Uzun bir yol oldu bizimki. Darbeli, iç-dış savaşlı, hesaplaşmalı tam 99 yıl. Bazen NATO’nun, bazen AB’nin, bazen Rusya’nın, bazen IMF’nin ama bir türlü halkın olamayan Cumhuriyetimiz.
Silahı ve parası olanların yönettiği, zayıflığımızı gizlediği için gizemi iç rahatlatan ama beri taraftan tüm kirli çamaşırları ile hepimizin tanıdığı “derin devlet“ denen gruba çıktı yollarımız.
99 yıldır kim solcu, kim sağcı, kim liberal karar veremedik. 60 yıl devletçilik ‘tu kaka’ deyip 40 yıl sonra devletleştirmeyi konuşur olduk. Atatürkçülük bile koşullara göre yapıştırıldı sırtlara.
Batı’nın ne teknolojisini, ne ahlakını alamadık ama AB’ye girmeye kalkıştık. Ve 100. Yıl burnumuzun dibinde iken hâlâ kuruluş günlerinin hesaplaşması içerisindeyiz.
100. yılda, bütün yolların kesiştiği noktaya geldi ülke. İktidar yoksunu halk, sermaye, silahlı güçler ve ülkeden alacaklılar bir noktada buluştuk. Herkes gidişatın felaket olduğunu görüyor ama hiç kimse ödün vermeyecek gibi görünüyor. Ve biliyoruz ki aslında kimsenin “yolu yok.“
En basitini ele alalım. Hani şu mülkün temeli var ya, adalet! Mesela; vergimizi tam ödemeye hazır mıyız? Amca oğlunun tanıdığı olmayan devlet dairesinde sıra bekleyip mahdumu mahallemizdeki okula göndermeye razı mıyız? Hastanede sıra beklemeye, her alışverişte fatura kesmeye! Peki bir travesti ile komşuluğa hazır mıyız? Say sayabildiğin kadar.
Demem o ki hukuk çok masraflı iştir. Herkesle eşit olmayı kabullenmeden, her şeyi istemekte kararlı mıyız?
Kemal Tahir’in sorusundayız hala: Biz yol ayrımına bile gelemedik! Yol ayrımına, yolu olan gelir! Hani bizim yolumuz?
Yolu tarif etmeden yola çıkmak zor olacak. Nedir yolumuz? Yolunuz? Yolları?