dokuz8 TV

Ayhan Bilgen: "Türkiye'nin 2023'e doğru kimin tarafından değil, nasıl yönetileceği önemlidir"

dokuz8GÜNDEM Özel programında Gökhan Biçici'nin konuğu olan Kars Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen, erken seçimin iktidar açısından bir tercih olarak değil bir zorunluluk olarak gündeme geleceğini söyledi. Anayasa tartışmalarına da değinen Bilgen, Cumhuriyet'in 100.yılı olan 2023'e üç yıl kaldığını hatırlattı ve yüzüncü yıla demokratik bir anayasayla girme ihtiyacına vurgu yaptı: "Türkiye'nin 2023'e doğru kimin tarafından değil nasıl yönetileceğin önemlidir."

Abone Ol

dokuz8GÜNDEM Özel programında Gökhan Biçici'nin konuğu olan Kars Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen, erken seçimin iktidar açısından bir tercih olarak değil bir zorunluluk olarak gündeme geleceğini söyledi. Anayasa tartışmalarına da değinen Bilgen, Cumhuriyet'in 100.yılı olan 2023'e üç yıl kaldığını hatırlattı ve yüzüncü yıla demokratik bir anayasayla girme ihtiyacına vurgu yaptı: "Türkiye'nin 2023'e doğru kimin tarafından değil nasıl yönetileceğin önemlidir."

Kayyumlarla kıskaca alınmaya çalışılan HDP'nin elinde kalan tek kent belediyesi olan Kars Belediyesi Eş Başkanı Ayhan Bilgen dokuz8GÜNDEM Özel'de Gökhan Biçici'nin sorularını yanıtladı.

Gökhan Biçici: Sizce erken seçim olacak mı?

"TÜRKİYE BİR YOL AYRIMINDA"

Ayhan Bilgen: Seçimin bir tercih değil ama bir zorunluluk olarak Türkiyenin önüne geleceğini düşünüyorum, seçim en az kötü seçenek olarak iktidarın önüne gelecek, çünkü başka sıkışmaların, tıkanıklıklar olduğunu, farklı çözümsüzlüklerin olduğunu ve bunun büyük bir toplumsal gerilime dönüşme riski taşıdığını iktidar çevreleri de görüyorlar. Bunun yansımalarını ırkçılığa karşı tepki olarak Amerika'da görüyoruz, başka yerlerde de Avrupa'da da, Ortadoğu'da benzer örneklerin önümüzdeki günlerde yaygınlaşacağı yani sadece bir salgın, sağlık krizi olmaktan çıkıp büyük bir sosyal patlamayı beraberinde getirecek ekonomik krizle karşı karşıya kalacağımız herkes yazıp çiziyor. Burada seçim bir tercih olmaktan çok bir zorunluluk mecburiyet olarak Türkiye'nin önüne hem de çok kısa süre içinde gelecek, belki bunu biraz daha ertelemek için geciktirmek için bakanlar kurulunda bir takım revizeler, ya da seçim sistemi, siyasi partiler, anayasada kimi kısmi değişiklikle belki bir gaz alma, yeni denge oluşturma, zaman kazanma yoluna gidilebilir ama bunun ben bir dikiş tutabileceği kanaatinde değilim. Türkiye'de ne dış borç yönetilebilir noktada ne iç piyasalardaki durgunluk öyle. Önceki döneme bile ulaşmak, orayı bile yakalamak, iyi ihtimalle bir kaç yıla ihtiyacımız olduğunu hemen hemen herkes söylüyor, sadece iktidara yakın olan ekonomistler küresel piyasalardan kaynaklı diyerek bizden kaynaklanan boyutlarını görmezden gelmeye çalışıyorlar, ama kimse çok iyi durumdayız diyemiyor, bunun siyasal sonuçlarının olacağı kanaatindeyim. Ben iktidarın yeniden güven tazeleme ihtimalimi zayıf görüyorum, bunun tek istisnası muhalefetin yapabileceği vahim hatalar, muhalefetin yürüteceği stratejideki handikaplar iktidara belki bir kez daha imkan verebilir, yoksa bunun dışında toplumun hem olgularla ilgili yaşadığı tablo, hem de algı dünyasının buna çok imkan vermeyeceği kanaatindeyim.

Gökhan Biçici: Erken seçime mecburlar dediniz, ABD yanıyor bir yandan, diğer yandan Gezi direnişinin 7'inci yıl dönümünü geride bıraktı, hatta bu ikisi arasında paralellikler de kuruluyor ki gerçekten çok benzer görüntüler yayılıyor, diğer yandan İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü yüklü miktarda gaz kapsülü gibi ekipmanlar için ihaleye çıkıyor. Bir de Gezi direnişinden sonra her bir seçim yapıldı Türkiye'de ve genelde de bu seçimleri AKP merkezli ittifak kazandı. Ama 31 Mart'ta çok başka bir tablo ortaya çıktı, her yıl seçime güven tazeleyen AKP, sandıktan çıkamaz hale geldi, böyle bir sıkışma yaşıyor.Bu tablo sizi kaygılandırıyor mu yoksa yeni olanaklar anlamına mı geliyor?

