“Egemenler için estetik bir mesele olan siyaset, işçi sınıfı gibi, tiyatro kurumları için de ‘ölmek ya da ölmemek’ anlamına geliyor artık” diye yazmışım Tiyatro... Tiyatro dergisinde; tarih Eylül 2020. “Babamı Kim Öldürdü”nün prömiyerinin hemen sonrası. Dün akşam oyunu bir kez daha izledim; bu kez direnen EnerjiSA işçileriyle birlikte. Oyun sonrası forumda yönetmen Kemal Aydoğan da aynı cümleye atıfta bulundu: “Siyaset egemenler için estetik bir mesele, bizim için hayat memat meselesi...”
Önce haber unsurlarını verelim; Ankara’dan direnen EnerjiSA işçileri, İstanbul’dan Enerji Sen üyesi işçiler dün akşam Kadıköy’e Moda Sahnesi’ne geldi. Sendika Başkanı Süleyman Keskin önce dışarda konuştu; sonra oyun sonrası forumda. İşçiler tek tek dertlerini, taleplerini, neden taa Ankara’dan kalkıp Moda Sahnesi’ne geldiklerini anlattılar.
Fransa’da Sarı Yelekli eylemlerinin aktif destekçesi oyun yazarı Edouard Louis, satırlarının bu denli gerçek olduğunu görse ne hisseder acaba? Moda Sahnesi’nin önünde işçiler, tiyatrocular ve izleyicilerden oluşan kalabalığa hitap eden Enerji Sen Başkanı Süleyman Keskin’in şu sözlerini mesela: “Onlar emeğe ve sanata düşmansa, emek ve sanat isyan olur.”
Büyük büyük laflar değil mi hepsi? Şakasız, sahiden çok büyük! Küçük küçük hayata geçiyorlar ama işte. Sessiz sedasız; duyuyor musunuz?
“GELMEK” DE BİR EYLEM BİÇİMİ
“Siyasetle ilgileniyor musun hâlâ?” sorusu işçi babanın oğluna sorduğundaki küçümseyici anlamından sıyrılıyor; anlam tersine dönüyor, soran değişiyor. Bakın, bu soruyu şöyle özetlemişim 2020’de “Neoliberal saldırının adım adım yarattığı ‘siyasetsiz amele sınıfı’nın özeti bu bakış açısında gizli; ‘özne’ olması gereken sınıfın ‘nesne’ haline gelmesinin de izahı burada."
Şimdi öyle mi? Moda Sahnesi’nin önünde hayat ve tarih dersi veren işçi sınıfı konuşuyor: “Bu saldırı sadece bize değil, faturasını ödeyemeyen milyonlarca emekçiyedir. Bu saldırı sanat üretmek isteyen tiyatro emekçilerinedir. Bu saldırı emeğiyle geçinmek isteyen tüm işçi kardeşlerimizedir. O yüzden buraya geldik.”
Yineleyelim; “...o yüzden buraya geldik.”
“Gelmek” de bir eylem biçimi çünkü. Üstelik harika bir eylem biçimi. Gelmek, görmek, dokunmak, konuşmak, gülümsemek, hissetmek. Yalnız olmadığını hissetmek, yalnız olmadığını hissettirmek.
Bu durumda “siyasetsiz kalanlar” kim sahi?
Sendika Başkanı Süleyman Keskin, sohbet esnasında, “Sadece işçilerle ilgilenin, niye toplumsal meselelerle ilgileniyorsunuz?” diye eleştirenlerden söz ediyor. Elektrik dağıtımındaki peşkeşi detaylarıyla anlatırken varılan menzillerden biri bu: “Sadece kendi derdinizle ilgilenin... Sadece kendi...” Hayret, birkaç saat önce yapılan bir başka sohbetin de konusuydu bu! Dünya ne küçük, ne güzel anlatıyor işçiler.
BİR BÜYÜK OYUN: “ELEKTRİĞİMİ KİM KESTİ”
Hepsini aktarmak ne mümkün, su gibi konuşuyor işçiler: “Ellerim 17 yıldır pense tutuyordu. Kelepçelerle durdurulmaya uğraşıldı. Benim pensemin kelepçeyi keseceğini, bunların akıllı saat diye taktığı saatlerin Moda Sahnesi'nin elektriğini kesemeyeceğini anlamışlardır. Çünkü neden, biz içimizden geldiği gibi bu hayatı yaşayan kişileriz".
Üstüne söze gerek yok; bir başka işçi “Ben 17 yıllık işçiyim; Sabancı çok yeni” diyor. Sahibi benim, vurgusu bu. Bizden esirgenen elektriğin sahibi! “Devin karşısına çıkmışsınız, sizi yutarlar” diye öğüt veren, ayar veren akrabalarını anlatıyorlar. Yanıtları plazalar önünde yaptıkları eylemden: “Megagon benim elimde, demek ki ben haklıyım.”
Edouard Louis’in Sarı Yeleklileri, EnerjiSA’nın kırmızı önlüklüleri, hepsi benzer yerlerden yorumluyorlar hayatı... Bazen oyun, yönetmen öyle kurgular ki oyunu, nerede başlar, nerede biter tam çözemezsin. Bu kez “yönetmen”in pek bir numarası yok! Hayatın kurgusu bu. Saat 19.50’de Enerji Sen Başkanı Süleyman Keskin’in çay içerken anlattıkları da “oyun”a dahil, 20.10’daki eylem de, 20.30’da devleti izleyiciye şikayet eden başlama anonsu da. Shakespeare de bizden, hayat bir sahne! 22.45’te başlayan işçi forumu “oyun”un en vurucu yeri!
“Babamı Kim Öldürdü” oyunun içinde bir epizod; yeni isim “Elektriğimi Kim Kesti”. Bakın yine soru işareti yok; soru değil çünkü. Yanıt aynı, biliyoruz. Fail aynı!
“ŞEFLE İYİ GEÇİNSEN DE...”
Bazı günler, bazı olaylarda bir şarkı takılır aklıma, beynimin içinde dolanır durur. Bir süre “Kardeşin duymaz el oğlu duyar” yankılandı dün akşam. 80’lerden, 90’lardan yankılanan tanıdık bir ses: “Susarlar sesini boğmak isterler”, “Çoğalır engeller yürür gidersin”, “Nice selden sonra kumdan ötede”, “Umudu kesip de incinme sakın”... Kardeşin duymaz! "Kardeş" denilenler pek duymuyordu, galiba ondan.
Forumdan sonra bu ses kayboluverdi; değişti şarkı. Tiyatro şarkılarının eşsiz sesi Timur Selçuk’a bıraktı yerini, Çiğdem Talu'nun yazdığı sözlere. Böyle de gider bir süre.
“Şefle iyi geçinsen de
Bugün için sevinsen de
Çıkmaz bu yol, çıkmaz bu yol
Çıkmaz bu yol bir yere
Nereye Payidar, nereye?
Seninkiler direnişte
Bir sen yoksun içlerinde...
Gönlün yoksa ezilmeye
Sen de katıl direnişe
İşçilerle, işçilerle, işçilerle el ele...”
Hamiş: Hafızayı tazelemek iyidir; tam vakti. Linklerden açıp dinleyiverin Payidar’ı; ister Timur Selçuk’tan, ister Ozan Çoban – Güneş Demir’den... Arkanıza yaslanın, gözünüzü kapatın, dinleyin, gözünüzün önünde beliren imgeleri takip edin sonra. Yanılmazsınız.