Nicedir başlanmıştı: "Tamam Kemal Bey muhalefeti birleştirdi ama aday olmasın. Akil adam olsun. Bak biz 3 bin kişilik anket yaptık, halk illa Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu olsun, diyor."
Özer Sencar yılların birikimi şirketini koydu ortaya. Kılıçdaroğlu; TUİK, Bakanlık, SADAT baskını yaptıkça, bürokrasiyi kontrole aldıkça, acemi akademisyenlerini sürdü ortaya. Sonra aniden Ümit Özdağ "Adayım Yavaş" dedi. Cüneyt Özdemir "Koalisyon nasıl aday belirler?" saçmalığını söyleyecek kadar kendini kaybetti. Ve sonunda İYİ Parti başladı yan çizmeye.
Gerekçe de iyiydi. Yaşlıydı Kılıçdaroğlu, hem de seçim kaybetmişti. Ha koalisyonu kurup, büyükşehir belediyelerini kazanmış, Erdoğan’ı konuşamayacak hale getirmişti ama olsundu yine de aday olmamalıydı.
Ve bugün anlıyoruz ki “Kim olursa olsun ama Kılıçdaroğlu olmasın!” söyleminin nedeni, sermayenin sağ partiler üzerindeki baskısı. Sermaye; devletin soyulmasına dur denmesinin, hesabının sorulmasının dehşeti içerisinde.
Kılıçdaroğlu, 5'li çetenin ve onlar adına randevu isteyenlerin taleplerini açıktan reddettikten sonra iyice ateş bacayı sardı. Bütün uyarılara, telkinlere rağmen vazgeçmeyen Kılıçdaroğlu ’na karşı eldeki en büyük koz sahaya sürüldü: İyi Parti.
Sorunun yalnızca 5'li çete ile ilgili olmadığı, onun ardından gelecek diğer soygun feryatlarının, savaş ekonomisi zenginlerinin kaleleri TÜSİAD ve MÜSİAD tayfasının uykusunu kaçırdığı belli oluyor. Kılıçdaroğlu'nun eline geçmiş namuslu bir Devlet Denetleme Kurulu’nu çalıştırma yetkisi, ortaya dökülecek rezaletler ve cumhuriyet sevdalısı bilinenlerin gerçek yüzlerinin ortaya dökülmesi, dehşeti her geçen gün artırıyor.
Halkın önünde, her zaman en büyük engel Sermaye oldu. İki araç kullandı baskı altına almak için. TSK ve sağ partiler. TSK güvenilirliğini kaybedip alandan çıkınca, diğer aracı olan sağ partileri açıktan savaşmaya itiyor.
Artık İYİ Parti'ye, SP'ye, DP'ye, GP ve DEVA'ya tek soru var: Halkın mı? Sermayenin mi? Yanındasınız?