Seçimlerin ikinci turunun ardından aşağı yukarı 10 gün geçti ve Türkiye siyaseti çok yönlü olarak bir çalkantı içerisinde. Bir muhasebe süreci başlamış durumda ama Türkiye’de son 10 günde enteresan gelişmeler de yaşandı.

dokuz8HABER Genel Yayın Yönetmeni Gökhan Biçici bu gelişmeleri siyaset bilimci Özgün Emre Koç’la tartıştı.

Kazanan taraf bir oyun kurmaya başladı. Tekrar kabine ilan edildi enteresan isimlerle. İlk 12 günün o daha sert söyleminin ardından sanki daha restorasyona dönük bir çabayla birleşen bir söylem yumuşaması var gibi de gözüküyor, özellikle atanan isimlere baktığımızda. Mehmet Şimşek ekonomiden sorumlu oldu. Yaşar Güler Genel Kurmay Başkanı, Savunma Bakanı oldu. Hakan Fidan MİT Müsteşarı iken birden Dışişleri Bakanı oldu. Ben de dahil bir sürü insan bunu bir Türk teknokratlar hükümeti olarak değerlendirdi. “Bu bir tür restorasyon yönelimi mi acaba? şeklinde sorular sormaya başladık. Erdoğan herhalde ülkeye bir restorasyon gerekiyorsa onu dabiz yaparız mesajı vermiş oluyor. Nasıl değerlendiriyorsun seçim sonrası gelişmeleri? 

Erdoğan’ın ilk dönemindeki gibi kapsayıcı bir imaj çizmeye çalışıyorlar.

2015’te başlayan bir “Türkiye'de yeniden iktidar kurulması” süreci vardı. Koalisyonlar değişti, Fethullah Gülen Örgütü içeri atıldı, çözüm süreci sona erdirildi, vesaire derken 2016 darbe girişimi, 2017 referandumu ve 2018’de özellikle darbe girişiminden sonra başlayan OHAL yönetimi resmen sona erse de 12 yıl sonra defakto olarak, fiili olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi denen ucube sistemin ruhunda yaşamaya devam etti. Bir OHAL sistemi norm, olağan hale gelmiş oldu. Kurumsal olarak çöktü Türkiye. Yargısı çöktü, ekonomisi çöktü, birçok geleneksel kurumları çöktü. Kontrol mekanizmaları, denetim mekanizmaları zaten 2010’dan beri peyderpey ortadan kaldırılıyordu. Artık tabiri caizse bir yıkım kabinesi vardı. Daha öncesinde liyakatsizlik diz boyu... Bu kabinedeki bazı kabine üyeleri hakkında korkunç iddialar, yolsuzluk iddiaları, kara para, uyuşturucu vesaire, bu tür ilişkiler, aileyle ilgili iddialar... 

Seçim sürecinin son derece kara propaganda ve yıpratıcı yalanlarla dolu olduğunu da hesaba katalım. Saldırganlık, hakaret, kara propaganda, muhaliflerin yılmış olması... Seçim kazanıldı, bir rahatlama yaşandı ve birden Erdoğan balkon konuşmasında sert bir mesaj verdi ama sonra muhtemelen oturdular bir muhasebe yaptılar nasıl bir yol izleyeceklerine dair. Muhtemelen bazı hazırlıklar vardı ama oturdular, hesap kitap yaptılar dediler ki “karşı tarafı dağıttık, biraz daha frene basabilirsiniz. Daha rahat gidebiliriz”. Daha itidalli, daha mutedil bir dil tutturmayı başardılar ve yeni kabineyi de o yıkım kabinesinin yerine daha fazla devlet içerisinden yetişmiş olan, bürokrasi içerisinden yetişmiş olan, en azından liyakat konusunda öncekiler kadar sorunlu, şaibeli görünmeyen bazı isimlerden kurdular.

Siyasi çevrelerde iltifat gördü, diyalog kapıları açılabileceği mesajları geldi. Hatta muhalifler içerisinde bile düzgün insanlara görev veriyorlar. Demek ki onlar da gidişatın facia olduğunu fark ettiler. Dolayısıyla işi toplamak için işi ehline veriyorlar gibi yorumlar yapılmaya başlandı.

Erdoğan da bunun böyle olmasını istiyordu açıkçası. Ama 2 dönemi şöyle, bıçakla keser gibi ikiye ayıracak olursak, 2023 seçimleri öncesinde ve 2016’dan itibaren izlenen ekonomi politikası, sosyal politika, kültür politikası, her şeyiyle baktığımız zaman bir taşra iktidarı vardı.

