Haber: Av. Elifsu Dilek Şen

Kütlesi olan her şey birbirini çeker.Yer çekimi olmayıp gök itimi varsa.Çekim kuvveti kütlelerin çarpımıyla doğru orantılı, aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılıdır. Bunun sebebi gravitonlar.

Paralel evrenler, kuantum mekaniğinin çoklu dünyalar yorumundan kaynaklanır.

Olabilme ihtimali olan her şeyin gerçekten de olması.

Schrödinger'in Dalga Fonksiyonu; parçacıkların fiziksel niteliklerine yönelik olasılık dağılımını veren bir matematiksel formülün, gözlem veya ölçüm yapılması sonucu tek bir olasılığa dönüşmesini anlatır Kuantum mekaniğinin bu yorumuna Kopenhag Yorumu denir. Bu yoruma göre fonksiyon, bir olasılık çöktükten sonra diğer olasılıkların gerçekleşme ihtimali sıfır olur; yani pratik olarak yok olur.

Everett yorumuna göreyse bu olasılıkların hepsinin oluşma ihtimali eşit olarak vardır.

Fotonların izlenmesi, onların dalgaların ürettiği girişim deseninden parçacıkların ürettiği girişim desenine geçiş yapmalarını tetikliyor. Yani atomlar, siz onları izlemediğinizde dalgalar gibi, onları izlerken ise parçacıklar gibi davranıyor gibi görünüyor. Peki ama nasıl ve neden? Aslında buna cevap verebilirseniz Nobel Ödülü sizi bekliyor, diyor Tahsin Demirciler.

Gökyüzü şenliği

Bilinen "Çoklu Dünyalar Yorumu"nda, her evren her kuantum ölçümü yapıldığında (veya her yeni karar alındığında, her tercih) bir sürü yeni evrene ayrılır. Bu nedenle tüm olasılıklar gerçekleşir. Bazı evrenlerde dinozor öldüren asteroit Dünya'yı ıskaladı. Diğerlerinde, Avustralya Portekizliler tarafından kolonileştirildi. Bu evrende sen o kıza (ya da oğlana) aşkını ilan edecek cesareti gösteremedin ama paralel evrende, sadece 'sen' ona çıkma teklif etmekle kalmadın, on yıl sonra birlikte oldunuz.

"Ancak fizikçiler diğer evrenlerin gerçekliğini sorguluyor. Çünkü bunlar bizim evrenimizi hiç etkilemiyor. Bu bağlamda paralel evren, deneyi, gözlemi ve ispatı yapılamayan bir görüşten ibarettir.” diyor Tahsin Demirciler sunumunda.

Fotonlar da dahil olmak üzere evrenimizdeki her parçacık, "Higgs alanı" dediğimiz bir alan içerisinde hareket ederler. Bu insanın su içerisinde yüzmesine benzetilebilir ya da fırtınalı bir havada, rüzgâra karşı yürümeye. Nasıl ki su içerisinde veya rüzgâra karşı ilerlemek zorsa, parçacıklar da Higgs alanından geçerken zorlanırlar ve bu onlara kütle kazandırır. Farklı parçacıklar Higgs alanıyla farklı şiddetlerde etkileşime geçerler. İşte bu sebeple bazı cisimler daha ağırdır, diğerleri daha hafiftir. Fotonlar da Higgs alanından rahat geçerler ve alandan hiç etkileşmezler.

Bu ne anlama gelir? Fotonlar bu alanla etkileşmedikleri için, onların hızını kesecek hiçbir unsur yoktur. Bir diğer deyişle, serbest bir şekilde, hiçbir engele takılmaksızın uzayda hareket ederler. Dolayısıyla tek sınırları, halihazırda var olan sabit hızları gibi gözükmektedir. Bu hız fotonun, dolayısıyla herhangi bir diğer parçacığın da çıkabileceği en yüksek hızdır. Yani kim olursa olsun ve ne kadar yüksek teknoloji geliştirirsek geliştirelim, bu hıza asla ulaşamayacağız. Bunun sebebi ise çok basit: Kütlemiz var.Kütleli bir nesneyi istediğiniz gibi hızlandırabilirsiniz. Ancak şunu söylemeliyiz ki, ışık hızına ulaşabilmeniz için sonsuz enerjiye gerek duyarsınız.