"SANDIKTAN ÇIKMANIN SOSYOLOJİK İMKANI KALMADIYSA SANDIKTAKİ KURALLARI DEĞİŞTİRME YOLUNA GİDECEKTİR"

Ayhan Bilgen: İktidar için sandıktan çıkmanın sosyolojik imkanı kalmadıysa sandıktaki kuralları değiştirme yoluna gidecektir, çünkü ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmayı kendisi için vazgeçilmez gören bir algı var. Elbette ki buna gücünün yetmediği noktalar da oluyor. İşte 31 Mart sonrası İstanbul'da tekrar eden seçim bunun en net göstergesi, planladığınızın tersi sonuçlar doğurduğu vakalar da var. Türkiye bunu daha önce de test etti, Özal örneği iktidar ömrünü uzatmak için seçim kanunlarıyla sıkça oynardı ama bunların hiç birisi durumu kurtarmaya yetmedi. Toplum şiddete başvurmadığı sürece haklarını özgürlüklerini sonuna kadar her yerde sosyal medyada da sokakta kullanabilmeli. Bir ülkede seçim yapılıyor olması demokrasi için gerek şartıdır, ama yeter şartı değildir. Türkiye'nin de Osmanlı'nın da son dönemide öyle seçimler yapıldı ki göstermelik olduğu, "eli sopalı seçim" tariflerinin olduğu seçimler var. Dünyada da örnekler var, iktidarların sandıktan yüzde 90'la çıktığı ülkeler var ama kimse onları demokrasi liginde görmüyor. Buralarda asgari liberal, klasik demokrasi standartlarının dahi olmadığını biliyorlar. Dolayısıyla Türkiye bence bir yol ayrımında, riskli olan ama aslında zorunlu olan bir yeni anayasa sürecini başlatmaktadır.

"BAŞKANLIKLA PARLAMENTER SİSTEM ARASI BİR UCUBE DAYATIYORLAR"

Bu başlatılmadığı müddetçe, bu yönde bir uzlaşma, bir ortaklaşma, bir asgari müşterekler üzerinden bir anayasa gündemi inşaa edilmediği müddetçe bu süreç başkanlıkla parlamenter sistem arası ucube bir mekanizmaya dönüşecektir. Bazı muhalefet partileri de sanki iktidar tarafından pazarlık ya da taviz konusu yapılabilirmiş gibi de buna teşne olmak eğiliminde gibi gözüküyorlar. Hatta "Bakın işte başkanlık sisteminden geri adım attırdık" diye propaganda etmeye çok eğilimli, istekli gözüküyorlar. Bence bu baştan sona yanlış bir strateji. Her sistem kendi tutarlılığıyla sorgulanır, iyi sistem kötü sistemden önce sistem tutarlılığı ele alınmalıdır.

"BAŞKANLIK SİSTEMİNİN OLMAZSA OLMAZI İKİ TURLULUKTUR"

Başkanlık sisteminin olmazsa olmazı iki turluluktur. Başkan olacaksa bunun yüzde 50+1 ile olması gerektiği nettir. Siz ama hem başkan gibi olsun yetki kullanırken ama seçilirken yüzde 50+1 şart olmasın ilk turda kim çok oy alıyorsa o kazansın derseniz o artık bir sistem olmaktan çıkar. Dolayısıyla yanlışlarını bile test edemezsiniz çünkü o seçim modelinin hangi sistemde bir anlam ifade edeceğini tespit edemezsiniz, üzerinde konuşamazsınız. Bu anlamda kimi manevraların iktidar bloku tarafından meclisin gündemine getirilebileceğini düşünüyorum, umarım ki muhalefet partileri bu noktada iyi sınav verebilirler.

Gökhan Biçici: Sürekli muhalefet ile ilgili kaygılar dile getiriyorsunuz. 31 Mart 2019 seçimlerini kazandıran formül biliniyor: Millet İttifakı ve bu ittifakın Büyükşehirlerde HDP tarafından desteklenmesi. Sandık ve seçim matematiğine göre bu formülde ısrar etmek gerekiyor ancak İyi Parti ile HDP arasında bir takım tartışmalar oldu, bir takım farklı ittifak senaryoları üzerinde tartışmalar var, siz bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Muhalefet ne yapmalı? 

Ayhan Bilgen: Siyasetten en önemli şey doğru bir strateji, doğru bir yol haritası ve sağlıklı bir planlamadır. Siz eğer sorunu kişilere indirseniz kendinizde keramet görmeye başlarsınız ve aynı yoldan gidip sırf siz olduğunuz için doğru hedefe ulaşacağınızı sanırsınız. Türkiye'de bugünkü ittifakın en büyük handikapı HDP başta olmak üzere bir dışlamayı, bir nefret dilini, öfke siyasetini ve kamplaşma siyasetini tercih ediyor olmasıdır, sistemin yumuşak karnı budur. Şimdi bunun kötü bir taklidini muhalefet partileri bir daha inşaa ettiğinde iktidardan daha çok milliyetçi oy falan çalmış olmazlar, galiba bu anlamda bir yanlış hesap yapılıyor.

