Umutsuzluğun en belirgin olduğu yerde umut onun içinden belirir bir imkân olarak. Bir detayda ortaya çıkar, bir boşlukta kendini koyar, kendini dayatır, kendini inşa eder karanlığın içinde bir ışık belirtisi gibi.
Işığın kırıldığı yerdeyiz. Çağımızın insanın çölünde, yaşamın örselendiği yerde bir eşik haline geldi. Kötülük gündelikleşti, gündelik olan kötülüğü içine aldı. Zaman içinde kör ebe oynar gibiyiz. Kim kör, kim ebe seçilmiş, kimi tutmaya çalışıyoruz? Kimler kazanacak, kimler kaybedecek… Hepsi muamma. Hepsi bir karaltının içinde cereyan ediyor. Bir insanı arıyoruz. Bir insan tanımını, bir yeni söz kurmaya çabalıyoruz ama dilimiz sanki kekre. Sanki dilimizden sözcüklerimizi aldılar, bir homurtu kaldı geriye, sesimizden geriye taşın taşa vurduğunda çıkan, o taş dili kaldı. Bir zamanı arıyoruz, sürüklenip durduğumuz günlerin içinde, peşinden koştuğumuz o takvimin, ödeme planları, sınavlar, iş yetiştirmeler, gidilecek yerler içinde bir kuyuya dönüşüyor zaman. Zaman içinde zaman kayboluyor. Bedenlerimizden memnun değiliz, kariyerimizden, banka hesaplarımızdan, giyindiklerimizden, kullandıklarımızdan, yediklerimizden… İşte tam o an kırılıyor tüm vitrin. Birden bire dökülüyor büyük gösterinin simleri. Pulları dökülüyor süslenmiş bu panayırın. Dev gökdelenleri, sonsuz borsa bilançolarını, devasa kurguları bir öksürük nöbeti sarsıyor böylece. Bir virüs, bir salgın riski, bir salgın… Üzerine dünya kurulan o plastik yüzeyi darmadağın ediyor. İşte zaman kum gibi saçılıyor, insan en yalın haline çekiliyor. İşte umut orada taşın taşa çarpmasını bir dil yapıyor. Mültecilerin, yoksulların, kimsesizlerin resmigeçidini görmeyen bu gaddarlaşmış dünya, birden bire duraksıyor. Ne silahların anlamı var artık, ne son model telefonların ne de kozmetikleşmiş kentlerin. Sadece insan, bencilliği, yaşama güdüsü, aptallığı, bihaberliği, boşunalığı kalıyor. Umudu tam bu keşmekeş içinde bulacağız. Dünyada çöken bir “sistem” var. Kâr ile can arasındaki bir tercihle yeniden kurulacak yeni zaman var. Kâr etmeye dayalı sağlık sektörü, asalaklaşmış dinsel kurumlar, anlamsız şişirme eğlence sektörü, silahlanma yarışı… Bu çöküşün vitrini. Nükleer silah üretip bez maske bulamayan bir dünyadayız. Bilimi geriye atıp, sağlık harcamalarını kısıp, halk sağlığı olanaklarını azaltıp… Cafcaflı sektörlere, aptal yöneticilere, kriz anında hiç bir değeri kalmayan lükslere harcanan her şey artık dipsiz bir kuyu hissi veriyor. Yeni bir yaşam biçimi bulmalıyız. Doğayı sürekli tüketme odaklı bakış açısının sonunda gösterişli bir yok oluş var, bunu izliyoruz. Doğa kendini hemen onarıyor, Çin’de hava temizleniyor bir ayda, Venedik’te su kanalları berraklaştı hemencecik, biz yokuz diye. Bu bizden bize fayda yok. Yeni bir biz kurmalıyız. Bu zamanın içindeki büyük öğretmen budur. Yeni “biz” hayal etmeliyiz. Doğayı yağma etmekten, canlı yaşamını parçalamaktan, sınırsız tüketimden, rekabete endekslenmiş koşturmalardan, kimseye faydası olmayan ön yargılardan, seçmediğimiz kimliklere mahkûm olup, diğerlerini yoksaymaktan ötede, bir hayal kurmayı denemeliyiz. Denemeliyiz, şimdi başlarsak ancak yarasını saracağız her şeyin. Yara sarmak için umut etmeliyiz, umut işte, böyle olmadığını anladığımız anın bize verdiği o derin hissiyat, yenilmez bir kalptir artık.