Fakat orta sınıflar, alt orta sınıflar, şehirli sınıflar, eğitimliler bir şekilde soyuldular. Hem sosyal hayatlarında hem kültürel hayatlarında hem ekonomik olarak soyuldular, yoksullaştırıldılar. Darmadağın edildiler. Şimdi buraya bir parantez kapatıldı ve deniyor ki “önümüzde yerel seçimler var ve Erdoğan büyük şehirleri almak zorunda”.

Birden Erdoğan'ın ilk dönemlerini çağrıştıran, bir liberal hegemonya dönemini çağrıştıran “liyakatli kadrolarımız var, mutedil yöneticilerimiz var, diyaloga açığız, rasyonel bir şekilde yöneteceğiz” gibi bir imaj inşa etmeye başlandı. Çünkü şehirlerde kaybetti, ilk 25 şehirde Erdoğan kaybetti. Kalan şehirlerde ve taşrada; Orta Anadolu, Karadeniz, Doğu Anadolu'da farklı bir şekilde kazandığı için seçimi kazanmış oldu. Fakat şimdi önümüzde kazanması gereken büyük şehirler var. Bence tarzını birazcık bu seçim stratejisine göre daha ilk günden konumlandırmaya, yeni bir imaj yönetimi sürecine kabinesinde ekibiyle birlikte başladı. Tabii bunu sadece Erdoğan'ın mutlak oyun kuruculuğu ile değerlendirmek doğru olmaz. Devlet içerisinden de, müesses nizam içerisinden de belli talepler, belli pazarlıklar oldu.

Bence daha zayıf bir Erdoğan dönemi bizi bekliyor. Bu daha yumuşak, daha demokratik olacağı anlamına gelmiyor elbette. Uçurumun kenarından döndü. Seçime 2 ay kala hiçbir şansı yoktu. Kendisi de kazanamayacağı kaygısıyla, panikle davranmaya başlamıştı. Hatta parlamentoyu kaybediyoruz zaten ama acaba cumhurbaşkanlığını kurtarabilir miyiz gibi arayışlar söz konusuydu. Milliyetçi kesimin baskın olduğu coğrafyalarda Kemal Kılıçdaroğlu beklenen desteği alamadı ve bu durum seçimi kaybetmesiyle sonuçlandı. Ilk turda özellikle bu zafiyeti görüp oraya tahkimat yapmaya çabaladı.

Erdoğan yeni kabineyle birlikte nihai olarak daha yumuşak, daha restorasyon odaklı bir politik hatta yönelmiş gibi gözüktü. Kritik icracı bakanlıklar bürokratlara teslim edildi.

Devletin güvenlik bürokrasisi ile özellikle o müesses nizam ve tarif edilen homojen olmayan, kendi içinde parçalı, hatta farklı ekiplerle mücadele halinde de olsa aslında önemli bir gücü temsil eden kesimlerin daha etkin olduğu bir dönemin işaretleri ortaya çıktı.

Muhalefete dönerken iktidarın zayıflıklarına da vurgu yaparak dönelim. Bir Mehmet Şimşek faktörü ve ekonominin kendi tam ifadesiyle rasyonel olarak yeniden yönetilmeye başlanması söz konusu. Bunu devir teslim töreninde Necati'nin yüzüne karşı söyledi. Buradaki rasyonalite yani akıl, kimin aklı?

“İktidarın zafları muhalefet için yeni kapılar açıyor ancak muhalefet seçim sonrası dağınıklığıyla bunları değerlendiremiyor”

O sermayenin aklı, şimdi onu söyleyelim. O gün yaptığı bir açıklama var Mehmet Şimşek’in. Vergiyi tabana yayacağız dedi. Fakat şu an toplanan verginin %60-65’i zaten dolaylı vergiler. Yani gelir vergisi, kurumlar vergisi gibi şirketlerin, sermayenin, patronların ödediği vergi zaten toplam vergi gelirleri içerisinde çok küçük bir yere oturuyor. Çünkü sürekli vergi giderleri devlet tarafından teşvik adı altında siliniyor. Ya doğrudan vergi affı geliyor ya harcamaları bir şekilde gerekçeler indirilip vergi toplanmıyor.

Kimden vergi toplanıyor? İşte markete gidip peynir, zeytin alanından domates alandan, küçük atölyedeki esnaftan, o iş yapmaya çalışan, mal alıp satan insandan toplanıyor. Orta sınıfın da tüketim kapasitesi daraldı. Buradan topluyorsunuz ve daha da tabana yayacağız diyorsanız bu orta vadede seçim sonrasına kadar bir süreçte alım gücü düşüşü, hatta işsizliğe kadar gidebilecek bir sonuçları olabilecek bir dönüşüm. İktidarın hala bazı zaafları var. Ekonomiyi toplamaya çalışırken şimdi muhalefetin önünde bazı kapılar açıyor bu durum. Fakat muhalefet bu kapılardan henüz geçebilecek kadar birleşmiş değil, seçim sonrası bir bir dağınıklık söz konusu. Haliyle bu dağınıklığı iyi yönetebileceği kanaatinde değilim ben.