Üzülerek söylüyoruz ki, evrende sınırlı bir enerji var., diyor Tahsin Demirciler sunumunda.

Peki bir maddenin aynı özelliklerdeki kopyasını ışık hızında başka bir yerde oluşturmak mümkün mü?

Bu tür bir ışınlama cihazının üç şeyi yapması gerekir: Birincisi, bir maddenin her atomun pozisyonunu ve türünü belirlemek;

İkincisi, bu bilgiyi –muhtemelen ışık hızında– uzak bir yere iletmek;

Üçüncüsü, bu bilgiyi kullanarak atomları bir araya getirip maddenin mükemmel bir kopyasını oluşturmak.

Bir de bu madde insan gibi bir canlıysa! Canlılığının devamı mümkün mü? Her parçacığın yerli yerinde olması gerekiyor diyor Tahsin Demirciler.

Kara delik, evriminin son aşamasına gelmiş çok büyük kütleli yıldızdır. Bazı kara delikler ise evrenin belirli aşamalarında çok fazla kütlenin bir araya gelerek sıkışması sonucu oluşmuştur. Karadeliği çevreleyen küresel bir yüzey olan olay ufkunun üzerinde kurtulma hızı ışık hızına eşittir. Olay ufkunun içinde ise kurtulma hızı ışık hızından daha büyüktür. Görelilik kuramına göre, kütleli ya da kütlesiz herhangi bir cismin ışıktan daha hızlı hareket etmesi mümkün olmadığı için bir kez olay ufkunu geçip karadeliğe düşen herhangi bir cisim bir daha karadeliğin çekiminden kurtulup dışarıya çıkamaz.

Beyaz delik, bir anlamda kara deliğin tersidir. Kara delikte, maddeyi içine çeken yoğun bir yerçekimi alanı vardır ve olay ufku adı verilen tek yönlü bir zara sahiptir. O olay ufkunu geçersiniz yakalanırsınız ve o kara delikten kaçamazsınız. Yerçekimi sizi ele geçirmiştir ve geleceğiniz kara deliğin merkezinde olmaya mahkumdur.

Beyaz delik bunun tersidir. Yani bir beyaz delik neredeyse anti-yerçekiminin sonsuz bir şekilde maddeyi fırlatmasıdır. Beyaz delikte, içeriden gelen şeylerin geçip evrene fırlatıldığı bir olay ufku vardır. Asla beyaz deliğin içine giremezsiniz. Yani kara delikte içeri doğru geçebilirsiniz ama dışarıya doğru geçemezsiniz, beyaz delikte dışarıya doğru geçebilirsiniz ama içeriye doğru geçemezsiniz.

Solucan deliği, çarşafınızı ikiye katlayıp sonra bir taraftan diğer tarafa küçük bir tünel yaparsanız olan şeydir. Sonra, çarşafınızın bir tarafından diğer tarafına geçmek için, çarşafın uzun yolunu geçmek yerine, sadece bu küçük tünelden geçmeniz gerekir.

Solucan deliğine giren cisim nedeniyle deliğin anında kapanması gerektiği ileri sürülmektedir. Deliğin kapanmamasının tek yolu negatif basınç ile beslenmesidir. Negatif basınç üreten bir madde ise henüz keşfedilmemiştir. Evrenin bir noktasında maddeleri dışa doğru iten bir delik varsa kara delik gibi görülmeyen değil görülebilir olmalıdır. Çeşitli dalga boylarında gözlem yapan teleskop ve gözlem araçlarınca bir beyaz delik keşfi gerçekleşmemiştir. Solucan delikleri şimdiye kadar bilim kurgu filmlerinde bolca kullanılan matematiksel bir metafizik olgudan öteye geçememiştir.

KARANLIK MADDE VE KARANLIK ENERJİ

İlk kez 1933 yılında gök ada kümeleri üzerinde çalışan Fritz Zwicky bazı gök ada kümelerinin teori ile gözlem verilerine dayalı kütle hesabı sonuçları arasında büyük bir tutarsızlık olduğunu fark etti. Sonuçları karşılaştırdığında teorik olarak hesapladığı değerin gözleme dayalı hesapladığı değerden yaklaşık on kat daha fazla olduğunu gördü. Kütledeki bu farkın ışık yaymayan dolayısıyla gözlem araçlarıyla gözlenemeyen ancak kütlesi olan bir maddenin varlığıyla mümkün olabileceğini ileri sürdü̈ ve bu maddeye karanlık madde adını verdi.

