Yeşil Gazete’den Cansu Acar’ın haberine göre, 2020’de evli olduğu kişinin yerine kendi soyadını kullanmak için açtığı davayı dört ayda kazanan Selin Karakartal, çocuklarının soyadı için açtığı davayı da kazandı.

8 Şubat 2022’de açılan dava 19 Temmuz’da sonuçlanıyor ve bu oldukça kısa bir sürece işaret ediyor. Fakat kadınların soyadı mücadelesi uzun yıllar öncesine dayanıyor. Karakartal’ın avukatı olan Ünal da kendi soyadı için 1996’da mücadeleye başlamış bir isim.

Selin Karakartal kendi soyadı davasını kazandıktan sonra, evlilik birliği devam ederken çocuklarının eşiyle birlikte kendi soyadını kullanması için hukuki mücadele başlatarak kazanıyor.

19 Temmuz’da gelen kararla ilgili İstinaf Mahkemesi’ne gidilip gidilmeyeceğinin belirsizliğini koruduğunu söyleyen Avukat Ayten Ünal, davanın Türkiye’nin hukuk sistemi açısından nasıl bir anlam ifade ettiğini şöyle anlatıyor:

“Kanun’da genel anlamda babanın soyadının kullanılması kuralının delinmesi anlamına geliyor. Kanundaki hükme göre; uluslararası hukuk ve Anayasa Mahkemesi kararının dolaylı olarak yorumuyla olumlu bir sonuç ortaya çıkıyor.”

“EŞİTLİK İÇERSİNDE BİR İLİŞKİ”

İsminin kimliğinin bir parçası olduğunun altını çizen Selin Karakartal ise, eşitlik içerisinde bir ilişki için önce ismini, sonra kimliğini ve buna bağlı olarak da bireyselliğini korumanın kendisi için önemini anlatıyor.

“Birçok yerde olduğu gibi Medeni Kanun’da da erkeklerin erkek olarak doğdukları için sahip oldukları ‘haklara’ sahip olmamamız erkeklerin bizi ikinci sınıf insan, hatta tapu taşır gibi nüfus kütüğümüzü babadan kocaya geçirmeleri ile adeta ‘mal’ olarak görülmemize, dolayısı ile üzerimizde çeşitli haklara sahip olduklarını düşünmelerine yol açıyor bence” diyen Karakartal çocuklarının soyadıyla ilgili davaya attığı adıma dair şunları söylüyor:

“Bu açıdan evlilikte ismimizi korumak yada sistemin bize tercih ettiğimiz soyadını -kendi soyadı, eş soyadı yada ikisi beraber ve hatta üçüncü ortak bir aile soyadı- kullanma hakkını tanıması gerektiğine inanıyorum. Bu sebeple ilk önce kendi soyadımı kullanmak için bir dava açtım ve şu anda artık evlilik ilişkimde kendi soyadımı kullanabiliyorum.”

“DAVA AÇMAK ETKİLİ OLUYOR”

Ünal, mahkeme kararının hukuki sürece etkisine değinerek “Anayasa’nın 90. maddesine göre uluslararası sözleşmeler ve mahkeme kararı kanun hükmündedir; Anayasa’ya aykırılığı dahi ileri sürülemez. Bu maddeye uyumlu bir karar oldu. Kanunlar biraz yetersiz kaldı ama bu süreç aşılmış oldu. Kanunda [Medeni Kanun 187, 321. maddeler] öyle olsa da sözleşme ve kararlar farklı olduğu için daha özgürlükçü ve eşitlikçi olduğu için Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları birlikte değerlendirildiği zaman ona göre bir düzenleme yapıldı” diyor.

Tek tek uygulamanın dışında kanunun değişmesi gerektiğinin altını çizen Ünal, “Bununla ilgili kanun çalışmaları var. Meclis’te bununla ilgili taslaklar ve öneriler var. Bazen çok dava açmak etkili oluyor. Bazen kanun değişikliği etkili oluyor” ifadelerini kullanıyor.

“ORTAK KARAR VEREBİLMEK BENİM İÇİN ÖNEMLİYDİ”

Aynı şekilde ilişkideki her türlü konuda olduğu gibi ebeveyn olarak da eşit haklara sahip olmaları gerektiğini vurgulayan Karakartal, “Nasıl ki ismine, okuluna, yediğine/içtiğine ortak karar veriyorsak çocuklarımızın soyadının da ortak olması benim için önemliydi. Dolayısıyla anne-baba olarak eşit olabilmek, ailenin babanın üzerine olmasındansa aile olarak seçtiğimiz soyadı ile bir aile kurmak istediğimi daha çocuk istediğime karara verdiğim zaman biliyordum” diyor.

İkinci çocuğuna hamile iken söz konusu soyadı mücadelesine giriştiklerini anlatan Karakartal, sadece büyük çocuğu için görülen davayla ilgili olarak şunları aktarıyor:

“Mahkemenin lehimize karar vermesi hem eşimle eşit olduğumu hissetmeme hem de çocuğum ile aynı soyadını taşıyarak kurduğumuz anne-çocuk bağımızın farklılık olduğu düşüncesi ile soru işaretleri ile sekteye uğramaması demek oldu.”

