Ben Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden Ebrar. Sizlere kucak dolusu sevgi ve selamlarımı iletiyorum. Evvela, şu zor günlerde, üniversitemizin özgür ve bağımsız kalma mücadelesine desteğini bambaşka biçimlerde ifade eden, ulaştıran hatta içinde tutan herkese teşekkürlerimi yolluyorum. Baştan söylemeliyim ki Boğaziçi'nin başından geçenlere her gün bir yenisi ekleniyor, her an kayyum rektör Melih Bulu hakkında bilmediğimiz gerçekler öğreniyoruz ve her daim arkadaşlarımız direnişi büyütüyor. Bu sebeple her bilgiyi toparlamak benim için mümkün olmayacak ancak 2 Ocak'tan 12 Ocak'a kadar yaşananları genel hatlarıyla çizmek istiyorum. O günden bu yana, üniversitenin kadrosunda dahi yer almayan, üniversitedeki akademisyenlerin üzerinde istişare etmediği ve mutakabata varmadığı atanmış bir rektör yerine liyakatına güvendiğimiz, seçilmiş rektör talebimiz değişmedi fakat, Türkiye'deki akademik özerklik sorgulamaya, rutin rektör atamaları yeniden tartışmaya açıldı ya da trend olmayı başardı diyelim. Melih Bulu'nun Boğaziçi'ne akıllara zarar bir saatte rektör vasfıyla atanmasının ardından, üniversitenin öğrencileri ve akademisyenleri olarak bu atamanın usulüne, üniversitenin demokratik değerleriyle örtüşmediği gerekçesiyle karşı çıktık. Üstelik, Avukat Figen Albuga Çalıkuşu'na göre OHAL pratiğinden alınmış bir vesayetle hâlâ rektörlerin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle atanması anayasayla çelişiyor. Yılbaşıyla birleşen sokağa çıkma yasağından ötürü yerimizden kıpırdayamazken sosyal medyadan #BizimRektörümüzDeğil itirazını yükselttik, üniversitesi ve yaşam alanları kayyumlara zimmetlenmiş diğer arkadaşlarımıza ulaştık. 4 Ocak Pazartesi, atanmış rektörle birlikte göreve başlayan (!) onlarca polisin gözetiminde basın açıklanmamızı, Kuzey Kampüste forumumuzu gerçekleştirdik. Bimeks işçileri, ODTÜ öğrencileri, Boğaziçi mezunları ve daha birçoklarıyla ortak bir derdimiz vardı, atamayla gelen rektör seçimle gitmeliydi. Güney Kampüste şimdilik içinde kayyumun oturduğu rektörlük binasına hep beraber yürümek istediğmizde Güney Kapıda gaz bombasına ve plastik mermiye maruz kaldık. Melih Bulu ertesi gün çıktığı programda polisin varlığını yalanladı ve okulun kapısına takılan kelepçeyi açıklayamadı. Lakin daha fazla inkar edemeyeceğini anlayınca tarihi binalara zarar verilmesin diye polisin müdahil olduğunu söyledi. Nadir Eserler Koleksiyonu'nun ve binlerce kitabın yer aldığı kütüphanemizi pek önemsememiş olacak ki Kuzey Kampüse öğrenci kimliğimizi bile göstermeden tüm protestocularla girebilmiştik. (Aptullah Kuran Kütüphanesi ismiyle de bilinen Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi Kuzey Kampüste yer alıyor.) Kampüslerde polislerin gövde gösterisi yapma nedeninin korku atmosferi yaratmak olduğu ve öğrencileri tedirgin ettiği apaçık ortada. Boğaziçi eylemleri, polis müdaheleleri, sabahın köründe ev baskınlarıyla yapılan gözaltılar gündeme taşındığındaysa öğrencilerin cinsel yönelimleri, etnisiteleri, kılık kıyafetleri, dini inançları üzerinden bir ayrıştırma kampanyası başlatıldı. LGBT+ öğrenciler/ hetero öğrenciler; halay çekenler/çekmeyenler; başörtü takanlar/takmayanlar... (Kadın öğrencilerin ve akademisyenlerin (bkz. Fatmanur Altun'un tweeti) ne giydiklerine/giymediklerine yönelik ikinci parti bir polemiğin yapıldığını söyleyebiliriz.) Bu ayrımlar öğrenci hareketini tökezletmek, öğrencileri bölmek amacyla dayatılıyordu, farkındaydık. Nitekim Melih Bulu da Habertürk'e çıktığında Boğaziçili olanlar ve olmayanlar ayrımına sığındı, BOUn'lular öğrenci kimliklerini göstererek misliyle cevap verdi. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu eylemcilere terörist yaftasını yapıştırdı, öğrenciler anayasal protesto hakkını kullandıklarını ifade etti. Terörist ilan edilmenin , ötekileştirilmenin muktedirlerin iki dudağının arasına baktığı siyasetimize rağmen öğrenciler bu etiketlerin altında mücadelelerinin ezilmesine izin vermedi. Kampüslerde, meydanlarda seçim direnişi devam ederken, Melih Bulu'nun Boğaziçi'ne neden rektör olmaması gerektiğiyle ilgili kayyumluğu dışında başka itirazlar da yükseldi. Melih Bulu'nun 2003 yılında İşletme Bölümünden Doktor unvanını almasını sağlayan tezinde intihal yaptığı iddiaları ileri sürüldü. Melih Bulu, referans verdiğim paragrafları tırnak içine almamışım diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışdıysa da uluslararası akademik dürüstlüğün temini alanında çaba sarf eden Elizabeth Bik'in yakın incelemesi, tezin 3. bölümündeki kopyala-yapıştır paragrafları çarşaf çarşaf ortaya serdi. (İncelemenin Türkçesi için bkz.). Velhasıl Türkiye'de, vasatın üstündeki ender yükseköğretim kurumlarından birine, intihallerinden ve siyasi bağlantılarından, ha bir de özel sektör ve rekabet hevâsından hariç bir özelliği bulunmayan, kurum dışı birinin atanabildiğine şahit olduk. Boğaziçi'nin değerlerine, kültürüne yönelik bir kıyım olduğu barizdi. Diğer üniversitelerin içi, şeffaflıktan ve liyakatten nasibini almamış antidemokratik uygulamalarla boşaltılmışken sıra bizdeydi. Tıpkı Melih Bulu'nun atanmasına anlam veremeyen akademisyenlerimiz gibi öğrenciler olarak biz de niçin cezalandırıldığımızı düşündük. Türkiye'deki siyasi kutuplaşmanın, kirli pazarlıkların nispeten dışında kalabilmiş, eğitimine güvenilen, farklı ekonomik/sosyal sınıflardan genç beyinlerin, yurt dışına gitmeden uluslararası standartlarda bilim üretebilecekleri bir kuruma neden bu müstehak görüldü? Belli ki çokkültürlülük, demokrasi birilerinin ayağına çelme takıyor, bilimin de partizanına talipler. Geçtiğimiz çarşambaya bakalım (06.01.2021), öğrenciler Melih Bulu'ya, eski rektörlük yeni kayyumluk önünde neden seçim yoluyla değil de atama yoluyla rektör olmayı kabul ettiniz diye sorduğunda Bulu, atanmışlığını Türkiyenin iklimiyle açıklamıştı. Türkiye'de herkes kim olduğuna bakılmaksızın siyasi otoriteyle yakınlığına göre bir yerlere atanıyordu, Bulu da bu sistemi benimsemiş, içselleştirmiş, onun parçası haline gelmiş birisi. Biz öğrencilere de kendi "adamlarımızı" iktidara getirip istediğimiz rektöre kavuşabileceğimizi öğütlediğinde bu ifadenin çarpıklığı, sığlığı ve söyleyeninin profesör olması karşısında hayrete düştüm. Filhakika, Melih Bulu vakası Türkiye akademisinin geldiği noktayı da gözler önüne seriyor. Bulu'nun Boğaziçi'ni de kazandırmak istediği iklime (hiçbir zaman tamamen dışında değildi), uluslararası sivil toplum kuruluşu Risk Altındaki Akademisyenler'e (Scholars at Risk) ait Düşünmekte Özgür (Free to Think) 2020 raporunun mercekleriyle bakalım. Euronews'in haberine göre, rapor, akademisyenlere ve öğrencilere yönelik saldırıların, ifade özgürlüğünü dolayısıyla bilimsel üretimi baltaladığını belirtiyor ve devam ediyor "Doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanan rektörler genelde baskıcı bir rol oynuyor, öğrencilerin muhalefetini ve eleştirel bilim insanlarını bastıyor. Akademisyenler arasında otosansür endişe verici bir düzeye ulaştı". Raporda bahsi geçen Türkiye'de yıllardır süren akademik kırımın da işaret ettiği üzere Bulu'nun Boğaziçi'nin kampüslerinde estirmek istediği rüzgarı yakînen tanıyoruz. Peki onlar kampüsler hatta ülkeler arası ördüğümüz dayanışmanın farkında mı? Görünüşe bakılırsa saray bizi 'eylem biçimlerinde bile yeniliğe gidemeyecek dar kafalı zihniyetler' şeklinde niteleyerek görmezden gelmeye, aşağılamaya, hedef göstermeye devam edecek. Eh, devletimizin, kendisi için tehlike saydığı, baş edemeyeceği bir durumu inkar etmek, bastırmak ve değersizleştirmek gibi insan psikolojisinin temel savunma mekanizmalarını patolojik ve makro düzeyde yansıttığını söyleyebiliriz. Oysa biz kayyumun helvasını kavurma, kayyumluk önünde yoga yapma, kayyum sözlüğü oluşturma gibi son derece barışçıl, akılcı ve yenilikçi eylemlere imza atıyoruz. Mektubumu bitirmeden önce tüm üniversiteli arkadaşlarıma, değerli hocalarıma, yanımızda olduğunu hissettiren herkese sesleniyorum, üniversitelerimizde siyasi ilişkileriyle değil liyakatıyla nam salmış rektörlerin, akademisyenlerin karar sahibi olmasını arzu etmek; demokrasiyi, çoksesliliği savunmak en tabi hakkımız. Bugün silahlarıyla, demir parmaklıklarıyla, kayyumlarıyla dört bir yanı kuşatmak isteyen sarhoş güce rağmen, bağımsız akademide ısrar edenler olarak birbirimize, bizden önce de ısrar etmiş olanlara, bizden sonra gelecek kuşaklara karşı sorumluyuz, sözümüz var. Mücadelemizin meyvelerini hemen yarın toplayamayabiliriz, elbette yanlış giden her şeyi birkaç günde düzeltemeyeceğiz. Fakat taleplerimizden vazgeçmeyelim çünkü iyiye, güzele, özgürlüğe giden yolu dikenlerin sardığını, kolay olmayacağını biliyoruz. Yolumuzdaki dikenleri ancak birlikte temizleyebiliriz. Her Yer Direniş Her Yer Boğaziçi!