Karanlık Maddeye Ait Kanıtlar;

1.     Bazı gök adaların en dıştaki gaz bulutları merkezden o kadar uzaktadır ki gök adalarda gözlenen maddenin kütle çekimi bu gazları gök adada tutmaya yetmez. Gazların gök adadan dışarı savrulmaması ancak daha büyük bir kütle çekimi sayesinde mümkün olabilir.

2.     Gök ada kümesi içindeki gök adalar oldukça yüksek hızlarla hareket eder. Bu yüksek hıza rağmen kümenin dağılmasını gök adalar arasındaki karanlık madde engeller.

3.     Uzak gök ada ve kuasarlardan gelen ışığın Yer’e gelişinde yolu üzerindeki bir kütle nedeniyle bükülmesi sonucu oluşan kütle çekimsel mercekleme karanlık maddeyi işaret etmektedir

Karanlık madde kütleleri bir arada tutarken karanlık enerji negatif basınç uygulayarak gök adaları hızla birbirinden uzaklaştırarak evrenin büyük bir hızla genişlemesine neden olur.

Evrenin sonunu belirleyecek en önemli etken «karanlık enerji» dir.

ÖZEL GÖRELİLİK VE İKİZLER PARADOKSU

Özel görelilik kuramı, zamanın mutlak olmadığını, farklı gözlemciler için farklı hızlarla akSğını söyler. İkizler paradoksu, bu durum ile ilişkilendirilen bir düşünce deneyidir. Bir uzay aracıyla uzayda ışık hızına yakın hızlarla yolculuk yapıldığında araç içinde zaman genişlemesi meydana gelir. Yani araç içindeki zaman Dünya’daki zamana göre daha yavaş ilerler.

UZAYDAN GELENLER

Şayet evrenin herhangi bir yerinde bizden başka akıllı canlılar varsa onlar bize ya da biz onlara ulaşabilir miyiz?

Dünya’ya en yakın yıldız, Proxima Centauri, 4,2465 ışık yılı

En yakın gök ada:,Andromeda, yaklaşık 2,5 milyon ışık yılı

GJ 667Cc: Dünya’dan yaklaşık 23,6 ışık yılı uzaklıktaki bu öte gezegen, 0,83 Dünya'ya Benzerlik Endeksi (DBE) değeri ile şu ana kadar keşfedilen gezegenler arasında Dünya'ya en çok benzeyeni! Kütlesi Dünya kütlesinin yaklaşık 3,8 katı, Dünyamızdan biraz daha büyük (çapı Dünya’nın 1,54 katı) ve yüzey sıcaklığı 13°C.

Kepler-62e: 0,83'lük DBE değeri ile ikinci sırada. Yüzey sıcaklığı ise 29°C olan gezegen, bizden 1200 ışık yılı uzaklıkta. Yüzeyinde sıvı su bulunma ihtimali yüksek.Ancak şu andaki verilere göre dünyalıların gitmesi ya da uzaydakilerin gelmesi zor gibi görünüyor.

Fotonların izlenmesi, onların dalgaların ürettiği girişim deseninden parçacıkların ürettiği girişim desenine geçiş yapmalarını tetikliyor. Yani atomlar, siz onları izlemediğinizde dalgalar gibi, onları izlerken ise parçacıklar gibi davranıyor gibi görünüyor. Peki ama nasıl ve neden? Aslında buna cevap verebilirseniz Nobel Ödülü sizi bekliyor

Kütlesi olan her şey birbirini çeker. (Ya yerçekimi olmayıp gök itimi varsa!)

Çekim kuvveti kütlelerin çarpımıyla doğru orantılı, aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılıdır.

Sebebi: GRAVİTONLAR

 Kütlesi olan her şey birbirini çeker. (Ya yerçekimi olmayıp gök itimi

Çekim kuvveti kütlelerin çarpımıyla doğru orantılı, aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılıdır.

Sebebi: GRAVİTONLAR