“Muhalefete oy veren seçmenin muhasebe görmesi gerekiyor.”

Halk büyük bir demoralizasyon halinde. Muhalif seçmenin açıklama duymaya, tatmin edilmeye ihtiyacı var. Bir muhasebe görmek istiyorlar. Kazanan, kaybeden, ne geldi, ne gitti bunu görmek istiyorlar. Sorunları, sorumluları karşılarında görmek istiyorlar. Fakat bununla ilgili bir doğru süreç yönetimiyle karşılaşmadıkları için öfkeleri katlanıyor. Öte yandan da parti içerisinde de ciddi bir boğuşma var. Kim iktidar? Yani bir partide iktidar değişikliği de dönüşüm olacak mı? Olacaksa kim devam edecek, bu süreci kim devam ettirecek şeklinde.

“Seçim 6 aylık büyük bir kalkışma, bir huruç harekatından ibaret değil”

Muhalefetin seçim kampanyası başarılıydı. Yani yaygın kampanya başarılıydı ama ne başarısızdı? Seçim demek, 6 aylık büyük bir kalkışma, bir huruç harekatından ibaret değildir. O taarruzu besleyecek ciddi bir istihdam, bir mühimmat birikimine ihtiyacınız var. Yani yıllara yayılan bir örgütlenme ve hazırlık.

Burada eksik kalınmış. Nereden biliyoruz eksik kalındığını? Sandık güvenliği meselesi bunun en iyi göstergesi. Sandık güvenliğini sağlayamıyorsanız zaten seçim örgütlenmesi yapmamışsınız demektir. Seçim örgütlenmesi de son 6 ayda olmaz. 3-4 yıl önceden itibaren başlar. Mahalleden başlar, iş yerinden başlar, işçiden başlar, okulda öğrenciden başlar. Şimdi böyle bir örgütlenme yapmamışsınız. Bu işin sorumluları kimler? 2 tane ana sorumlumuz var, birisi Oğuz Kaan Salıcı, örgütlerden sorumlu. Birisi de hukuk ve seçim işlerinden sorumlu Muharrem Erkek. İkisinin de ciddi zaafları olduğu ortada.

Oyu milyonlarca insandan istiyoruz. Çalışmayı milyonlarca insandan istiyoruz. Enerjiyi, vakti, hatta imkanı olanın parasını istiyoruz değil mi? Kampanya için bu, hepimizin geleceği için diyoruz. Hep beraber elimizi taşın altına koyalım. Eyvallah. Fakat seçimden sonra tabii ki yenilen muhasebe yapacak, yenilen içerisinde karışıklıklar veya bastırılmış olan husumetler bir şekilde ortaya çıkmaya başlayacak.

Asıl seçim başarısızlığından bahsediyorsak, muhalefette bir yere fatura çıkartmak gerekiyorsa Kemal Kılıçdaroğlu'ndan daha çok, ben olsam Akşener'e, daha doğrusu İyi Parti’ye çıkartırım. Çünkü oyunu oynattırmadı.  Akşener hatırlarsan 2018’de düşündüğünün çok çok altında bir oy almıştı.

Ardından yerel seçimlerde kendisine bırakılan hiçbir büyükşehri kazanamadı. Hatta o büyük şehirlerin kaybedilmesine sebep oldu. Çünkü CHP belki kendisi aday çıkartsa Balıkesir ve Denizli’yi alabilecekken alamadı. 

Bence en önemlisi, Kılıçdaroğlu’nu itibarsızlaştırma kampanyasına en büyük katkıyı da Akşener son anda masayı dağıtma hamlesi yaparak verdi. Bu hamlenin ne kadar tahrip edici bir sonuç yarattığını seçim sonuçlarıyla birlikte gördük. Toplumsal baskıyla tekrar geri döndü masaya ama bir kırılma yaratmıştı ve bu nedenle CHP tabanı ve kendi tabanı arasında çok oy kaybetti.

Yapması gereken kendi doğal tabanını toparlamak iken, mitinglerde CHP’li ailelere seslenerek kendi partisi için oy istedi. Muhalefet büyük şehirlerde oy problemi yaşamadı. Nerede yaşadı? İttifakın bir milliyetçi partnerinin etkili olduğu noktalarda yaşadı.

Oysa buralarda Akşener’den oradaki o muazzam kara propagandaya karşı koyması, onu boşa çıkartması beklenirdi. İyi parti sonuçta kendisini ülkücü olarak nitelendiren bir hareket.