Covid 19 nedeniyle, Mart ayında Dünya Sağlık Örgütünün pandemi ilan etmesi ile başlayan Corona günlerimiz, evde geçiyor. Ama evdeki günlerimiz, çalışma etkinlikleriyle dolmaya başladı, boş zamanlarımız ve serbest zamanlarımız azaldı, evdeki yükümlülükler ve çalışma alanımız, kendimize ayırdığımız zamanları da kapsar hale geldi.
Başka deyişle, işimizi eve taşıdık, önceleri, hep evde olmak, işe gitmemek fikri olumlu bir his yarattı ama gün geçtikçe hepimizde şikâyetler başladı. Evdeki yükümlülüklerimizin üstüne binen çalışma yaşamımızdaki yükümlülüklerin de hep evde yerine getirilmek zorunda kalması, ev ile iş arasındaki ayrımın tamamen kalktığını fark etmek, insanın özgür kalabileceği, kendini özgür hissedebileceği bir alanın olamayacağı yönünde, kötümserliğe bırakıyor bugünlerde kendini. Oysa, evin ve çalışmanın aynı ortamda yapıldığı modern öncesi dönemlerde örneğin durağan ve toprağa bağlı yaşamın hüküm sürdüğü Ortaçağ’da çalışma saati 8 saaten fazla değildi. Şaşırtıcı gelebilir ama XIX. yüzyıl sonunda 8 saatlik çalışma gününe sahip olabilmek için gösterilere katılan kitleler, aslında dört ya da beş yüzyıl önceki çalışma saatlerine kavuşmak istiyorlardı. Bu dönemde malikaneye bağlı serfler ve zanaatkârlar, üretimlerini hem kendileri için, hem de lord ve ailesi için yaparlar ve tüketirlerdi. Efendi-köle ilişkisinin belirgin bir biçimde yaşandığı Antik Çağda ise köleler sadece çalışırdı, onların serbest zamanı yoktu. Kölelerin beden emeği gerektiren işleri yerine getirmeleri sayesinde, serbest zamanları olan özgür Atina’lılar, siyasetle, bilimle, felsefeyle uğraşabiliyordu. Sanayi devrimiyle birlikte çalışma, önceki çağlardan çok daha farklı bir anlama bürünmüştür. Çünkü daha önceki yüzyıllarda çalışma ve serbest zaman toplumun belli kesimlerinin etkinliğiyken, 19. Yüzyıldan itibaren çalışma ve serbest zaman toplumun her kesiminin etkinliği haline gelmiştir. Üstelik, modern dönemden önce birey, kendi dışından gelen baskılar sonucu çalışırken, başka deyişle çalışmak zorunda kaldığı için çalışırken, modern dönemden başlayarak birey için dışsal zorlanım yerini bütün enerjisini çalışmaya aktarabileceği bir içsel zorlanıma bırakmıştır. Çalışmaya yönelik bu içsel zorlanım, sanayi devrimini gerçekleştirmekle kalmamıştır, bugün var olan sistemin etkinliğini sürdürmesinde en büyük katkılardan biri olarak hala etkisini sürdürmektedir. Modern dönem durağan toplumsal hayatın değiştiği, katı olan her şeyin eridiği bir dönem olarak, çalışma düzeni ve ev yaşamını sarsıcı bir biçimde değiştirmiştir. Çalışma artık belli saat dilimlerinde ev dışında yapılan bir etkinlikken, serbest zaman ve bu zamanda yapılan etkinlikler, ev yaşantımızın içindedir. Özellikle, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren nasıl Taylorizm çalışma yaşamını rasyonelleştirdiyse, toplumsal yaşamın tümü gibi, serbest zamanlar da rasyonelleştirilmiştir. Yani serbest zamanlar da yaşadığımız toplumsal düzenin üretkenliği açısından düzenlenerek, işgücünün iş dışında da sisteme yarayacak etkinlikler ve etkinlik alanları içinde kalması sağlanmış oldu. Böylelikle kentlerde parklar, yollar, oyun alanları, alışveriş merkezleri, çalışan sınıfların çocukları için yuvalar, okullar, kent düzenlemeleri ortaya çıktı. Gün çalışma-uyku-serbest zaman olmak üzere 8 saatlik yaşam dilimine bölündü. XX.yüzyılın serbest zamanlarını evde geçiren çalışan kitlelerin birincil serbest zaman etkinliği, televizyon izlemekti. Bu dönemde geniş kitleler kendilerini özgürleştirecek, bilinçlendirecek, verimli hayatımızı sorgulayacak etkinliklerle geçirmek yerine, daha çok kültür endüstrisinin kendileri için ürettiği ürünleri tüketiyordu. Ama ev hayatı, hala işlikteki yıpratıcı, rekabet ilişkilerinin dışında, kendimiz olduğumuz bir mekândı. Günümüzde ise serbest zamanlarımız açısından televizyonun yerini, yeni iletişim teknolojileri almış durumda. Serbest zamanları evde toplayan bu araçlar sayesinde, çoğumuz zamanlarımızı sosyal medyada, dizi platformlarında, müzik uygulamalarında geçiriyoruz. Üstelik, bu araçlar televizyon gibi geleneksel medya uygulamalarında olmayan özellikleri sayesinde, ev ile işyeri arasındaki ayrımı da ortadan kaldırdı. Bugün yeni medya olarak adlandırılan yeni teknolojilerle birlikte çalışma yerlerimizde eğlence, oyun, bilgiye ulaşma, tüketim gibi serbest zamanlarımızda yaptığımız etkinlikleri yapabilir hale geldik. Ama aynı zamanda, bu araçların zamansızlık ve mekansızlık özelliği, serbest zamanlarımızı da çalışma yaşamının, zorunluluk alanının yükümlülüklerinin yerine getirildiği bir alan haline getirdi. Yani, dinlenme, eleştirel bir bilinç kazanacak etkinliklerde bulunmak, bilgilenmek, kamusal sorunlarla ilgilenmek gibi önemli bir zaman olabilecek bir potansiyeli taşıyan serbest zamanlarımız, “Home Office”lere dönüşmektedir. Bu nedenle bizler de ne yazık ki, verili toplumsal sistemdeki yerimize ve görevimize indirgenmekte olduğumuzu hissetmekteyiz. Özellikle, Mart ayından beri yaşadığımız gelişmelerde, Corona virüsünün yarattığı mesafe ve izolasyon zorunluluğu, bir yandan sağlık, tüketim, eğitim, iletişim olanaklarının bu teknolojiler sayesinde gerçekleştirilmesine olanak tanıyarak hayatımızı kolaylaştırmakta, ama öte yandan ev alanının ise giderek çalışma etkinliğinin mekanı haline gelmesine yani çalışma ve serbest zaman arasındaki dengenin çalışma lehine bozulmasına, neden olmaktadır. Bu küresel salgın nedeniyle, geçici bir süre yaşadığımız bu süreç umarım çok uzun sürmez. En önemlisi ise gerek geleneksel gerekse yeni medyadan gördüğümüz “dünyanın tek ve her yerde aynı dünya” olduğu hissi, sokağa çıkamama, evimizde bile çalışma yaşamındaymış gibi her an hazır ol da beklemek, herkese serbest zamanların ve evde yaptığımız özgürleştirici etkinliklerin değerini hatırlatır…