Demokratik sınırlar içerisinde eylem yapmak hepimizin hakkı, değil mi? Ya eylem yaparken yakıp yağmalamak? Bu hiç birimizin hakkı değil. Geliniz bu haklı-haksız meselesini, bizzat gördüğüm Şili üzerinden analiz edelim. Eylemlerden söz edelim, Şilili kadınların eylem yaparken kullandıkları yeşil renkli eşarplara değinelim.
Yazarımız Özge Özdemir Köz'ün şahsi gözlemleri: 3 haftadır Güney Amerika kıtasındayız eşimle. Arjantin, Uruguay derken üçüncü durağımız Şili oldu. Aslına bakarsanız Güney Amerika seyahatimizi planlarken yani 7 ay öncesinden Şili günlük güneşlikti. Sonrasında eylemler patlak verdi. Biz de son dakikaya kadar -güvenlik sorunları endişesiyle- bu ülkeye gidip gitmemeye karar veremedik. Sonrasında “Atın ölümü arpadan olsun” kafasıyla ve sosyal medyadan tanıştığım, Şili’de yaşayan bir Türk çiftin önerileri ve uyarıları ile Şili'ye gelmeye karar verdik. Otelimizden çıkıp gideceğimiz noktalara doğru taksi ile seyahat ederken, birçok dükkanın kepenklerinin kapalı olduğunu, tarihi olsun yada olmasın hemen her binanın çirkin yazılarla karalandığını, keza anıtların da sprey boyalarla boyanıp, tahrip edildiğini gördüm ve çok şaşırdım açıkçası. Sonrasında Santiago'nun meşhur meydanı Plaza de Armas'a geldiğimizde kucaklarında bebekleri ile eylem yapan bir grup kadın gözümüze çarptı. Çoğunda ise “yeşil bir eşarp” vardı. Bu yeşil rengin kadına ait bir şeyleri simgeliyor olabileceğini düşündüm. Sonradan öğrendim ki yeşil eşarbı kadınlar, “kürtajın ücretsiz, güvenli ve yasal olmasını istediği için” kullanıyorlarmış. Her farklı renkli eşarbın da farklı bir anlamı varmış. Mesela, sarı renkli eşarp sağlık alanındaki olumsuzlukları; turuncu renkli eşarp kilise ile devletin ayrı sistemler olduğunu (yani laikliği); mor renkli eşarp ise kadına şiddeti protesto etmek için kullanılıyormuş. Ardından Santiago'nun meşhur parkında gezinirken, Şili’nin ilk valisinin ve Santiago gibi birçok şehrinin kurucusu olan Valdivia’nin, Kral 5. Charles'e yazdığı bir mektuptan alıntının bulunduğu 9 tonluk taş yazıtı arayıp durduk (Bu mektupta Santiago'nun yerleşmek için ne kadar güzel bir yer olduğundan bahsediyormuş ve mektup bin 500lü yıllara dayanıyormuş). Bir 5-10 dakika arandıktan sonra o yazıtın sprey boyalarla bambaşka bir hale, göz simgeli bir grafitti’ye dönüştüğünü fark ettik. Akşam burada yaşayan Türk arkadaşlarla (Elif ve Engin) buluşmadan önce, uzunca düşündüm. Bir kişinin yada toplumun aksayan, topallayan yada çalışmayan politik ve ekonomik sistemlere karşı kızgınlığı olabilir. Ancak bu kızgınlığın, bu şehrin kurucusuna ait bir yazıttan, yüzyıllardır ülkenin simgesi olmuş bir anıtından veya yüzyıllık evlerden yani sanat eserinden almaya gerek var mı? Senin ülkene, şehrine ve tarihine hiç mi saygın yok? Hükümetler, partiler, siyasî isimler zamanla değişebilir. Bugün ülkenin başında A partisi varsa, yarın o A partisi tarihe gömülebilir. Ya senin toplumsal mirasın, sanat eserlerin, gurur duyduğun geçmişin? Ülkenin yüzyıllardır sahip olduğu mirasını, maneviyatını nasıl beğenmediğin, bugünün siyasi partisiyle bir tutabilirsin? Akşam Elif ve Engin ile uzun uzun konuştuğumuzda, bu eylemlerin bir anlık bir patlama değil (metro fiyatlarındaki artış), otuz kırk yıllık birikmiş bir öfke olduğunu söylediler çalışmayan sağlık sistemine yada siyasilerin beğendikleri yerleri kendilerine peşkeş çekmelerine karşı. Özellikle 2015 yılından sonra çok fazla göç alan ülkede, işsizliğin ve buna bağlı fakirliğin önemli rolü olduğunu söylediler bu eylemlerde. Otobüslerin, çöp kutularının, trafik ışıklarının, dükkanların yakılıp yağmalandığından bahsettiler. Sistem ile sorunu olan bir kitle ne diye gariban bir terzi dükkanını yada çöpünü attığı çöp kutusunu yakar? Devlet daha iyisini yapsın diyeymiş bu yakıp yıkma. Yersen! Oysa ki senin trafik ışınlarını yakıp yıkman, sadece kaosu arttırır. Saatlerce yolda bekleyen hem sürücünü hem yayanı mağdur eder. Ambulansta zamanında hastaneye varamayan hastanı öldürür. Tüm bunlar da zaten gergin olan toplumun trafolarını patlatır. Ve alın size kısır bir döngü! Demokratik yollarla elbette ki eylem yapma, sesimizi duyurma hakkımız var sokaklarda. Ancak, hak aramayı vandalizmle karıştırmamalı yada öfkemizi bir tarihi eserden yada belki birçok garibana ekmek kapısı olan bir dükkandan çıkarmamalıyız. Yağmalamak, bilerek ve isteyerek bir kişinin yada devletin malına zarar vermek, ülkenin tarihine ve birikimine saygı duymamak gerçekten akıl dışı ve art niyetli. O zaman ne anlamı kaldı bizim iyi niyetli hak arama mücadelemizin? Mesela biz kadınlar “cinsiyet eşitliği”ne dair slogan atarken sokaklarda, yanı başımızda bir iki dükkanın kundaklanması (aramızdan birileri tarafından) haklı mücadelemize gölge düşürmez mi? İyi niyetimizi art niyetle örtmez mi? Bu art niyete karşı, Şili'de bir avuç polis vardı meydanlarda. Polis araçlarını gördük, çoğu zarar görmüş, boyanmış, telle çevrilmiş. Gözümüzün önünde polise karşı “katil polis" diye bağırdılar. Gıkları çıkmadı valla. Bırakın bağırmayı yanlarına kadar gelip kulaklarının dibinde tencere tava çalıyorlarmış. Bizde olacak, sen misin tencere tava çalan, bırak tencere tava çalmayı sen misin eylem yapan? (Bakınız Kadıköy’deki kadınlarımızın eylemi) Hop tut saçından, hop yerlerde sürükle, hop göz altına al, hop bilmem ne... Şili’de durumlar böyle. Ekonomik ve politik bir belirsizlik hakim. Tarihi yerler tahrip edilmiş, olayların olduğu yerlerdeki çoğu dükkan kundaklanmaya yada yağmalanma tehlikesine karşı kepenk indirmiş. Polisler yılmış, halk huzursuz ve en önemlisi gelecek belirsiz...