Haber: Fatoş ERDOĞAN

ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Barkın Timtik ve Oya Aslan'ın tutuklu yargılandığı ÇHD Davası’nın karar duruşması bugün başlandı. Duruşma öncesi yüzlerce avukat mahkemeye girmek için bekledi. Ancak salonun küçük olması nedeniyle 134 avukat içeri girebildi. Mahkemeyi; CHP, HDP ve TİP milletvekilleri de takip etti.

Silivri Cezaevi Kampüsü'nde 18. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 22 avukatın yargılandığı davada söz alan Selçuk Kozağaçlı, "Önünüzdeki dosyaya bugüne kadar 37 savcı ve 42 hâkim el attı. Başka bir deyişle on yılda seksen kişiyle altından kalkılamamış bir işin sorumluluğunu bu bir haftada üç buçuk imzayla üstleneceksiniz" diyerek sözlerine başladı.

Duruşmaya CHP Milletvekilleri Ali Şeker, Ali Haydar Hakverdi, HDP Milletvekilleri Ömer Faruk Gergerlioğlu, Meral Danış Beştaş, Necdet İpekyüz, Mehmet Tiryaki, Musa Piroğlu, eski CHP Milletvekili İlhan Cihaner, TBB Başkanı Erinç Sağkan, TBB Saymanı Gökhan Bozkurt, TBB Genel Sekreteri Veli Küçük, İstanbul Baro Başkanı Filiz Saraç, Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, Batman Baro Başkanı Erkan Şenses, Sanatçı Pınar Aydınlar da katıldı. 

Adsız tasarım - 2022-11-07T131724.938

11'de başlaması gereken duruşma yer olmadığı gerekçesiyle avukatların salona girememesi nedeniyle 12'de başladı. Mahkeme Heyeti, esasa ilişkin savunmasını yapmak için ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı'ya söz verdi.

Selçuk Kozağaçlı beyanına duruşmaya katılan  meslektaşlarına, vekillere, izleyicilere teşekkür ederek başladı.

Kozağaçlı şu ifadeleri kullandı:

"24 Aralık 2013 sabahı, yine bu salonda, muhtemelen bu mikrofona, şöyle demişim:

'Uyduları, televizyon kanalları ve yüksek tirajlı gazeteleri bulunmayan yoksulların istiflenmiş ölüleri arasından sıyrılıp, silah zoru ile itilip kakılarak da olsa, bir mikrofonun önüne dikilmenin nasıl bir ayrıcalık olduğunu görebiliyor musunuz? İşte o yüzden bu mikrofona ulaşana kadar nelere katlandığımızın ve işin sonunda başımıza daha neler getirmeyi planladığınızın; bu anın değerini düşürmesine izin vermeyip konuşacağız.

Konuşabilmeyi hafife almayın biz almıyoruz.

Burada bulunmamızın, ölü veya sağ, yoksullarla ilgisi var. Biz avukatız: Kendimiz için asaleten ve konuşamayanlar için vekâleten konuşacağız.' 

Dernek binalarımızın, bürolarımızın, evlerimizin 2013 Ocak’ında basılarak dava dediğiniz bu gösteriye dâhil edilmemizin üzerinden -iki ay eksiğiyle- on yıl geçmiş. 

18 Ocak 2013 tarihinde Beyrut’tan yaptığım basın açıklamasında önce neden böyle bir saldırının hedefi olduğumuzu anlatıp; yaptığımız işleri, yürüttüğümüz davaları sıralayan bir liste sunduktan sonra şöyle söylemişim:

'Bizi tutuklamak mı istiyorsunuz? Savcılıklarda ve mahkemelerdeki hukukçu profili bu iken elbette yapabilirsiniz. Ama biz tutuklandık diye bu işler yapılmaz sanıyorsanız çok yanılırsınız…' 

Potansiyel davanın içeriğine ilişkin bir tahminde de bulunmuşum:

