Tek adam rejiminden kurtulmak istiyoruz. Pek çok kişi tanık oldukları karşısında bağrına taş basmaktan bahsediyor. Haklıdırlar. Bazıları da ''ben demiştim'' mottosuyla en ufak hata karşısında dostlarını yerden yere vuruyor.
''Bağrına taş basmak'' demişken bazı duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istedim. Tahlil kasmayacağım. Yazının özetinin özeti: Ülkede hiçbir mücadeleye girmemiş veya ucundan girmiş insanların tahammülsüzlüğünün, sabırsızlığının ve bıkmışlığının yanlış olduğunu düşünüyorum. Hepimizin yaraları var. Hepimizin kırgınlıkları var. Geleceğe bakmayı öneriyorum.
Eskişehir'de büyüdüm. Bir tarafım Tunceli/Dersim bir tarafım Nazilli.
Laik bir ortamda büyüdüm. Cumhuriyet gazetesiyle okumayı öğrendim adeta.
Küçüklüğümden büyük siyasal olaylar olarak 1. Körfez Savaşı'nı, Madımak Katliamını, Başbağlar Katliamını, Uğur Mumcu başta olmak üzere aydın cinayetlerini ve diğer fail-i meçhulleri, PKK terörünü, Bahar Eylemlerini, Zonguldak-Ankara büyük işçi yürüyüşünü, Manisalı gençleri, JİTEM haberlerini, Kürtler ve Kürtçe üzerindeki baskıları, başörtüsü mücadelesini, büyük yolsuzlukları, Bosna Savaşını ve başka pek çok büyük krizi anımsıyorum.
Amerikan propagandasını, İslamcı yayınların her köşeye dağıtılmasını, Refah Partisi'nin yükselişini, sokaklarda ülkücü çeteleri ve daha nicelerini anımsıyorum. Kimisinden çok korkmuştum kimisine anlam verememiştim.
Bütün bunlara karşın mutlu bir çocukluk geçirdim. Sporla, oyunla, sanatla ve bilimle dolu bir programım vardı.
Siyasete tanıktım ama içinde değildim.
Ortaokul 1. sınıfta okulda bir öğretmenden ilk büyük dayağımı yedim. O dayak beni kendime getirdi. Dayak atanın etrafında kenetlenenler ve akşamları telefondan aileme gizli gizli bilgi veren karşı kamptan öğretmenler vardı. Mücadeleye başladım.
Dayak atan öğretmen FETÖ’cüydü ve arkasında İslamcı ve Ülkücü öğretmenler vardı. Onu kolladılar. Yükselttiler. Öğrencilerine dövdürdüler beni. O FETÖ’cü öğretmen şimdi ABD'de kaçak.
O gün o FETÖ’cüye kol kanat gerenler Milli Eğitim Müdürü oldular. Sonra da malum partinin ilçe başkanı...
Okul çıkışı bana saldıranlar bugün pişman mı bilmiyorum ama o gün vatanı kurtardıklarını düşünüyorlardı.
Uğraştık mücadele ettik o gün bir kısım FETÖ’cü ve Ülkücü öğretmen okuldan uzaklaştı veya tayinlerini istedi.
Fakat çok sürmedi. Sonrasında aynı adamlar beni ve arkadaşlarımı sokakta, yurtlarda, dershane önlerinde ve okul çıkışlarında dövdürmeye kalktı. Bitmediler. Öğretmenler sınıfta huzurumu kaçırmaya çalıştılar. Daha ortaokul birinci sınıftayken okula polisi getirtip babamla beni savcılığa çağırdılar. Güya hakaret mektubu göndermişiz. İftiraları o günlerde de böyleydi. Bitmediler.
Matematikte başarılıyım diye zorla dershanelerine kaydettirmeye çalıştılar. Müdür odasında tehdit ettiler. Sonra yine yıldırma çabası...
Eskişehir'in ülkücü-İslamcı gazetelerinden birinden beni ve babamı manşete taşıyarak saldırdılar. Aynı tarihlerde ailem, çevrem ve büyüklerim Manisalı gençler davasını hatırlatıp beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Korkuyorlardı. Bugün de babayım. Anlıyorum.
Lise sona kadar devam etti böyle bunlar. En son Eskişehir'de dershaneler sokağında linç ettiler beni. Karakola şikâyet etmeye gittim. İfademi alan polis memuru: ''Doğru söyle, karı kız meselesi, değil mi?'' diye alaya aldı. Sonradan öğrendim. Beni linç etmeye gelenler Emniyet Müdürlüğü’nün önünden neredeyse kortej halinde gelmişler.
Haklarında şikâyette bulunduğum kişiler, bu kez beni yine sıkıştırdılar bu kez silahla. Neyse ki sadece korkutmak için gelmişler. Hayattayım.
O sırada hangi kültürel etkinliğe, konsere gitsem üstümüz arandığında ''Nüfusa Kayıtlı olduğum ili'' yani Tunceli'yi gören polis, üstümü iki kez daha arıyordu. İnsanı bıktırdılar. Güneydoğu'yu gezmeye gittik. Orada da aynı şeyler. Bitmediler.
Bir geziyle ABD'ye gittim. Ailem lisede beni orada okutmak istiyordu. Dönmek istedim yurduma. Ülkeme bağlıydım, hala bağlıyım. Her gün okulda, inancım veya inançsızlığım, kökenim, ideallerim yok sayılsa da buralıydım. Buna anlam veremediler. Hala veremiyorlar.
