Seçimin kaybedilmesindeki en önemli sorunun CHP örgütünün tam kapasitede çalışmamasından kaynaklandığını ve bu sorunun uzun zamandır devam ettiğini vurgulayan Karayalçın, parti olarak yeni bir demokrasi modeli geliştirmeleri gerektiğini ifade etti.
Karayalçın’ın mektubundan öne çıkanlar şöyle:
“Biz yaklaşık olarak bir milyon üç yüz bin kişiyiz. Her birimiz bu tartışmaya katılmalıyız. Ancak tartışmalarımızda şu dört ilkeyi de önemle gözetmeliyiz. Birinci ilkemiz, Partimizin bütünlüğüdür. Buna halel veremeyiz. CHP’nin örgütsel bütünlüğü hepimizin kırmızı çizgisi olmalıdır.
İkinci olarak başta Sayın Genel Başkan olmak üzere birbirimizin saygınlığına özen göstermeliyiz. Üçüncü ilke açıklık olmalıdır. Kimi eleştirdiğimizi, neyi eleştirdiğimizi, ne istediğimizi çok açık bir biçimde ortaya koymalıyız. Son olarak da parti hukukuna uygun davranmak zorunda olduğumuzu aklımızda tutmalıyız.
Partimizin on iki yıl kapalı kalmasına, mallarına devletçe iki kez el konulmasına ve bir kez de baraj altına inmesine karşın ayakta kalabilmesi, örgütümüzün direncini, gücünü göstermektedir. CHP örgütü hem yaşama gücüne, hem de direnme gücüne sahip.
Her ikisi de iç içe geçerek birbirini besliyor. Direnme gücü olmayan bir örgütün zaten yaşama gücü de olamaz. Örgüt kapasitesi tam kullanıldığında Parti yüzde 40’lara çıkabilmekte, kapasite kullanımı düzeyine göre sıfıra da inebilmekte ya da çoğu kez yaşandığı gibi yüzde 20’lerde yatay da seyredebilmektedir.
Örgüt kapasitesi’ ifadesiyle neyi anlatmak istediğimi açıklayacağım ama önce örgütümüzün uzun süre kapasitesinin altında tutulmasının bizde ‘siyasi tembelliğe’ yol açtığından söz etmek istiyorum. İki örnek vereyim. Siyasi olarak tembelleşmemizin ilk örneği bir kurtarıcı beklentisidir. Çok iyi konuşan, çok yoğun çalışan, yumruğunu sık sık masaya vuran birisi gelecek ve bizi iktidara taşıyacak. Buna beyaz atlı prens- prenses beklentisi diyorum.
Oysa böyle bir şey yok. Bizi iktidara taşıyacak olan güç, prensler- prensesler değil, örgütümüzdür. Bir başka tembellik örneği de ‘sağdan oy alamıyoruz, bari siyasetçi alalım, onlar da sağ seçmeni getirir’ anlayışıdır. Tabii ki partimize sağdan siyasetçi de seçmen de gelecektir, gelmelidir. Partimiz böyle büyüyecektir. Ayrıca bu arkadaşlarımız Partimize girdikleri andan itibaren de Partimizin herhangi bir üyesi kadar CHP’li olacaklardır. O nedenle benim eleştirim bu katılımlara asla değil, bu anlayışla yapılan transferlerdir.
‘OLİGARŞİK YAPI’
Bana göre Cumhuriyet Halk Partisi örgütünün yüksek kapasite ile çalışması dört şeyin eş zamanlı ve eş değerli olarak sağlanmasına bağlıdır:
- Örgütlenme etkenliği,
- Örgütün adayları seçmesi,
- Örgütün siyaseti belirlemesi,
- Örgütün olağan işlevi,
Partimizin Türkiye coğrafyasındaki örgütlenmesi hemen hemen yalnızca Siyasi Partiler Yasasının getirdiği örgütlenme kalıbı ile sınırlıdır. Siyasetin belirlenmesi ve adayların seçilmesi ise hemen hemen yalnızca genel merkez tarafından üstlenilmiştir. Örgütlerimiz yalnızca örgütün olağan işleri diye adlandırabileceğimiz ‘broşür- afiş- pankart’ işleri ile seçim işleri ile sandık güvenliği işleri ile sınırlı bir hizmet üretmektedir. Bu nedenle örgütümüz kapasitesinin altında çalışmak durumunda kalmaktadır.
Bu durum Cumhuriyet Halk Partisi’nde ‘oligarşik’ bir yönetimin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Partinin izleyeceği siyaset, Genel Başkan ve merkez yöneticileri ile danışmanlar, uzmanlar tarafından belirlenmekte, hazırlanan siyaset metinleri daha sonra örgüte kullanması, seçmenlere dağıtılması için gönderilmektedir. Kimi durumlarda da örgüt, o konuda öyle bir siyaset izleneceğini gönderilen metinlerden değil, yöneticilerin açıklanmalarından öğrenmektedir. Aynı şekilde partinin milletvekili ve belediye başkan adayları ile yerel meclis üye adayları da merkez kadroları tarafından seçilmektedir. Parti kapasitesini tanımlayan bu temel işlerde üyeler ve yerel örgütler değil genel merkez devrede."