"ASGARİ ZEMİNDE BULUŞMAK GEREKİYOR VE BU ZEMİN DEMOKRATİK ANAYASA ZEMİNİDİR"

Evet herkesin kendine yakın mahalleleri var, siyasette ne yazık ki gettolar, kamplar, mahalleler bir realite. İyi Parti'yle HDP'nin seçmen geçişkenliği son derece düşük, MHP'yle HDP'nin ki son derece düşük. HDP daha çok AKP'deki muhafazakar Kürt seçmene hitap edebiliyor veya CHP'deki daha sosyalist, demokrat seçmene hitap edebiliyor. Dolasıyla burada HDP'nin kurduğu dilin söylemin, aynen İyi Parti tarafından tekrar edilmesini beklemek gerçekçi değil. Ya da yeni kurulan iki partinin dönüp sanki yılların sosyalist partileriymiş gibi siyaset yapmasını beklemek, istemek yanlış hesap yapmaktır. Burada herkes birbirine benzesin, tüm muhalefet partileri aynı telden çalsın demiyoruz. Ancak bir asgari zeminde uzlaşmak gerekiyor, işte bu zemin bir demokratik anayasa zeminidir. Siz birilerine özel bir jest yapmak için değil, kürtlerin oyunu almak, onların gönlünü kazanmak için değil, ya da işte alevilerin mağduriyeti ya da başka bir kesimin mağduriyetini gidermek için pragmatik, popülist bir dil kurmak değil kast ettiğimiz şey. İlkeler, program ve konsept notunda uzlaştığınız bir çerçeve belirlersiniz ve bu çerçeve İYİ Parti tabanına da anlatılabilir, CHP'deki İyi Parti'ye kaçma riski taşıyan ulusalcı seçmene de anlatılabilir.

"EN RADİKAL TABANIMIZIN TALEPLERİ ÜZERİNDEN SİYASET YAPAMAYIZ"

Her partinin kendi özgünlükleri var, HDP'nin de farklı bir seçmen kitlesi var ki Türkiye'nin demokratikleşmesinde çok Kürtlerin bölgesel kazanımlarını önceliyor. Şimdi bizim kalkıp bizim tabanımız bunu istiyor diyerek, Türkiye'nin demokratikleşmesini olmaz olmaz görmekten vazgeçme hakkımız, lüksümüz var mı? Biz şöyle okuyoruz, Kürt sorunun çözümü Türkiye'nin demokratikleşmesinden geçiyor. Dolayısıyla bir kalkıp en radikal tabanımızın talepleri üzerinden siyaset yapamayız, genişlemeyi, büyümeyi hedeflemek zorundayız ve bu genişlemenin hedefindeki kitlenin gündeminde ne varsa emek varsa emek, çevre varsa çevre, bunu da öncelikli gündemimiz gibi siyaset yapmak zorundayız. Şimdi bizim için geçerli olan diğer partiler için de geçerli olsa gerek.

"MUHALEFET İKTİDARLA MİLLİYETÇİLİK YARIŞINA GİRERSE MUHALEFETİN ORTAKLAŞABİLECEĞİ ZEMİNİ ÇÖKERTMİŞ OLURLAR"

Şimdi kalkıp muhalefet partileri iktidarla milliyetçilik yarışına girerse, iktidarla HDP'yi dışlama yarışına girerlerse iktidardan çok büyük şey koparmış olmazlar, Türkiye siyasetinin zeminin, muhalefetin buluşabileceği, ortaklaşabileceği zemini çökertmiş olurlar. Buradan bir alternatif çıkmaz, toplumun umut bağlayacağı, heyecanlanacağı tercihlerine yansıyacak bir yeni rota çıkmaz. Buradan ancak iki kötüden daha az kötüyü tercih etme tablosu çıkar ki ben HDP seçmeninin de, Türkiye'de demokrasi talebi olan bütün kesimlerin de, her parti içindeki çevrelerinde, değişimle ilgili beklentisinin önümüzdeki seçimlere net bir şekilde damgasını vuracağını düşünüyorum.

"DEĞİŞİM TALEBİ VE BEKLENTİSİ ÖNÜMÜZDEKİ SEÇİMLERE DAMGASINI VURACAK"

Yani hangi duygu, hangi psikoloji seçmen tercihlerini belirleyecek derseniz, önümüzdeki dönem için değişimdir derim. Ama değişimi de umut ve inançla güçlendirecek şey güven duygusudur. Siyasette çürümüş yozlaşmış olan belki de en temel kavram güvendir, partilere, siyasetçiye güven sarsıldığı takdirde seçmenin büyük bir fedakarlık yapmasını, akşam sandıkta sabaha kadar oyunun başında beklemesini, sandık kendisi seçilecekmiş gibi canhıraş çalışmasını sağlayamazsınız. Bu ancak gönüllükle, adanmışlıkla, inanmışlıkla olacak şeylerdir, siz milletvekili olacaksınız veya belediye başkanı olacaksınız diye niye kahrını bedelini insanlar ödesin, mutlaka onun için bir anlam ifade etmeli, onun yaşadığı şehre dair Türkiye'ye dair özlemine yaşadığı şehre dair iddialarına değiyor olması lazım, siz bunları teğet geçeceksiniz, görmezlikten geleceksiniz dönüp eski ezberleriniz, ön yargılarınız, alışkanlıklarınız üzerinden siyaset dili geliştireceksiniz buradan bir alternatif çıkaramayız. Gökhan Biçici: İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'den 'Millet Masası' gibi bir öneri geldi. Millet Masası'nda HDP'ye bir sandalye yok sanırım?