“RADİKAL BULANLAR OLDU”

Kadın örgütleri ile dirsek teması içinde hukuki sürece hazırlandıklarını söyleyen Karakartal, açtığı davanın diğer insanlar tarafından nasıl karşılandığını da şöyle anlatıyor:

“Kimilerince soyadı dava sürecimde böyle bir adım atmam cesurca, çocuklar için böyle bir şey düşünmemiz ise oldukça radikal bulundu diyebilirim. Çoğu kişinin yeterince önemli bulmadığını, her gün öldürülen kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nin Danıştay mücadelesi vs. derken isim konusunun haklar konusunda alt sıralarda kaldığını hissettim. Kimi yorumlar ‘böyle düşünceler varsa evlenmemek en iyisi’ şeklinde olurken, kimileri ‘ya, zaten ortalık karışık’ gibi, bazıları ise muhafazakâr toplumsal rollerden sıyrılamamış şekilde yaklaştı. Süreç bana önemli bir adım attığımızı ama hem toplumsal olarak hem de hukuki anlamda devam ederek bu konudaki kanun maddeleri değişene kadar daha mücadelemiz olduğunu da gösterdi.”

Selin Karakartal’ın bu konuda harekete geçmek isteyen diğer kadınlar için de bir mesajı var:

“Harekete geçmeyi ertelemesinler. Konu komşu ne der, toplum bunu nasıl karşılar diye asla korkmasınlar. Hem birey olarak hem de aile içinde ismimizi korumak bizim en temel haklarımızdan biri. Ve asla “bir kişiden ne olacak” ya da “kaç senedir evliyim, çocuğum kaç yaşında artık” diye düşünmesin kimse. Benim dava sürecim kadın hakları mücadelesinde kazanımlardan sadece biri. Unutmayalım ki hiçbir kazanım önemsiz ya da küçük değildir ve her kazanım eşitlik ve özgürlük haklarımızın inşasında yardımcı olacaktır.”

“KANUNUN DEĞİŞMESİ LAZIM”

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen imzaya karşı açılan yüzlerce davanın Danıştay’da olumsuz sonuçlanmasına da değinen Avukat Ayten Ünal, “Yargı çok bağımsız hareket etmediği için biz de ister istemez uluslararası arenada alınmış sonuçların daha gerisine gitmemek adına kanun değişikliği ve anayasaya aykırılık meselesinde ısrar edemiyoruz. Bağımsız bir yargı ve yasama organı olmadığı için, daha geriye gitmemek adına biraz tek tek uygulamalar üzerinde duruyoruz. Şu aşamada biraz kazanılmış hak olan süreçlerin üstüne çok gitmeme modundayız” diyor.

Çözümün kanun değişikliği olduğunu aktaran Ünal, “İnsanların yaygın olarak kullanabilmesi için kanunun değişmesi lazım” şeklinde konuşuyor ve ekliyor:

“Bizim de gerek Meclis’ten gerek kadın örgütlerinden her birlikte hareket edip bunu değiştirmek dilek ve temennimiz. Tek tek kadınların talepleri bunun bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor.”

“ULUSLARARASI ARENADA KADININ SOYADI”

Ünal, söz konusu mücadelenin uluslararası arenadaki son örneklerine dikkat çekmek üzere Birleşmiş Milletler (BM) düzeyindeki dokuz temel insan hakları sözleşmesinden biri olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ne (CEDAW) işaret ediyor.

Ayten Ünal, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi tarafından Temmuz 2022’de paylaşılan sekizinci periyodik raporda ( CEDAW/C/TUR/8 ) ‘köklü ayrımcılık klişelerin devam etmemesi gerektiği, toplumsal rollerin, ailenin bu konularda esnetilmesi gerektiği’ yönündeki maddelerin taleplerini destekler nitelikte olduğunu belirtiyor. Söz konusu maddeler ise şöyle:

24. Komite, köklü ayrımcı klişelerin devam etmesinden ve Taraf Devletin, kadınların ve erkeklerin aile ve toplumdaki rolleri ve sorumluluklarına ilişkin, kadınların anne ve eş olarak geleneksel rolünü aşırı derecede vurgulayan ve dolayısıyla bu rolü zayıflatan resmi açıklamalarının devam etmesinden endişe duymaktadır. Kadınların sosyal statüsü, özerkliği, eğitim fırsatları ve profesyonel kariyerlerinin yanı sıra kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin altında yatan bir neden oluşturmaktadır. Devlet yetkilileri ve toplum içinde ataerkil tutumların devam ettiğini ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin yerini giderek belirsiz bir şekilde tanımlanmış bir “cinsiyet adaleti” kavramının aldığını endişeyle kaydeder.

25. Komite, önceki tavsiyesini (CEDAW/C/TUR/CO/7, paragraf 29) hatırlatarak, Taraf Devlete, kadınlara karşı ayrımcılık yapan ataerkil tutumları ve klişeleri ortadan kaldırmayı amaçlayan kadın haklarına ve güçlendirmeye dayalı kapsamlı bir strateji benimsemesini tavsiye etmektedir. Bu tür önlemler, sivil toplumla işbirliği içinde, halkı eğitmek ve ayrımcı klişelerin kadınların insan haklarından yararlanmaları üzerindeki olumsuz etkileri konusunda farkındalığı artırmak için her düzeydeki çabaları içermelidir.