kutlanacağına dikkat çeken Kav, “Ama yine de kutlayacağız çünkü bütün bir yılı mücadele ile geçirdik; İran’dan Afganistan’a, Türkiye’den İspanya’ya direnen kadınlar, dünyada her yerde idik. İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için verdiğimiz mücadele, bütün toplumun anayasal haklarının sembolü oldu. Baskılarla, kapatma davalarıyla bizi pes ettireceklerini sananlar çok yanıldılar. Tam tersine şimdi depremle birlikte önümüze yeni mücadele alanları da açıyoruz. Benzer bir yıkımı bir kez daha yaşamamak ve sorumlulardan hesap sormak için amansız bir mücadele yürütmeliyiz” ifadelerine yer verdi.

"İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NİN 4 ANA MADDESİ YOLUMUZU AYDINLATIYOR"

İstanbul Sözleşmesi’nin önemine vurgu yapılan bildiride, “Ne güzel ki deneyimlerimizden süzdüğümüz çözümlerimiz de var: Şiddetten kurtulduğumuz bir hayata kavuşmanın bugün için üretebildiğimiz formülü İstanbul Sözleşmesi ve onun bütünsel yaklaşımı olduğu gibi, deprem ve doğal afetlerin yıkıcı sonuçlarından da kurtulabiliriz, ölümleri durdurabiliriz. İstanbul Sözleşmesi’nin 4 ana maddesi yine yolumuzu aydınlatıyor. Sadece sözleşmeye ait değil bu norm çerçevesi, dünya yüzünde evrensel etik değerlerimizin vardığı güncel noktayı temsil ediyor” denildi.

Bildirinin devamında evrensel temel haklar sıralandı:

“1. Şiddetin önlenmesi: Uyarlarsak depremin yıkıcı sonuçlarının önlenmesi. Deprem önlenemez ama yaratacağı yıkıcı sonuçlar önlenebilir. Tıpkı toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının bir tür aşı; koruyucu hekimlik olması gibi, depreme dayanıklı ve güvenilir barınma hakkının eşit biçimde tüm yurttaşlar için yerine getirilmesi sağlanmalıdır ve bu mümkündür. Bu noktada, kadınların ve LGBTQ+’ların eşitliği için verdiğimiz mücadeleyi akla getirmeliyiz.

2. Şiddetten yani depremin yıkıcı sonuçlarından korunma: Tıpkı sıcak bir şiddet tehdidi olduğunda, koruma yasasının –6284 sayılı kanunun– etkin uygulanması için mücadelemizde olduğu gibi. Bugün ihlal edildiklerini açıkça gördüğümüz deprem ile ilgili yasa ve yönetmeliklerin tam ve etkin uygulanması mümkündür. Tıpkı “yasayı uygula kadını yaşat” sloganımızda olduğu gibi kadınların zarar görmesini ve en önemlisi cinayeti durdurmayı, hayatta kalmalarını sağladığımızı akla getirmeliyiz.

3. Şiddetin yani deprem suçlularının kovuşturulması ve cezalandırılması: Tıpkı toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı bir zarar söz konusu olduğunda etkin soruşturma ve ceza adaleti gerektiği gibi, depremden dolayı görülen zararın sadece müteahhitler değil tüm sorumlular nezdinde cezasız bırakılmaması, imar aflarının olmaması ve hak kaybına uğrayanlar için onarıcı adaletin sağlanması mümkündür. Bu noktada kadın cinayeti ve diğer tüm dava takiplerimizi akla getirmeliyiz.

4. Şiddete yani depreme karşı güçlendirme: Depreme karşı binaların güçlendirilmesi bu işin olmazsa olmazıdır. Ama burada kastedilen sadece bina değil; nasıl ki İstanbul Sözleşmesi kadınların geleceğe dair güçlendirilmesini söylüyor ise söz konusu olan gelecekteki bir deprem gerçeği karşısında bir halkın güçlendirilmesi, yani örgütlenmesidir. Nasıl ki her ilde ilçede, açık açık örgütlenmek için emek verdiysek şimdi ülkemize medeniyet getirmek için tüm toplumla örgütlenmek için emek vermek zamanıdır, yıllardır sürdürdüğümüz il il örgütlenmemizi akla getirmeliyiz. Toplumun tüm bileşenleriyle, kendi öz gücüne kavuşması ancak örgütlenerek mümkündür.”

"SÖMÜRÜ VE ŞİDDETTEN KURTULMA"

Kadınların en çok boşanmak istedikleri için modern hakları için öldürüldüğünü belirten Kav, bildirinin devamında şunlara yer verdi:

“Depreme dirençli yerleşim yerleri yaratmayı başarmaz isek bu yaşadığımız medeniyet kaybı en çok kadınları vuracak. Çünkü biliyoruz ki örneğin boşanma hakkı medeniyet seviyesinin göstergesidir ve kadınlar en çok boşanmak istedikleri için; modern haklarını aradıkları için öldürülüyorlar.

Deprem bölgesinde yaşanan her tür şiddet, ırkçılık, ölümlere ve şiddete alışma, şiddetin normalleşmesi, sadece o bölge için değil tüm Türkiye’deki kadınlar ve LGBTQ+’lar için bambaşka bir tehlike iklimi doğurabilir. İhtiyaçların sadece tuvalet ve hijyen malzemesi yokluğundan ibaret olmadığını; barınmadan mahremiyete, bir süre sonra başlaması ve maalesef artması muhtemel şiddet ve istismara uzanan geniş bir yelpazede olabileceğini bilmeli ve mücadeleye hazır olmalıyız.

İşte bu sene 8 Mart, şu an yaşamakta olduğumuz hak kayıplarının hesabını sormanın ve gelecekte yaşayacaklarımızı durdurmanın günüdür. Bu büyük mücadele gününü tarihine yakışır biçimde kutlamanın, dünyanın bütün kadınları ve bütün ezilenlerinin sömürü ve şiddetten kurtulması, eşit ve özgür bir dünyaya kavuşması için tüm meydanlarda bayraklarımızı yükseltmenin günüdür. Kutlu olsun.”