"HDP BASKI GÖRDÜKÇE İÇİNE KAPANACAKTIR"

Ayhan Bilgen: Bu konu ilk gündeme geldiğinde 'Hemşerim memleket nere, bu dünya bizim memleket' Galiba bu memlekette HDP'ye yer yok. Bu tabi eski korku ve önyargıların bir yansımasıdır. Eğer siz HDP'yi demokrasi zemininde güçlenen bir özne olarak görmek istiyorsanız. İşte o meşhur 'bağını kessin, ilişkisini kessin, mesafe koysun gibi söylemlere siz kendiniz inanıyorsanız o zaman yapacağımız şey HDP'ye yönelik baskılara karşı durmaktadır. HDP Baskı gördükçe içeri kapanacaktır, daralacaktır, kriminalize edilecektir. Tersi, HDP'ye farklı kesimler destek oldukça, sahiplendikçe, HDP de demokrasi mücadelesine daha çok inanacak, HDP tabanı da demokrasi mücadelesiyle hak ve özgürlüklerini, toplumsal barışı, geleceğini garantiye alacağına inanacaktır, bu toplumsal bir tercihtir. Her dışlamanın tam tersi bir işlev göreceğini herkes görmeli. HDP masa olma hevesi, beklentisiyle hareket etmiyor. Siz bir çerçeve çizersiniz, bu çerçeve toplumda bir umut oluşturursa, bir güven oluşturursa bir eğilim ortaya çıkar. Bugünkü yasal çerçeve zemininde seçime gideceğimizi düşündüğünüzde, belli ki muhalefetteki sağ partiler iki bloklu gitmeyi pek tercih etmiyorlar. Bu 2018 seçimlerinde de kendisini hissettirdi. Sağ partiler arası bir ittifak, DP, Saadet Partisi, İYİ Parti bir ittifak yapsın, CHP'de HDP'yle ittifak yapsın gibi bir eğilime girmişlerdi. Gökhan Biçici: Bu, araştırmalarda da sorulmaya başlandı. Avrasya'nın bir anketine yansımıştı. CHP tek başına, HDP tek başına girsin ve bir sağ blok girsin diye araştırmalar. Öteki tarafta Cumhur İttifakı olacak. Bu formül çalışır mı?

"TÜRKİYE'DE SEÇMENLER YENİLİĞE AÇIK"

Ayhan Bilgen: Ben de bu noktaya gelecektim. İşte CHP ve HDP birlikte yapsın demek, aslında CHP'nin içinde daha milliyetçi bakış açısına sahip çevrelerde, Kürt korkusu taşıyan çevreleri de irite edeceği için bu fiilen dört ayrı adresin seçime girmesi demektir. Burada neyin hesabının yapıldığını kestirmek mümkün, ikinci tura iki sağ aday çıksın demektir bu bunun başka açıklaması yok. Bunu anlamak için büyük öngörü sahibi olmaya gerek yok. Siyasette eğer çok kendiniz üzerinde hesap yaparsanız, kendinizi seçtirmenin yolunu, formülünü ararsanız valla bu konuda Erdoğan'la yarışamazsınız, sizin kurduğunuz oyun ona yarar ve o bir kez daha denklemden karlı çıkar. Birlikte yönetmeyi iddia ettiğiniz bir ülkede birlikte seçime gitmeyi başaramıyorsa partiler birlikte nasıl yönetecekler, seçildiğinizde ne yapacaksınız. HDP'yi yok mu sayacaksınız, sol seçmeni dışlayarak mı ülkeyi yöneteceksiniz, onu zaten yapıyor birileri, dik alasını yapıyor. Siz onlardan daha iyi yapacağınızı mı ispatlayacaksınız. Bu boşa kürek çekmektir, böyle bir şey mümkün değil, kaldı ki Türkiye seçmeni de öyle birilerinin sandığı gibi eski sağ sol kaba şablonları üzerinden davranmıyor. Ankara'da belediye başkanının geçmişini bildiğin halde CHP seçmeni gidip oy vermedi mi? İnsanlar şeffaflık istiyor, demokratiklik istiyor, kaliteli hizmet görmek istiyor. Yoksa kimsenin seceresini kurcalayarak, intikamcı bir psikolojiyle sandığa gitmiyor. Bu konuda toplum aslında siyasetçilerden daha ileride, daha özgürlükçü, daha çoğulcu, daha yeniliğe açık. Ancak partiler yukarıya çıktıkça piramidin tepesinde daha kastlar var, eski önyargılar, ezberler, korkular var. Dolayısıyla onun esiri olmuş, kendi kafasında kurduğu ürettiği korkulara esir düşmüş bir siyasetle karşı karşıyayız.İki turlu bir seçim sistemi uygulanacaksa şu netlikle hareket edilmesi gerektiği kanaatindeyim, ya ilk turda kazanabilmenin formülü tartışılır, bu seçenek ciddi bir şekilde ele alınır. Öyle bir kadro, öyle bir kabine fotoğrafı çizilir ki toplumun hiç bir kesimi bugün iktidar blokundaki partilere oy verenler bile kendini dışlanmış hissetmeyecek bir geçiş dönemi planlaması yapılır. Kaldı ki bu yasalarla seçime gidilecekse muhalefetin iddiası adım adım buradan yeniden parlamenter sistemi dönüş olmalı. Yetkileri kendinde toplayan, Erdoğan bunları kullanıyorsa ben de kullanayım.

