Türkiye'nin gece yarısı yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine tepki yağıyor. Kadın örgütleri çok sayıda şehir için eylem çağrısı yaptı, yapıyor. Kadının yıllardır verdiği mücadele hiçe sayılıyor ve bir kadın olarak içim yanıyor? Daha kaç kişinin ölmesi, daha kaç kişinin tecavüze uğraması gerekiyor?
Gözünüz aydın kadın katilleri, Gözünüz aydın kadın tacizcileri, tecavüzcüleri, Gözünüz aydın tarikatlar, yobazlar, gericiler, Gözünüz aydın kadını malı olarak gören, cinsiyetçi çağ dışı zihniyetler… Size sesleniyorum, bizim adımıza karar veren erkeklere, size! İstanbul Sözleşmesi'ni imzalayan ilk ülke olan Türkiye, Cuma gece yarısı Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile sözleşmeden çekildi. Kadınlara, kadın hakları aktivistlerine, avukatlara ve insan hakları örgütlerine danışmadan, sessiz sedasız çekildi. Peki siz erkekler bu kararı alırken, 2021 yılının daha ilk iki ayında öldürülen 51 kadını düşündünüz mü hiç? 26 şüpheli ölümü saymazsak tabi. Bunlar sadece 2021 yılında bir erkek tarafından öldürülenler! 2020’yi, 2019’u ve öncesini saymıyorum hiç. Onların çektikleri acıları, yedikleri dayakları, geride bıraktıklarını aklınıza getirdiniz mi hiç? Acılı evlatlarını, içi kan ağlayan analarını, en acısı da artık hayatta olmadıklarını hatırlattınız mı kendinize? Bu öldürülen kadınlardan birinin sizin kızınız olduğunu ya da olabileceğini hayal edebildiniz mi? Edemediniz tabi… Peki bundan sonra öldürülecek kadınların sorumluluğunu kimin alacağını düşündünüz mü? Ya da bizi nasıl koruyacağınızı? Kadın yediği dayakla, sokakta yediği lafla, her an öldürülme korkusuyla mı kalacak bir başına? Bunu kadına hak görenler özgürce gezecek mi etrafta? Takım elbise indirimimi alacak, tutuksuz mu yargılanacak failler? ‘O da mini etek giymeseydi de beni tahrik etmeseydi’ diye bir de üzerine mi suçlanacak mağdur edilenler? Sorumlu kim olacak? Bundan gayrı hangi sözleşmeye atıf yapılacak, kim nasıl şiddetten, tacizden korunacak, kurtarılacak? Oysaki İstanbul Sözleşmesi “toplumsal cinsiyet” kavramının tanımını yapan ilk uluslararası sözleşme olma özelliği de taşıyordu. Toplumun, kişilere, cinsiyete dayalı olarak biçtiği rollerin varlığına ve bu kapsamda kadınlara yönelik uygulanan şiddete dikkat çekiyordu. Kadına yönelik şiddetin bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olduğunun altını çiziyordu. İstanbul Sözleşmesi, şiddetin her türlüsü ile mücadeleyi amaçlıyordu. Kadına yönelik ayrımcılığı yasaklıyordu. Ekonomik şiddeti tanımlıyordu. Ev içi fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddeti geçtim, başımıza sıkça gelen taciz amaçlı takibi suç sayıyordu. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadının korunması için devletten talepleri bulunuyordu. Sözleşme aynı zamanda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle ayrımcılığa ve nefret suçuna karşı da düzenleme içeriyordu. Nefret suçuna ilişkin davalarda mağdura dayanak sağlıyordu. (4.madde 3.fıkra) Şimdi dayanağımız ne olacak peki? Dayak yiyip susmak mı? Sessiz kalmak mı? Erkeğin kadını ezişine şahit olmak mı? Kadınların çığlığına kulak tıkamak mı? İstanbul Sözleşmesini iptal etmek yerine, bu sözleşmeyle beraber daha ağır cezalar, daha caydırıcı yasalar gelseydi keşke gündeme. Kadının dayak yediği o görüntüler olmasaydı gözlerimizin önünde. Her gün bir ya da birkaç kadın daha öldürülmeseydi bin bir bahane ile… Öldürülmeyip yaşasa bile eğitimli eğitimsiz, genç yaşlı yüzbinlerce kadın sırf ‘kadın’ olduğu için ayrımcılığa uğruyor; psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddete maruz kalıyor. Eziliyor, sesini çıkaramıyor, susturuluyor. Kimimiz ‘kadın okumaz’ diye okuldan alınıyor, kimimiz çocuk gelin oluyor. Kahkahamıza, yapacağımız ya da yapmayacağımız çocuğa karışılıyor, güçlü olmamız ağırlarına gidiyor. Bu toplumda kadın istenmiyor ya da kadının yeri evidir; kocası, abisi, sevgilisi onun sahibidir, istediğini yapar zihniyeti kabul görülüyor. Kadına şiddet meşrulaştırılıyor. Anlayın artık, İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Geri adım ise öldürür.