'…değil bizi endişelendirecek ciddiyette bir suçlama, eli yüzü düzgün bir komplo bile kuramadıklarını zaten tahmin ediyorum… Geliyorum.'
Uçağa atlayıp ülkeye dönmeden önce yaptığım her iki tahmin de tutmuş görünüyor. Üyesi olmaktan büyük onur duyduğum ve halen genel başkanlığını yürüttüğüm Çağdaş Hukukçular Derneği, hâlâ bu ülkenin en büyük bağımsız gönüllü avukat örgütü; arkadaşlarım önlerindeki her işi bizden güzel yapıyorlar ve dava dosyası diye önümüze koydukları şeyi görüyorsunuz, artık sizin önünüzde. 
Aslında ilk metne göz atarken, hepi topu on bir buçuk ay tutuklu kalmış olmaya nasıl bu kadar öfkelendiğimizi hatırlamakta zorluk çektim. Yani elbette niye öfkeli olduğumuzu hatırlıyorum, gayet gerçek bir öfkeydi ancak bugün, yetmiş dört ay tutukluluğun ardından bakınca, sadece bir yıl için duyulan öfkenin şiddeti gözüme biraz naif göründü.

En azından bir konuda, bu saçmalığı hangi raddeye vardırabileceğiniz konusunda, öngörümün zayıf kaldığını kabul etmek zorundayım'

Kozağaçlı, "Uzun bir dava oldu. Madem yargısal açıdan tamamlayamamış olmanıza rağmen bitirmek istiyorsunuz, o zaman bir kere daha kendimiz için asaleten, konuşamayanlar için vekâleten konuşma sırası bize geldi "diyerek savunmasını şöyle sürdürdü:

 "Önünüzdeki dosyaya bugüne kadar 37 savcı ve 42 hâkim el attı. Başka bir deyişle on yılda seksen kişiyle altından kalkılamamış bir işin sorumluluğunu bu bir haftada üç buçuk imzayla üstleneceksiniz. Tabii denilebilir ki “siz üç bin beş yüz avukatla asılıp bir şey çıkaramamışsınız, bize mi söylüyorsunuz?” O da bizim ayıbımız olsun. 

İşin özünde, buradaki iki taraf, halkları ve egemenleri temsil etmek için yeterlidir; Birinci Enternasyonal Davası sanığı Eugene Varlin kadar açıklıkla söylüyorum: İlkeler karşısında iki tarafız. 

Yine de temsiliyet açısından böyle başlamamıştık, siz önemli oyuncu değişiklikleri yaptınız. “Doğal” (yahut kanuni) yargıç kimdir sorusunun önemsiz olduğunu düşünmeyin. Bu sıra dışı rakamlar üzerine bir değerlendirme yapmamız gerekiyor; benim önerim, Karacoğlan’ın şu güzel dizesini düşünerek başlamak:

“Sual eylen bizden evvel gelene
Kim varımış biz burada yoğiken”

Suale cevap vermeliyiz zira temsilini üstlendiğimiz taraflar yüzyıllardır yerli yerinde durmakla birlikte, sizin temsiliyet rolünüzdeki kayma davamızı doğrudan ilgilendirdi.

Elbette ne siz kürsüde ilksiniz ne de siyasi tutsaklık bizimle başladı. Ancak bu ülkenin yargısal iklimini anlayabilmek, hiç değilse son on yılda gelip geçenin dosyayla ilgisini kavrayabilmek için hem sizin hem de bizim cevap vermemiz gereken sorulardan birisi budur. 

Sizin açınızdan aynı zamanda yorucu bir soru olduğunun farkındayım. Şimdi -usul gereği- doğrudan cevap veremeyeceğinize göre her iki taraf açısından ben cevaplamaya çalışayım. Siz de belki konuşabildiğiniz yerde, hükmünüzde fikrinizi söylersiniz."

> Fatoş 9/8:
Selçuk Kozağaçlı'dan mahkeme heyetine: Bu dava sizinle bitecekse 79 kişi ile bitiyor, bu 79 kişi ile helalleşmeyeceğimizi bilin.


Kozağaçlı'nın beyanının devamı

"Ancak sizin temsilinizde bir kopuntu var. Biz ilk gün kimlersek bugün de buradayız. Ancak sizin temsiliyet kopuntunuz hakkında biraz konuşalım.