"KORKU STATÜKOYA HİZMET EDER"

Kim bundan vazgeçer diyeceğiniz bir mantık değil, tam tersine evet bu yetkilerle ülke yönetilemez, orada kim oturursa otursun bu yetikler fazladır, haksızlığa otoriterizme götürür, biz bu yetkileri dağıtmayı, paylaştırmayı önümüze yol haritası olarak koyduk dememiz lazım ve özellikle de toplumu buna inandırmak lazım, özellikle karşı tarafı inandırmak lazım yani AKP'ye, MHP'ye oy veren seçmeni buna inandırmak lazım. Şimdi siz kendi aranızda bu yetki paylaşımını yapamıyorsanız, kendi aranızda bu güven yoksa siz de ben gücümü elime geçirdiğimde bilirim yapacağımı moduyla sandığa giderseniz o zaman seçim halkı kim daha iyi kandırır kampanyasına döner, valla kandırmaya geldiğinde iş galiba kimin medya aygıtı daha güçlüyle o daha iyi kandırır oysa siz gerçeklerle yüzleştirerek, hakikatla buluşturarak bir değişimin önünü açmanız gerek. Korku statükoya hizmet eder, değişimi besleyen ise güven duygusudur. Muhalefetin burada bir tercih yapması lazım, korkulara mı oynayacaklar, toplumun bugünkü iktidardan daha çok korkutup oy alacaklar, yoksa tam tersine bu korkuları boşa çıkaracak bir güven mi inşaa edecekler bence bu tercihi nasıl yapıyorsanız sonrasındaki formülleri de ona göre tartışmanız gerekir. Gökhan Biçici: Aslında yeni bir anayasa, demokratik bir anayasa noktasında mutabakatla toplumun karşısına çıkmalı muhalefet demiş oluyorsunuz ki sık sık anayasa vurgusu yaptınız. Anayasa tartışmalarına girelim. Siz aynı zamanda demokratik anayasa hareketinin sözcülüğünü yaptınız, Türkiye'de 2000'lerin ortasından itibaren yoğunlaşan Anayasa tartışmalarının öne çıkan figürlerinden oldunuz. Bugünkü tablo demokratik bir anayasa arayışı ve hareketi için ne tür olanaklar sunuyor? Düne göre daha mı fazla olanak var, yoksa daha az olanak mı sunuyor?  Ayhan Bilgen: Tabi bir deneme yapıldı, parlamentoda parti grupları arasında bir komisyon kuruldu Cemil Çiçek'in meclis başkanı olduğunda ne yazık ki bu ilk deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Biz demiştik ifadesi siyasette çok hoş karşılanan bir ifade değil ama biz demokratik anayasa çalışmalarında gittiğimiz tüm illerde, o dönemde kırka yakın şehirde toplantı yapmıştık, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, toplumsal hareketler, şunun altını hep çiziyorduk,  bir kurucu meclis, bir kurucu irade inşaası olmadan sadece tepede, sadece mecliste, sadece partiler arasında zeminde yapılacak bir işin hedefine ulaşması mümkün değil. Eğer 12 Eylül darbe kalıntısı bir Anayasa'dan kurtulacaksanız darbecilerin mantığıyla değil demokratik bir mantıkla, daha yerelden, daha katılımcı, çoğulcu bir mantıkla bunu yürütmeniz gerekir. Ben bu anlamda toplumun farklı kesimlerinin çoğulculuğa, demokratikliğe, ötekinin hak ve özgürlüklerini önemseyen bir anlayışa, daha demokratik bir laikliğe, daha demokratik bir seçim sistemine insanların gittikçe daha yakınlaştıkları kanaatindeyim. Farklı kesimlerden insanlar yaşadıkları mağduriyetle aslında bu değerlerin ne kadar önemli olduğunu, sadece liberal özgürlükler, liberal demokrasi açısından değil sosyal devlet açısından da iş güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu, KHK'larla, OHAL'le toplumun çok farklı kesimleri tanıdı son üç dört yıl içinde. Toplum son derece yaklaşıyor, ilerliyor, olgunlaşıyor ancak siyasetçiler aynı olgunlukla bu süreci yönetemiyor. HDP'nin talepleri baskın, dominant bir anayasa metni noktasında bir şeyden bahsetmiyorum, elbette Türkiye'nin korkuları önyargıları bir metin yazarak aşılmaz, sadece iyi bir metin ortaya çıkardığınızda tüm sorunlar sihirli değnekle çözülmez, ancak bu sürecin kendisi, yönetim biçimi katılımcı olduğunda, çoğulcu olduğunda buradan çıktı da bunun ortaya çıkaracağı metin de çok daha sahiplenilen bir metin olacaktır. 1920 meclisin başlangıcıydı, 2020 bunun yüzüncü yılı ve deniz bitti. Yeniden bir kuruluş iradesine, yeniden buluşmaya, yeniden bir ortaklaşmaya ihtiyaç var. 1921'in anayasal anlamda ifade ettiği metin Kürtler açısından da defaatle ifade edilmiştir. Daha yerel yönetimleri önemseyen tavrı, farklılıkları kabullenen bir metin olması dolasıyla 1921 ruhu anayasası defaaten Kürt siyasetçiler tarafından da referans olarak verilmiştir. O zaman bunu hedeflemek, 1923'ün yüzüncü yılına giderken, 2023'e giderken daha 1920 ve 1921 referanslı çoğulcu ortak anayasayı inşa etme işini, sadece teknik bir metin yazımından söz etmiyorum, sadece uzmanlık işinden değil, toplumsal tartışmayla, olgunluk içerisinde, farklı kesimlerin birbirlerinin hak ve özgürlüklerini önemsediği bir süreci inşa ederek bence bu dönem atlatılabilir, yönetilebilir. Aksi takdirde kırılmalar, kopuşlar, gerilimler Türkiye siyasetinde kaçınılmaz hale gelecektir, kimse zorla, dayatmayla, baskıyla, kendi şablonlarını başkasına dikte ederek bu ülkede birliği, barışı falan tesis edemez. Bunu yeniden yeniden denemeye kalkmak, ya da işte iktidar bloku başaramadı ama ben aynı yöntemler başarırım demek sadece kendini kandırmaktır.

