Geçmiş zamanların müttefiklerinin bugün müttefikliği ne kadar samimi bilemeyiz, ancak Türkiye’nin son dönem dış politikasında Amerikan işbirliğine vurgu yaptığı gözlerden kaçmıyor. Bunu da ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararıyla kendine yeni misyon biçen Türkiye’nin yeni politik hamlesinden anlamak mümkün. Erdoğan için Afganistan misyonu ise sağlam bir Amerikan işbirliği garantisi arayışından başka bir şey değil.
14 Haziran’da Brüksel’de gerçekleşen NATO Zirvesi’nde yanyana gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden’ın öncelikli ele aldığı konuların başında Afganistan geliyor. Hatırlanacağı üzere, AKP iktidarının ABD ile pratikte yürüttüğü ilk ortaklık coğrafyası Afganistan toprakları olmuştu. Dünya politik gidişatının hala karanlık çağında kalmış olan Afganistan’da, Taliban ile mücahitler arasında süregelen çatışmada ABD ile birlikte hareketinden övünen Türkiye, bugün Afganistan’da bayrağı devralmaya hazırlanıyor. Bunda ABD’nin 20 yıl süren savaşından sonra bugün Afganistan’dan çekilmesi hususu var. Ancak elbette Türkiye’nin bu bayrağı devralmada bazı koşulları olduğu açık. Bunu Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın siyasi, mali ve lojistik destek alındığı ölçüde Afganistan'da kalma niyetini dile getirmesinden anlıyoruz.
Bu konu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman’ın 24 Mayıs’ta gerçekleşen Ankara ziyaretinde de görüşülmüştü. Öyle ki, görüşme sonrası Türkiye Dışişleri Bakanlığı’ndan “Türkiye-ABD ilişkilerinin stratejik niteliği teyit edilmiştir” sözleri gelmişti. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin edindiği yeni Afganistan misyonu ABD ile ilişkilerde stratejik işbirliğinin yeni bir boyutunu teşkil ediyor.
Ancak bu Afgan misyonunun ABD çıkarları gölgesinde olduğunu her zaman akılda tutmak gerekiyor. Türkiye’nin Afganistan’da yapacağı, belli koşullar altında bayrağı devralarak aslında tabiri yerindeyse bakıcılık yapmak. Nitekim, ABD’nin çekilme kararı Afganistan’a müdahale ederken dikkate aldığı jeo-stratejik hesapları çöpe atmıyor. Bilakis, Afganistan-Hindistan ekseni hala ABD çıkarları gözetiminde. Ayrıca, doğalgaz, petrol ve maden rezervleriyle kıymete binen Asya’daki jeo-stratejik değişim de ABD’nin dikkatte tuttuğu bir diğer unsur. Dolayısıyla, ABD’nin Afganistan’ı tamamen Türkiye’ye vermesi iddiası doğru değildir.
HAMİD KARZAİ HAVALİMANI’NIN TÜRKİYE TARAFINDAN İŞLETİLMESİ
Bir önceki NATO görüşmesinde görüşülen Kabil’deki Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’nın işletilmesi ve korunmasının Türkiye tarafından üstlenilmesi seçeceğinin dikkate alınması gündeme gelmişti. Konu, 14 Haziran’da gerçekleşen Erdoğan-Biden görüşmesinde de öncelikli konular arasında ele alındı. Görüşme sonrası Erdoğan, konunun belli koşullarda düşünülebilecek bir mesele olduğunu dile getirdi. Ancak, havalimanının işletilmesinin buradaki uluslararası güvenliği sürdürebilmesi açısından maliyeti hiç de az olmayacaktır elbette.
Peki Türkiye Afganistan’da sadece Kabil’deki havalimanın işletilmesinden mi sorumlu olacak? NATO şemsiyesi altında Kabil’de bulunan Türk askeri, varlığını şimdiye kadar sadece şehir merkezinde ve Havalimanı çevresinde bulunduruyordu. Ancak anlaşılıyor ki şimdi Türkiye ABD’den alacağı mali ve lojistik destekle daha fazla sorumluluk almayı ve Afganistan’da güvenliği sağlayabileceğini düşünüyor.
TÜRKİYE AFGANİSTAN’DA GERÇEKTE NE YAPACAK?
