John Berger der ki; “Fotoğraflar başka hikayelere açılan kapılar gibidirler. Bazı fotoğraflar, özellikle acının yaşandığı anların, nasıl insanı içine alıp yuttuğunu ve sonrasında keder ve öfke ile bize yetersizlik duygusu verdiğini ve başkasının çektiği acıda nasıl kaybolduğumuzdan bahseder. Bu kayıp, kişide başka izler yaratıp kendi içinde bir bağlam yaratır. Ve ayrıca, fotoğraf kaydedilen anın bağlamı korunduğu için süreklilik içinde yaşamayı sürdürebilir. Bu bağlam, fotoğrafta anlatılan yerin zamanına geçer ve bir yaşam öyküsünü barındırır. Anlatılan zaman, toplumsal bellek tarafından benimsendiğinde tarihsel zaman olur.”

İnsanoğlu fotoğraf çekmeye neden ihtiyaç duyar? Ölümlü olduğumuz ve bir gün öleceğimiz gerçeği ortada dururken, unutulmasını istemediğimiz bir anı ölümsüzleştirme çabası belki de. İlkel çağlardan beri duvara çizilen resimler daha sonra usta ressamlara yaptırılan portreler kalıcı olma isteğinden kaynaklanmıyor mu? Bütün bu unutmalara karşı elimizdeki tek somut gerçeklik fotoğraf.

Günümüzde teknolojinin gelişmesi ve sosyal medya uygulamaları sayesinde fotoğraf anlayışı oldukça değişti. Fotoğrafın tüm anlamıyla başka bir boyut kazandığı bu dönemde her gün defalarca kez sosyal medya üzerinden fotoğraflara bakıyoruz. Psikoloji bilimi ‘bakma’ eyleminin hisleri tetiklediğini söyler. Durağan bir görüntü olan ‘fotoğraf’ bir süre sonra akla ve kalbe hitap eden güçlü görsel bir kültür haline geliyor. O zaman bu eylemi yukarıdaki bu fotoğraf için yapalım. Sona ermiş bir zamanda çekilen bu karede gördüğümüz nedir? Fotoğrafçının fotoğrafı çektiği gerçeklik ile bizim gördüğümüz gerçeklik aynı mıdır? Bu fotoğraf ilk bakışta bize sona ermiş bir zamanda bir annenin kucağında uykuya dalmış masum bir çocuktan ve döneme ait elbiseleri ile tarihinden bahsediyor. Annesinin güvenli kollarında huzurla uyuyan bu çocuk fotoğrafına bakıldığında aslında her şey çok normaldir. Oysa fotoğrafın, gördüğümüz bu gerçekliğin çok ötesinde farklı bir gerçekliği var. Fotoğraftaki çocuk ölüdür. Defnedilmeden hemen önce cansız bedeni, zamanın ve mekânın içinde sıkışıp kalmıştır. Hem zamanda hem de mekânda ölümü hissedersiniz. Hafızayı canlı tutmak için çekilmiş bu kare aslında kendi gerçekliği ile birleşince duygularımızı bir anda alt üst eder. Günümüzün fotoğrafları ile derin bir uçurum yaratan bu çalışmanın adı Post-mortem. Türkçe karşılığı tam olarak ‘ölüm sonrası’. İnsanların öldükten sonra fotoğraflarının çekilmesi istemine ‘memento mori’ (ölümü hatırla) de diyebiliriz. Ölüm olgusunu hafızada canlı olarak tutmak için çekilen bu fotoğraflar 19. yüzyıl Avrupası’nda ve Amerika’da yaygın olarak görülen bir fotoğraflama tekniğiydi.

O dönemlerde kimi zaman salgın hastalıklar, kimi zaman savaş nedeniyle erken yaşta ölümler çok sık rastlanan bir durumdu ve bu nedenle ölüm daha doğal karşılanıyordu. Fotoğrafçılığın henüz daha gelişmediği 1800‘lü yıllarda fotoğraf çektirmek sadece soylu ve zenginlere sunulan bir hizmet olduğu için çoğu insan bundan faydalanamıyordu. O nedenle post mortem ölen kişinin ilk ve son fotoğrafı oluyordu. Bu teknik çok lüks olarak kabul edilse de ölen kişiyi hatırlamanın tek yoluydu. Bize ne kadar ürkütücü gelse de dönemine göre yas sürecinin bir parçasıydı ve ölen kişiden geriye kalan, onu hatırlatacak tek anıydı. Çok ince düşünülerek kurgulanan bu fotoğraflarda uzun pozlama yapılması gerektiğinden ölü olan kişi daha net çıkarken hareketli objeler flu çıkıyordu. 20. yüzyılda fotoğraf maliyetinin azalması ve kitleler tarafından daha kolay ulaşılabilir hale gelmesi ile birlikte 19. yüzyılda kullanılan Post mortem tekniği de artık yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Toplum, ölüm gibi trajik olayları fotoğraflamayı bıraksa da günümüzde Doğu Avrupa gibi bazı bölgelerde tabuttaki cansız bedenler halen fotoğraflanmaktadır. Ölüm ritüelleri toplumlara ve dönemlerine göre farklılık gösterse de ortak nokta aslında yine “HATIRLAMAK”. Ölen kişiyi hatırlamanın en güçlü kanıtı olan fotoğraf şimdiki zamanda sadece insana ölümlü olduğunu hatırlatıyor. Bugüne ait olmayan bu fotoğraflar ise bize yıllar sonra bile hatırlamak ile unutmamak arasında farkı anlatacaktır. Fotoğrafa dönüşmüş anlar ise ölümlü olduğumuzu sonsuz zamanın üzerine bir iz bırakarak ilan ederler sessizce.