Gökhan Biçici: Demokratik anayasa vurgusu yaptınız, insanların buna daha açık olduğunu ifade ettiniz. Daha somutlamak gerekirse 2000'li yılların ortasında başlayan anayasa tartışmaları sürecinde  AKP merkezli bir takımlar girişimler oldu, 2010 referandum öncesi ve sonrası, aslında iktidardaki pozisyonunu kalıcı hale getirmeye önelik bir arayış olduğunu özünde bunun bugün geriye baktığımızda görüyoruz ve liberallerin bir kesimi özellikle bunu aktif olarak destekledi, "yetmez ama evet" noktasına kadar geldi, tarihsel olarak bir noktada duruyor o. Yine Kürt hareketi demokratik anayasa noktasında talep eden, elinden gelen desteği veren bir noktadaydı. Ama örneğin CHP'nin sosyal tabanı, CHP'nin seçmen tabanı ise daha ziyade diğerlerinin 12 eylül anayasası olarak eleştirdiği anayasayı savunur ister istemez bir pozisyonda duruyordu, özellikle referandumdaki konum alış, daha eskiyi, var olan, bir önceki rejimi, savunur bir pozisyondaydı. Üç yıllık bir başkanlık rejimi tecrübesi üzerinden CHP'de de çok yoğun bir şekilde anayasa tartışması söz konusu, talepler söz konusu, tekrar parlamenter sisteme dönüş noktasında çağrılar söz konusu. Bunu bir tarihsel olarak değerlendiriyor musunuz, bizzat bu işe emek vermiş bir anayasa aktivisti olarak.

"MUHALEFET İKTİDARLA DİNDARLIK VEYA MİLLİYETÇİLİK YARIŞINA GİRMEMELİ"

Ayhan Bilgen: Şimdi burada meşhur bir söz var onu hatırlamak gerekiyor. Dünyanın en güçlü ordusu zamanı gelmiş fikirdir. Dünya hem yaşadığı bu saygın dolayısıyla kapitalizmle hesaplaşma, yüzleşme, ekolojinin, tarımın, çevrenin ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğuna ilişkin algı, otoriter popülist sağ siyasetlerin dünyayı getirdiği nokta...tüm bunlar öğrenme süreçleridir. Bunları ABD'de yaşananlara da bakarak öğrenebilirsiniz, Ortadoğu'da da yaşananlara baktığınızda öğrenebilirsiniz, Kuzey Afrika'da yaşananlara da bakıp öğrenebilirsiniz baktığınızda kapitalizmin dünyayı getirdiği nokta. İnsanlığın yaşadığı her acıdan, her beladan, musibetten öğrenmeyle çıktığı kanaatindeyim. Toplumlar öğrenirler, Canlı organizmayız her birimiz değişiriz, öğreniriz, yüzleşiriz. Belki beş yıl önce söylediğinizde taraftar bulamadığımız bir konuyu bugün insanlar daha hissederek, ihtiyacı daha doğru analiz ederek daha yüksek sesle savunabilirler, dillendirebilirler. Beş yıl önce ekoloji bir fanteziydi. Birisi tarımdan bahsettiğinde ona nostalji yapıyorsun diyorlardı, ne tarımı inşaat sektörü, sanayi bunlar kalkınmanın en temel şeyleri diyorlardı. Bugün tüm dünya kendi kendine yetmeyi konuşuyor, kendi ayakları üzerinde durabilmeyi ve bunun da ancak tarımla, toprakla, tohumla mümkün olduğuna dair değerlendirmeler yapıyor. Bir dönem toplumları kamplaştırarak, gererek seçim kazanma siyasi başarı olarak okunuyordu. Nitekim ABD'de Cumhuriyetçilerin yaptığı, Avrupa'da kimi aşırı sağ partilerin yabancı düşmanlığı, İslamofobi, mülteci düşmanlığıyla soslanmış söylemleri başarı öyküsü gibi sunuluyordu, şimdi bunların insanlığa ne kadar ağır bedel ödettiğini hep birlikte görüyoruz, bununla yüzleşiyoruz.