Ben Mehmet Ağar'ın Adalet Bakanlığı yaptığını gördüm. Polis şefi, kontrgerilla, çete üyesi. Ben demiyorum, Yargıtay kesin hükümle tespit etmiş. Susurluk çetesi lideri. Hakaret etmek için söylemiyorum, bir tespit. Onun bakanlığında, diğer adalet bakanları döneminde, Bekir Bey zaten buranın gediklisi, onun döneminde de bana dava açıldı. Her bakanın döneminde bana dava açıldı" 

Selçuk Kozağaçlı mahkeme heyetine seslendi.

Gelinen aşamada muhatabım sizsiniz, o yüzden size konuşuyorum.
Ne oldu sizin orada diye soralım, siz usulen bana cevap veremeyeceksiniz, vereceğiniz cevap varsa gerekçeli kararınıza yazacaksınız, ben yine de sizin mesleğinizde olanları anlatayım:

"Bu dava bana açıldığında hakim savcılar 10 bin kişiydiniz. O dönem gruplaşmalarınız başlamıştı, bir dalgalanmanız vardı ancak hala itibarlı kabul edildiğiniz bir dönemdi.
37 yıl devlete çalıştı benim babam. Benim bütün yaşamım aranızda geçti. İtibarın ne olduğunu bilebilecek olduğum için bunun tespitini yapabiliyorum.
Paradan bahsetmiyorum. 37 sene üst düzey bürokrat olarak çalışıp kirada öldü benim babam. İtibarın ne olduğunu buradan biliyorum. Öldüğünde hapishanedeydim. Kelepçeli halde cenazesine götürdünüz beni. Bugün bütün itibarınızı kaybettiğinizi görüyorum. Bu 10 yıl boyunca bütün varlık zemininizi kaybettiniz. Yarınıza yakınınız meslekten atıldı, tenzili rütbe gördünüz, birbirinizi tutukladınız, birbirinize işkence yapılmasına göz yumdunuz.

Bu 10 yıl içinde bütün kirli çamaşırlarınız döküldü ortaya. Yarınıza yakınınız dibine kadar suça bulaşmış.

İşkence konusunun altını çizeyim. 15 Temmuz'dan sonra Hakim ve Savcıları hakimlik yaptıkları koridorlarda ters kelepçeleyip, götürüp onlara işkence ettiklerinde bunu yapamazsınız dedik. Bir kez ağzınızı açmadınız. Meslektaşlarınıza işkence yapıldığını  Ankara Barosu genel kurulunda söyledim. Zannediyorum kamuya açık bir alanda da ilk defa söyleniyordu. Kime yapıldığına bakarak göz çeviremeyiz dedim.

Bize dediler ki 'siz solcusunuz, bunlar size dava açanlar, size ne?'. Bize dava açanlara, kolumuzu kıranlara dahi yapılan işkenceye göz yummayacağız. Bugün beni görünce hapishanede başını aşağı eğiyorlar bu insanlar.

O, 5 bin açığı siyasi parti teşkilatlarından tamamladınız. Sayı açığı kapatıldı. Ancak sorunun sayı olmadığını hala anlayamadınız.

Hadi onlar kendi ideolojileri sebebiyle bu suçları işlediler. Yerine doldurduğunuz gençler daha popüler suçların bağımlısı çıktılar. Rüşvet aldığınız, uyuşturucu kaçırdığınız, beraat ve tahliye borsası kurduğunuz suçlamalarıyla davalar açılıyor.

Saydığım örnekler dışında bizim dosyamızla ilgili olanlar da var. Bizim dosyanın savcıları güzel bir borsa kurmuşlar, yargılandığınız cemaat dosyasını söyleyip cezadan kurtuluyorsunuz.

Mesela 'Dubai Masası Dedesi' lakaplı Ağır Ceza Mahkemesi başkanlarınız var. Gözümüzden kaçıp, bizim mesleğe kendini atmaya çalışmış, askı süresinde bilseydim itiraz ederdim.