İkiz Kulelere saldırılmıştı. Dünya değişiyordu. Ülkücülerle yan yana geleceğimiz koşullar oluşmuştu. Ulus-Devlet saldırı altındaydı. Beni, atalarımı, kökenimi, atalarımın dilini ezen ulus-devleti emperyalizme karşı korumaya ant içmiştik. İki tarafın gözünde de haindik.
Üniversiteye gittim. Kıbrıs davasında Türk milliyetçileriyle buluştuk. Ama saldırıları bitmedi. Yine iki tarafın gözünde de haindik.
AKP iktidardaydı. Milliyetçiliğin, Kıbrıs davasının, Atatürk'ün üstünde tepiniyorlardı. Ama yine biz haindik. Ergenekon davaları başladı. Beni, inançlarımı veya inançsızlığımı, kökenimi, atalarımın dilini yok sayan komutanları, kurumlarımızı korumaya çalıştım. O tarafta durdum. Yine haindik.
AKİT gazetesinde, sonradan FETÖ’cü olduğu ortaya çıkan biri yine bana ve aileme saldırdı. Haindik. Bu kez ''Ergenekoncuyduk''. Ne ülkücü ne İslamcı ne solcu bizi makbul gördü.
Ermeni Soykırımı iddialarına karşı mücadele ettik, ediyorum, edeceğim. Ama o sırada bana, aileme ve tanıdıklarıma üstelik de bir hakaretmiş gibi ''Ermeni'', ''kripto Ermeni'' dediler. Etnik kökeni ne olursa olsun tüm yurttaşları kucaklayan ve tek bir idealde birleştirme mücadelesi yürüten bir gelenekte olduğuma inanıyordum. Yanılmışım. Ne var ki, o sırada saldırı altındaydık. Bırakmak olmazdı. 5 Ağustos 2013 günü komutanlara, aydınlara tarihin gördüğü en ağır cezaları yağdırdı FETÖ/AKP ortaklığı. Kadıköy'deydik. 200 kişi yoktuk. Herkes izliyordu.
Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. Çoklu adayın daha iyi olacağını karar verildi. Benim gibi pek çok insan Temel Karamollaoğlu için imza verdi. Bazılarımız Meral Akşener için bazılarımız Doğu Perinçek için imza verdi. İki taraftan insanların amacı da tek adam rejiminin önüne geçmekti.
Yıllar geçti. Son yerel seçimlerde solun merkeze en yakın kesiminden arkadaşlarım dahi Mansur Yavaş'a burun kıvırıyordu. İnancı, kökeni ve idealleri itibarıyla çok uzakta olan ben, Mansur Yavaş'ı savundum, savunuyorum, savunacağım. Aynı şey Ekrem İmamoğlu için de oldu.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun Hak, Hukuk, Adalet yürüyüşü sonucunda beş benzemez bir araya geldi. Ortak yanları asgari demokrasi şartlarını hayata geçirmek, kurumsallaştırmaktı. Hiçbiriyle uyuşmadığım bir geçmişim vardı. Bırakın onları, CHP içinde Atatürkçü görünenlerle bile uyuşmayan bir geçmişe sahibim. Onlara benden çok daha olan insanlar, beni, dostlarımı, mücadele arkadaşlarımı ''Piyasacı, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı, terör yandaşı'' olmakla itham ettiler. Sosyalistim, laikim, hukukun üstünlüğünü savunuyorum. Bu bakımdan bırakın eski AKP'lileri, eski CHP'lilere bile yakın değilim. Ama bazıları için ''bağrına taş basmak'' gerçekten zor.
Yeri geldi ''kanlarımızda banyo yapacağını'' söyleyen adamın videolarını paylaştık. Yeri geldi rakip takımın kulüp başkanını savunduk. Yeri geldi bizlere hain diyen genel başkana hakaret yağdıran yetkililere karşı durduk. Bağrımıza defalarca taş bastık. Çünkü birlikte yaşamak istiyoruz. Birlikte yaşamanın asgari koşullarını tesis etmek istiyoruz.
Bazıları için 90'lara dönüş, ''çocukluğuna, sevgiye dönüş'' anlamına gelirken benim için fail-i meçhullere, inkara dönüş anlamına geliyor. Bazıları için 1930'ların Türkiyesi varılması gereken bir idealken benim için sadece bir başlangıç. Buna karşın, görüyorum ki Cumhuriyet, Atatürk ilke ve devrimleri, bağımsızlık, vatan, hukuk, demokrasi bazılarımız için hiçbir anlam ifade etmiyor.
Benim açımdan olay basit: Beyaz Torosları, domuz bağcıları, terörist başının ayak oyunlarını, fail-i meçhuller döneminin prensesi Çiller'i veya Ağar'ı, uyuşturucu baronlarını, mafyalarını, laikliğe karşı odak teşkil edenleri, Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştıranları, Montrö'yü ve Lozan'ı hiçe sayanları, pasaportumuzu ve milli paramızı değersizleştirenleri mi destekleyeceğiz yoksa tek ortak noktası ve amacı asgari demokrasi kurallarını, hukukun üstünlüğünü ve kurumların saygınlığını yeniden tesis etmek ve kutuplaşmayı yenip birlikte yaşama idealini savunmak olanları mı destekleyeceğiz.
Bu ülkede, huzurla, güvenle, devlete ve yurttaşlara güvenerek yaşamak istiyorum. Geri kalan tüm ayrımlarımız şu aşamada benim için teferruat. Bunu bir başaralım. Sonra gerekirse biz yine hain oluruz. Feda olsun.