"TOPLUM DEMOKRATİK ANAYASANIN EN OLMAZSA OLMAZ DEĞERLERİNİN GEREĞİNİ DAHA ÇOK HİSSEDİYOR"

Burada demokratik bir anayasanın en olmazsa olmaz değerlerinin sosyal devletin, demokrasinin, çoğulculuğun, farklı inançların birlikte yaşayacağı ve devletin tüm inançlara eşit mesafede durmasının gereğinin daha çok hissedildiği, muhafazakar çevrelerde de daha iyi öğrenildiği kanaatindeyim. İnsanlar camilerin, selaların ya da bayrağın bu tip sembollerin siyasette sadece iktidar aracı, sadece bir kavga aracı haline getirilmesinden tiksinmiş vaziyetteler. Adanalıların tabiriyle gına gelmiş durumda. Bakıyorsunuz o mahallenin içindeki insanlar en samimi inanç sahibi insanlar artık yaka silkmeye başladılar. Bu şovlar, bu görüntü, bu suistimalin kendisi en çok bu değerlere zarar veriyor diye isyanlar, feryatlar yükseliyor. Dolayısıyla burada sizin tekrar bayrak yarışına girmeniz, daha dindarım, daha sağcıyım, daha muhafazakarım, daha milliyetçiyim yarışına girmeniz değil, insanlığı ortak kazanımı olan hak temelli bir siyaseti alternatif haline getirmeniz gerekiyor. Hak temellilik siyasetin en ulvi değeridir, ilkelerdir, evet bazen toplumlar da bu değerlerden uzaklaşırlar ama zaten siyaset sadece iktidarı devralma işi değildir, toplumla yönetme işidir. Toplumun da sizinle aynı kaygıları taşıyor olması, aynı umudur, aynı heyecanı taşıyor olması lazım ki siz o hak temelli siyasetin bir alıcısı olmalı, karşılığı olmalı ve siz o toplumla birlikte yönetmeyi önünüze hedef olarak koymalısınız.

"DEMOKRATİK BİR ANAYASA İHTİYACINA YÖNELİK TALEBE İLGİ YÜKSELDİ"

Ben bu anlamda demokratik bir anayasa ihtiyacına yönelik talebine yönelik ilginin yükseldiğini düşünüyorum. Ama toplumsal psikolojiyi, dış politikadaki gelişmeleri, dünyadaki gelişmeleri, ekonomideki tıkanıklığı un, şeker, yağ gibi görürseniz buradan bir helva çıkarmak siyasetin marifeti, siyasetin söylem, oyun kurma marifeti, becerisi olarak görmemiz lazım. Bu noktada çok umutlumuyum, valla bazen bir dalga yükselir toplumda siyasetçiyi de önüne katar götürür, siyasetçi bu akıntıya uygun davranır, bu talebe uygun yelken açarsa o rüzgar o gemiyi bir yere götürür. Ancak tersinde ısrar ederse, eski alışkanlıklarda ısrar ederse toplum o siyasetçiyi tasfiye eder, toplum tasfiye olmayacağına göre, toplum yoluna yeni isimlerle, yeni yüzlerle, yeni söylemlerle devam eder.

"TÜRKİYE SİYASETİ YOL AYRIMINDA"

Ben Türkiye siyasetinin bu anlamda bir yol ayrımında olduğu düşüncesindeyim, ya bu yeni taleplere uygun davranan, kendini yenileyen, güncelleyen dili, tarzı siyasetçiler geliştirirler ya da sahadan yedek kulübesine düşerler. Geçmişte kendisini dayatanlar nasıl bir süre unutulduysa, terk edildiyse şimdi kimse yüzlerine bakmıyorsa bugünkü çok şöhretli köşe başı tutanlar da aynı muameleye maruz kalırlar.

Gökhan Biçici: 31 Mart'ta buna dair epey ders verdi, yeni isimleri siyasete kazandırdı, bugün Erdoğan karşısında kim aday olur dediğinizde Ekrem İmamoğlu gibi, Mansur Yavaş gibi isimler tartışılıyor, bundan bir yıl, bir buçuk yıl önce örneğin Ekrem İmamoğlu hiç bilinen bir isim değildi. O  açıdan da Türkiye toplumunun üretken olduğunu bu açıdan gördük. 2020 dediniz, 2021 dediniz, bir yandan 2023'e de üç sene kaldı, Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzüncü yılı. Bu noktada tarihsel sembollerin de öneminin altını çiziyorsunuz bir tür yeniden Cumhuriyetin inşaası noktasında yüzüncü yıl sürecinin demokratik anayasa eksenli bir fırsat olabileceğini düşünüyor musunuz? Tarih tekrar bunu bir fırsat olarak önümüze koydu denilebilir mi? 