Bizim İddianameyi yazan Adem'den Osman'ın uyuşturucu suçlarına geldik şimdi. Daha çok var, aklımda tutuyor da değilim ama profiliniz çok zengin. Bana 20 yıldır aynı davayı açıyorsunuz, adamlar neler denemiş. Yaratıcı bir suçlu profili değilim.

Benim dosyama el atan hakim ve savcıların listesini tutuyorum, ne yaptıklarını ömrüm boyunca takip edeceğim. Şimdi 15 tanesinin yanında suçlu tiki var."

Helalleşmeyeceğiz!

"Bu dosyaya eli değmiş yetmiş dokuz kişinin isim ve soy isimleriyle sicil numaralarını saklıyorum.

Sağ olduğum sürece, önünüzdeki dosyanın bize ve mesleğimize verdiği zarara ortak olmuş bu insanların mesleki akıbetini takip edeceğim, her suça bulaştıklarında yanlarına bir tik daha atacağım ama bu kadarla bırakırsam hobiden ibaret olur.

Mesleki yaşamları boyunca,hak etmedikleri kariyerlere talip yahut sahip olduklarında itiraz edeceğim; emekli olduklarında avukatlık yapmaya kalkarlarsa, yirmi beş avukata on yıl boyunca bu muameleyi reva görmüş hiç kimsenin güzelim mesleğimize sızmaması için mücadele edeceğim.
Kısacası, korkarım bir “takipçi” sahibi oldunuz. Yaşamımız -en azından benim ve benim yetiştirdiğim avukatların yaşamı- boyunca, sizi izleyip performansınızı takdir edecek ve hikâyenizi tarihe taşıyacak dikkatli izleyiciler kazandınız da denebilir. Velhasıl, helalleşmeyeceğiz'

Velhasıl, helalleşmeyeceğiz. Sevdiğimiz insanlar öldü, sevdiklerimizden, çocuklarımızdan ayrı kaldık bizi kapattığınız için . 

Bu dava sizinle bitecekse 79 kişi ile bitiyor, bu 79 kişi ile helalleşmeyeceğimizi bilin."