Türkiye ile Afganistan’ın tarihsel ilişkilerine bakıldığında Türkiye’den Afganistan’da modern kurumların inşasından, Sadabat Paktı’ndaki işbirliğine kadar olumlu unsurlar göze çarpıyor. Günümüzde ise Taliban’ın müttefiki Pakistan’ın Türkiye ile iyi ilişkiler içinde oluşunun olumlu etkisinden söz edilebilir. Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye’nin Taliban’ın düşmanlığını çekmeden ılımlı diplomatik bir süreç düşündüğünü varsayabiliriz.
Ancak son 20 yıldır Taliban ile çatışmalarda Türkiye ABD’nin safında yer almıştı. Şimdi ise Afganistan Taliban’a bırakılarak kısmen terk ediliyor. Peki nasıl bir Taliban arkada bırakılıyor? Türkiye’nin ılımlı öngörüleri doğru çıkacak mı? Çıkmadığı ölçüde Türkiye’ye güvenlik garantisini ABD ne kadar verebilecek? Öyle ki, Taliban sözcüsü Suhail Shaheen’ın açıklamaları, “Türkiye 20 yıldır NATO kuvvetlerinin bir parçasıydı. O nedenle ABD ile 29 Şubat 2020’de vardığımız anlaşma uyarınca onlar da Afganistan’dan çekilmeli. Öte yandan Türkiye büyük bir İslam ülkesi. Afganistan’ın tarihi ilişkileri var. Ülkede yeni İslami hükümet kurulduğunda, Türkiye ile yakın ve iyi ilişkiler kurmayı umuyoruz” şekilde geldi.
Öncelikle Taliban karşıtı savaştan çekilme hamlesi, Taliban’ın bu işe intikam koymadan kabul etmesini çok iyimser karşılar. Nitekim Taliban’ın bu süreçte daha da güçlendiği bir gerçek. Bugün Kabil’in yönetiminin büyük kısmı Taliban’ın elinde. Daha şiddetli bir İslam yönetimi istediği de notlarımız arasında. Bu durum ülkede IŞİD'e daha fazla yer açılmasını tetikleyebilir nitelikte.
Türkiye’nin yaptığı hesaplarda ise daha ılımlı bir Taliban görüntüsü mevcut. Taliban’ın esnek bir çizgiye kaydığı anlayışıyla hareket ediliyor. Ancak Türkiye, ABD işbirliğine gideceğim derken “gözetmenlik” yapacağı yerden daha da enkazın içine çekilmesin!
ABD İLE İŞBİRLİĞİNE VURGU
Diğer taraftan Türkiye’nin rolü özellikle ABD açısından gerektiği durumda sahaya yeniden müdahale edebilmek için ardında bıraktığı bir aktör olarak görülebilir. Olumlu bir açıdan bakarsak, gelecekte olacak tüm Afgan meselelerine Türkiye ev sahipliği yapacaktır, bu da ABD ile işbirliğinin parçası olmaktan kopuşunu engelleyecektir. Türkiye’nin de istediği bu değil mi?
Kısacası, Türkiye’nin bu görevi ABD ile işbirliğine vurgu olarak aldığını gözlemlemek mümkün. Bunun dışında Türkiye Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen arzu, ABD yönetimiyle sadece Afganistan üzerinden değil, Akdenizdeki Libya ve Suriye hattı üzerindeki işbirliğini sürdürerek, Gürcistan, Ukrayna, Polonya hattında Karadeniz'e ve Kafkasya'ya kadar birçok alanda işbirliği içinde olmak. Bu durum Türkiye’nin konumunun sarsıldığı NATO’da da hanesine artı yazılacak bir unsur olacaktır.
Ancak Afganistan bilindiği gibi Sovyetlerin müdahalesinden bu yana birçok güç için zeminin çöktüğü yer, adeta bir bataklık! Taliban’ın da Türk askerini istemediği hususu hesaba katılırsa, Türkiye’nin epey zorlanacağı bir mesele olacağa benziyor.
Peki ya Türkiye aynı Suriye ve Libya’da olduğu gibi savaş sonrası enkazın içine saplanacak ve dış politikasını buralardaki bataklıkta yürütecek bir ülke haline gelirse?