Ayhan Bilgen: İkibinli yılların başında milenyum tartışmaları yapılırken de 90'ların sonunda dünya yeni bir arayışın içerisindeydi, Arap Baharıyla vs. hepimiz Ortadoğu'da 'asla olmaz' dediğimiz gelişmelerle yüzleştik. Toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasını hiç beklemediğimiz, en pasif, edilgen, otoriteye boğun etmiş, biatçı toplumlar dediğimiz toplumlarda öyle aktivistler çıktı, öyle örgütlülükler çıktı ki orada eski saltanat adına hiç bir şey kalmadı. Bu süreci iyi yöneten, bu süreçten daha çoğulcu bir yönetim çıkarmayı başaran ülkeler olduğu gibi bunu başaramayan iç hesaplaşmaya, savaşa dönüştüren ülkeler de oldu, işte Libya, elbette sadece Libya'yı yönetenlerin, Libyadaki halkların sorunu değil daha çok da dışarıdan müdahalelerle bugünkü hale geldi. İşte Suriye bu tabloda, bunun yanında Tunus'ta kısmen de olsa birlikte yönetme becerisi açısından başka bir şey başarıldı.

"TÜRKİYE'DE GÜVENLİK BÜROKRASİSİ 'ORTADOĞU'DA REJİMLER DEMOKRATİKLEŞMEZSE HARİTALAR DEĞİŞİR TESPİTİNİ YAPIYORDU"

Burada benzer öngörüyü Türkiye'de de güvenlik politikasının içinden içinden isimler, o dönemde çözüm sürecinin vizyonuyla Ortadoğuyu, Kürt sorununu önemseyerek okuyan isimler şunu söylüyorlardı, bu bir resmi açıklamaya da yansımıştı, Ortadoğu'da eğer rejimler demokratikleşmezse haritalar değişecek tespitini yapıyordu. Bu tespitten bir kaç yıl sonra Arap Baharı başladı, sancılar devam ediyor, çok harita değişikliği olmasa da rejim değişiklikleri kanlı ayaklanmalarla, çatışmalarla, darbelerle devam ediyor.

"2023'E GİDERKEN TÜRKİYE'NİN OLMAZSA OLMAZI CUMHURİYETİ DEMOKRATİKLEŞTİRMEK"

Buradan Türkiye'nin olmazsa olmazının Cumhuriyeti demokratikleştirmek olduğu çok net. Bunun için tartışılabilir bir tarafı yok, kimsenin başka bir devlet kurmak gibi bir derdi yok ancak mevcut devletin, mevcut yönetimin herkese açık, kimseyi dışlamayan, kimseyi ötekileştirmeyen, kimseyi inancından dilinden dolayı ikinci sınıf görmeyen bir yapıya kavuşması kaçınılmaz, zorunlu bir tablo. Yani biz yönetiriz onlar boyun eğecek, devlet din işlerinde filanca inancı meşru ve akredite görecek ancak ötekilerini sapkınlık olarak tarif edecek, filanca dili meşru görecek ama diğer dilleri kültürleri tehdit olarak algılayacak, bu şekilde yönetilemez olduğu, sürdürülemez olduğu çok açık. Bunu aslında Osmanlı'nın son döneminde de deneyimledi bu toprakları yöneten kurumların, daha bugünkü modern formatları değil ama Osmanlı'nın son döneminde temelleri atılan mekanizmeleri, teşkilat-I mahsusa öncesindeki yapılar gördüler, Ordu gördü, meclis-i mebusan deneyimi dolayısıyla siyasetçiler gördüler, o günkü padişah da gördü, biraz geç gördü, biraz yanlış gördü, iş işten geçti, Türkiye için Osmanlı için Balkanlar'daki süreç doğru yönetilemedi, Kafkasya Kuzey Afrika doğru yönetilemediği için imparatorluk 20-30 yıl içinde çok büyük toprak kayıplarıyla daraldı ve anadoluya sıkıştı, ancak onu kurtarabildi. Şimdi aynı yanlışı bir kez daha denemek, aynı yanlışta ısrar etmek yerine bugün itibariyle Cumhuriyeti demokratikleştirecek eksikler yanlışlar neredeyse bununla yüzleşmek, bunu cesaretle, soğukkanlılıkla, hayata geçirecek hem hukuk reformu, anayasa başta olmak, üzere siyasi partilerin demokratikleşmesini sağlayacak düzenlemeler, parlamentonun işlevsel hale gelmesini sağlayacak düzenlemeler yerel yönetimlerin demokrasinin vazgeçilmezi olduğunu hem şeffaflık denetim hesap verebilirlik açısından zorunlu olduğunu görecek ve gösterecek bir algı 2023'e giderken mutlaka gündem olması gerekiyor.

"ÜLKEYİ KİMİN YÖNETECEĞİNDEN ÖNCE NASIL YÖNETİLECEĞİNİ KONUŞMAMIZ GEREKİYOR"

Belki ülkeyi kimin yöneteceğinden önce, ülkenin nasıl yönetileceğini konuşmamız gerekiyor. Türkiye artık eski alışkanlıklarla yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkmıştır. Yani önce nasıl yönetileceğinde mutabık kalmalıyız, cumhuriyetin demokratik olma zorunluluğunu önümüze koymalıyız, sonra bu demokratikleşme sürecini kim başarır, nasıl yapar, o geçiş dönemi nasıl yönetir o ikinci bir tartışma olarak yapılmalı.