Duruşma bugünlük sona erdi, yarın saat 10.00'da devam edilecek. Tutuklu avukatlar, alkışlar eşliğinde uğurlandı. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı'nın mahkemede ki beyanının devamı habere eklenecek👇 Gezi davasını hazırlayan ekip bizimkiyle aynı. O davanın savcısı en azından, dil ve anlam eksikliği olmakla birlikte bir mütalaa vermiş, istenen cezada bir değişiklik yok ama en azından vermiş.  Siz de o enerji de mi yok? Adem açıkça benim hakkımda yalan söylemiş. Bana örgüt üyesi demiş, basit bir yalan. Bazı dijitaller buldum, tanıkların ifadesini aldım, bu örgüt üyesidir demiş. Yapılacak iş dijitalleri incelemek ve tanıkları dinlemektir. Peki 10 yıl boyunca bu tanıkları dinlememek, 9 yıl boyunca -siz buldunuz birden- dijitalleri bulamamak nedir peki? Eksik bilmek yalancılar için hiç bilmemekten çok daha tehlikelidir. Öncelikle; “Goebbels hiçbir zaman yalanları tekrarlamanın Nazizm için çok önemli olduğunu dillendirmedi, ama 1941’de “Churchill’in Yalan Fabrikası” ile ilgili olarak şunları söyledi: İngiliz’in prensibi şudur: Yalan söylüyorsan tamam söyle, ama her şeyden önemlisi yalanına bağlı kal” 1942’de günlüğüne şu notu düşmüştü: “Propagandanın özü basitlik ve tekrardır. Sizler, mütalaanızı tekrar ediyorsunuz celselerdir. Taleplerimizi reddediyorsunuz celselerdir. Ne kadar söylerseniz o kadar doğru olacağını mı düşünüyorsunuz? O iş öyle değil. Yönetimler, kullandığı kişilere çok vefalı duruyor olabilir ancak öyle değildir. Biraz işler karışınca neler yapıyorlar, dönüp hapishanelerdeki hakim ve savcılara bakın. Bugün gelip yerinize geri otursalar ne dediğimi anlarlar." itirafçının önüne 341 kişi koymuşlar, tamamına örgüt üyesidir kod adını da vereyim demiş. Dinlemek istemiyor musunuz? Bizim tanığımız da değil, savcının tanığı. Dinlemek bile istemiyor. Bunun gibi 14 tanık, hiçbirini dinletmiyor. Çünkü yok bu tanıklar. Beni Türkiye’nin, Kıbrıs’ın ve Türki Cumhuriyetlerin en elek üstü kara para, kumar ve organize suç örgütü liderliğiyle suçlanan kişilerle aynı hapishanede tutuyorsunuz.  Bu adamlardan tahliye karşılığında kimlerin para istediği ve hele ki istenen rakamlar üzerine benim birinci elden duyduklarımı duysanız, maaşlarınız hakkında karamsarlığa kapılırdınız. Teslim olmayız! Hakkımızda bir hüküm kurmaya hazırlanıyorsunuz. Her karar bir performatif şiddet eylemi. Bundan kaygılanmamız gerekiyor. Bizim iddiamız da korkmadığımız değildir. Bizi kapattınız, yakınlarımız öldü, acı ve eziyet çektiriyorsunuz. Korku ile Umut Arasında” yaşamak dinlerin sömürdüğü bir alandır. Aziz Augustinus’un da Muhiyiddin E’n-Mevevi’nin de temel meselesi budur.  Biz umutluyuz ama sizin olan bir şeyden değil, kendimizden, meslektaşlarımızdan umutluyuz. Hüküm sanığı korku bayrağıyla korkutmaktır. Bir hüküm verecekseniz. Sizi durdurmak için bu kadar konuşuyoruz. Bu korku bayrağına biz teslim olmayız. Beni hapisle korkutamazsınız  Kurduğunuz hüküm yüzünden avukatlıktan men edilebilirim. Dolayısıyla endişeleniyoruz. Ancak umudumuz da var, umudumuz elimizde olandadır. Meslektaşlarımızdan, yoldaşlarımızdan umudumuz var.  Mahkemeden, hapisten, tutuklanmaktan korktuğumu sanmayın, bizi hapisle korkutamazsınız ancak telafisi olmayan zararları vermemeniz için ısrar ediyorum. Buraya gelen herkes bu ısrarı onurlandırmaya geldiler. Haklılığımızı onurlandırıyorlar. Bu ısrarın  en basit örneği bu salonu dolduran insanların bizi yalnız bırakmama tutumunda görülebileceği üzere defalarca onurlandırıldığını söyleyebilirim. Bununla da sınırlı değil; ben hala Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanıyım. Tutsak olarak çıktığım her üç genel kurula da hapishaneden yazılı mesajla katılabildim ama meslektaşlarım beni bu göreve uygun bulmaya devam ediyorlar. Ayrıca; yakın zamana kadar -yine hapisten seçilerek- Avrupa Demokrat Avukatlar (AED) örgütü ikinci başkanıydım. Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupalı Hukukçular (ELDH)  ve Uluslararası Demokrat Avukatlar (IADL) örgütlerinin hala yönetim kurulu üyesiyim" Ebru’yu el birliğiyle katlettiniz. 

EBRU'YU EL BİRLİĞİYLE KATLETTİNİZ

Girişi bitirdiğime göre artık başlayayım. Bu savunmada sadece Ebru'dan bahsedip bitirseydim içim daha rahat ederdi ve asıl olarak bunu istiyorum. Ama Ebru yaşasaydı "abi söyleyelim sözümüzü" derdi. Bu sebeple sözlerimizi söylüyorum.  Ebru'yu el birliğiyle katlettiniz. Yargıtay, mahkeme el birliğiyle Ebru'yu katlettiniz. Ebru hakkındaki bozma kararını açıklama için Ebru'nun ölmesini beklediler. Ebru'nun 1 hafta bir zamanı olmadığı biliyorlardı, beklediler.

