Ruhsal travmalar; nesilden nesile aktarılabilir, dönüşebilir ve canlıdır. İşin ilginç ve yazımızı ilgilendiren yanı illa doğrudan başımıza da gelmesi gerekmiyor. Yani şiddete uğrayan bir kadın haberi izlediğimizde haberin servis şekliyle diğer kadınlar ve kendini kadın hisseden herkes ikincil travma yaşayabilir. Nasıl mı? Tam olarak şöyle…
Fiziksel ve ruhsal olarak yaranlamaya ve zarara sebep olan durumların tamamının “şiddet” olduğunu hemen hemen hepimiz biliyoruz; şiddete en fazla maruz kalanların kadın ve çocuklar olduğunu da... Yapılan araştırmalar bu duruma neden olarak en çok ataerkil toplumsal düzen ve cinsiyet eşitsizliğini gösteriyor. Kendi toplumumuza baktığımızda ise şiddetin her türlüsüne maruz bırakılan kadınlar ve itip kakmayı, kırıcı laf söylemeyi, “sadece bir tokat”ı şiddetten saymayan, erkekliğini kutsayan adamlarla göz göze gelmemiz kaçınılmaz. Peki ya travma bu işin neresinde? Beklenmedik bir anda gerçekleşen, yaşam bütünlüğünü tehdit eden, olay anında veya sonrasında kişinin korku, dehşet, çaresizlik, utanç ve suçluluk tepkilerine neden olan durumlar travmatik olabilir. Kesinlikle olur diyemeyiz; çünkü herkesin direnci ve dayanıklılığı farklıdır. Tüm bu farklılıklara rağmen şiddet, ruh sağlığı sorunları sebeplerindendir ve travmatik bir yaşam olayıdır. Bununla birlikte alt başlıkta da bahsi geçen ikincil travma ise doğrudan ilgisi olmadığı halde kişiyi travmatize eden olaylardır. Bu sebepledir ki medya, ikincil travmada önemli bir etkendir. Özellikle şiddet haberlerinde kadını suçlayıcı, aşağılayıcı ve hedef gösteren alt diliyle birlikte kullanılan görseller (ör: kolları bağlı bir şekilde başını dizlerinin üzerine dayamış çaresiz bir kadın), ataerkil yapının en büyük destekçisidir. Hatta bu duruma ekran travması da denilmektedir. Kitle iletişim araçlarını gün içerisinde bireysel olarak çok fazla kullananların, gündem konularını içselleştirmesinin kolaylaştığı araştırmalarla sabit. Örneğin; “gece geç saatte alkollü olduğu söylenen kadın..” cümlesi, okuyucu/izleyici farkında olsun ya da olmasın içselleştirilmesi istenen ataerkil yapının en cinsiyetçi düşüncelerinden biridir. Maalesef ki haberi takip edenlerin çoğunun farkında olmadığını haberin altına yapılan yorumlardan anlamak mümkün. Medya, kadın haklarını gözetmese neden o kadar çok haber yapsın ki? Zaman zaman kadına şiddet haberlerinin çok fazla sunulmasının nedeni de duyarsızlaştırma çabasından başka bir şey değil. Bunu en açık şekilde haberin sunumundan anlayabiliriz; ● Detaylı bir şekilde yöntem gösterme, vahşi kelimeler kullanma ● Faili temize çıkarma/aklamaya çalışma (kıskandığı eşini, aldatan sevgilisini, tüm gece birlikte eğlendiği kadını) ● Başınıza hiçbir şey gelmez merak etmeyin (...ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı) ve kapanış. Dolayısıyla şiddete uğrayan kadınlarla ilgili haberlerde kitle iletişim araçlarının tutumu ve toplumsal cinsiyet rollerine yapılan atıflar son derece önemli. Kadını değersizleştiren tutum ve ifadeler, izleyici/okuyucu konumunda bulunan kadın kimliğindeki herkesi de değersizleştirip hedef haline getirmiş oluyor ve ayrıca kıstırılmışlık, baskı, utanç ve suçluluk duygularını da pekiştiriyor. Özellikle de cinsel şiddet haberinde… Şule Çet cinayetinde medyadan “dilde R nasıl olmaz?” dersi Neden Şule Çet derseniz, “Cinsel şiddetin yeni medya diline yansıması ve etkileri” başlıklı tezimde yukarıda yazdıklarımın en bilindik örneklerinden biriydi Şule Çet. İlk haber olaydan 4 gün sonra bir kaç tane internet gazetesinde veriliyor. “Ayy yine bir kadın intihar etmiş.” duyarsızlığından sonra olay twitter’da tepki çektikten sonra yapılan haber sayısı artmaya başlıyor. Derken “intihar değil cinayet” söylemleri yükseliyor; ancak failler çok zengin ve Şule Çet, faillerin evinde alkol alıyor. Bunu fırsat bilen faillerin avukatı; iğrenç söylemlerde bulunup aklınca topluma “eee o da….” cümleleri kurdurtmaya çalışıyor ve maalesef ilk adli tıp raporuyla birlikte de alıştığımız süreç başlıyor. Özetle diyorlar ki: “maddi zorluk çeken kız, gece patronunun evine giderek alkol alıp eğleniyor. E zaten “bir kadın bir erkekle tenhada içki içiyorsa cinsel ilişkiye razıdır” (adli tıp uzmanı). Malum çocuklar da çok zengin, onların da başını belaya sokmayalım. Ha intihar ha cinayet ne fark eder?” Tabi kazın ayağı öyle olmuyor; çünkü toplum olayın peşini bırakmıyor ve failller “katil” olarak cezaevine gönderiliyor. Peki ataerkil yapının oluşturduğu toplumsal cinsiyet rollerini besleyen medya, halkın desteğini alan bu hem cinsel şiddet, hem cinayet olayında ne yaptı? Malum olduğu üzere medya önce bizi hiç şaşırtmadı ve “alkol, gece, kadın, tek başına, mini etek” anahtar kelimelerinden kullanabildiğini kullandı. Halkın desteğinin büyüdüğünü görünce “annesini küçük yaşta kaybeden üniversite öğrencisi”, “hem okuyup hem çalışmak zorunda kalan Şule Çet” gibi ifadeler kullanarak sanki masumiyetini öksüz, yetim veya yoksulluk üzerinden kanıtlamaya çalıştı. Yani illa da masumsa bu yüzden masum, acıdığımız için masum algısı yaratmaya çalıştı. Sanki kadının masumiyetinin kanıta ihtiyacı varmış gibi... Cinsel şiddet varsa konuşulacak tek şey fail(ler)dir! Toplumsal cinsiyet rollerinden güç alarak cinsel şiddet haberlerinde kadın kimliği değersizleştirilemez. Tecavüzün tek sorumlusu ve suçlusu tecavüzcünün kendisidir. Sorulacak tüm sorular bununla alakalı olmalı ve artık olmak zorunda. Konuyu daha açık ifade etmem gerekirse, bir kadın cinsel birliktelik kurmak için dahi gittiği yerde tecavüz edilemez! Kadının rızası olmadan yapılan bütün eylemler suçtur! VE HER BİR İNSANIN HAYATI CİNSİYETİNDEN, RENGİNDEN VE IRKINDAN BAĞIMSIZ OLARAK EŞİT VE ÖNEMLİDİR.