Kozağaçlı:Ebru iyi bir avukattı ve ölümünün getireceği soğuğa hazırlıklı olmalısınız.Onun,bir gün geleceğine ölümüyle kefil olduğu toplumun dışındasınız. Adına her yıl verilen ödül, dünyanın ulaştığı her köşesine onun sıcak adını ve onu öldürenlerin soğuk hatırasını taşıyacaktır. Zamanın sizi ısıtmasına veya isimlerinizi aklamasına asla izin vermeyeceğiz." Hakkımızdaki delilleri Mahkemeye getirmeye çalışıyoruz  Bundan 24 yıl evvel elde edildiği iddia edilen bir dijital malzeme var, 17 yıl önce incelenip savcılık emanetine kaldırıldığı söyleniyor. 10 yıl boyunca her heyetten getirilmesini istedik, haklarını yemeyelim hepsi de Emniyet'e tekit müzekkeresi yazdılar. Hakkımızdaki delilleri Mahkemeye getirmeye çalışıyoruz yani. Savcılık asla cevap vermedi. Bugüne kadar "kütükler bendedir, alın buyrun" diyemedi. 9 yıl boyunca bu oyunu oynadılar. Falanca kente gitmiş, falanca hapishaneye gitmişler, falan filan.

Elbette yalan tamamı. 22 kalem inceleme başlığı talep ettik, ATK'den bundan sorulsun istedik. Siz tek bir soru sormak istediniz, "dosyadaki evraklar bu dijitalden mi basılmış?" diye sordunuz. İlginç bir vaka var. Israrla 7. sayfayı okudunuz mu diye sorup durdunuz. Ömrümüz dijital kütük ve ATK raporu okumakla geçmiş insanlar olarak ne demek istediğinizi bir türlü anlamadık. Sanıyoruz ki bu 7. sayfada "Basılı evraklar dijitalde var, şu şu sayfada bulunmaktadır" cevabı vermeye çalışıyorsunuz. Oysa bu yazmıyor bu raporda. Ramazan Akyürek,  6 tane harddiski, 3 Tane Dvd Fikret'e veriyor. Fikret yazık çok ceza yedi evrak sahteciliğinden.  Ramazan, Fikret'e ne verdi? Bilmiyoruz. Nereden aldı da verdi? Bilmiyoruz. Belçika delil olarak kullanmadığı şeyi size vermemiş tabi ki. Belçika'ya polis göndermişsiniz. Yasadışı yolla bu dijitalleri bir dvd'ye koymuşlar.  Bu şekilde alınan dijitalleri bize adli istinabe yoluyla aldık diye yutturmaya çalışıyorsunuz. Meslektaşlarımız bizim dosyamızda hakkımızda bulunan tüm dijital içeriği olduğunu söyledikleri şeyleri, 300 kalem evrakı incelediler. Cemaat olsa ATK'ye sorardı, ATK derdi ki, "TAM DA RAMAZAN'IN DEDİĞİ GİBİ!"  Ama sizin elinizde böyle kadrolar yok. 

Beceremiyorsunuz. O yüzden yıllar sonra bu dijitallerin içinde sizin söylediğiniz şeylerin olmadığını ortaya çıkarabiliyoruz.Bu dijitallerde sizin söylediğiniz şeylerin bir kısmı yok, bir kısmı "dijitallerin şurasında" dediğiniz yerde değil.  Adli Tıp kıvırıyor. Siz korkmalısınız.  Adli Tıp demiş ki, bunlar burda yok dersem devlet üzülür. Var, desem, devran döner başıma iş gelir. Şu bir soru: Belgelerin tamamı sahte olsa yine de benim hakkımda ceza vermek ister miydiniz? Yüzünüze bakınca öyle hissettiğinizi anlıyorum. Ancak şunu bilin ki o evraklar sahte Duruşma bugünlük sona erdi, yarın saat 10.00'da devam edilecek. Tutuklu avukatlar, alkışlar eşliğinde uğurlandı.

Kozağaçlı Davası

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, yönetim kurulu üyeleri ve duruşmaya katılan Baro Başkanları