Bugün Hıdrellez, yani ben yazıyı yazarken öyle. İnanışa göre, dünyada darda kalanların yardımcısı olduğu düşünülen Hızır ile denizlerin hakimi olduğuna inanılan İlyas yeryüzünde Hıdrellez’de buluşur. Aynı zamanda soğuk kış günleri biter, sıcak yaz günleri başlar. Dileklerin resmi yapılır, gül dalının altına bırakılır, sabah suya atılır. Kimileri 41 çeşit ot toplar, sabahına beklettiği suyla yüzünü yıkar, kimisi de ateşten atlar. Tüm geleneksel kutlamaların içinde en sevdiğim Hıdrellezdir. Coşkusu bir yana, kelimelerin ve hayal kurabilmenin yaratım gücü var gibi gelir. Hiçbir şey olmasa, oturup hayalini resmetmek zevklidir işte. Şimdi, bugünün hatırına, hepimiz adına güzel bir günün hayalini kurayım istiyorum. Hızır ile İlyas daldan dala dolanırken, belli mi olur, bizim dala da rastlar belki?
Sabah çok geç olmayan, ama acele etmen de gerekmeyen bir saatte alarmsız, sadece uykun bitti diye, gerinerek yatağından doğruluyorsun. Az uyumuşsun aslında; ama uzun zamandır bu kadar huzurlu uyumamışsın, bitivermiş uykun erkenden. Ev kahve kokuyor. Sizde kalan arkadaşların, biraz erken uyanıp kahveyi koymuşlar. Herkes neşeli, gülüyor. Dünü konuşuyorsunuz. Festival gibi bir gün geçmiş. 12’de müziği kapatacak kimse kalmayınca, ülkenin her yerinde sabaha kadar danslar edilmiş. Hemen iki dilim ekmek atıyorsun ekmek kızartma makinesine. Kahve kokusuyla karışıyor. Yanına tulum peyniri, zeytin, domates biber söğüş yapıp üzerine zeytinyağı kekik gezdiriyorsun. Sofrayı hazırlarken biri diyor, “Neydi öyle ya domatese bakarken bile hüzünlendiğimiz günler...”, öbürü ekliyor “Sus sus, hatırlatma, geçti gitti çok şükür... Bugün güzel şeylerden bahsedelim.” Kahkahalara karışan çayın karıştırılma seslerinden sonra tekrar alana çıkıyorsunuz.
“Gece büyük festival döndü, çöp içindedir her yer” diyorsunuz. Nitekim öyle, ama yalnız değilsiniz, sizin gibi bir sürü kişinin elinde çöp torbalarıyla etrafı temizlediğini görüyorsunuz. İşte böyle olacak, diye düşünüyorsunuz, herkes elini taşın altına sokacak, hep bir elden toparlayacağız ülkeyi.
Eve dönünce el alışkanlığı Twitter’a giriyorsunuz. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı iptal edilmiş. Televizyonu açıyorsunuz, Mücella Yapıcı var canlı yayında, Gezi tutukluları salıverilmiş, hepsinin yüzleri gülüyor. Demirtaş’ın dışarıdaki ilk cümlesini duyuyorsunuz. Ülkede aniden kutlayacak çok şey, yargılanacak çok kişi oluyor. Gözünüzden bir damla yaş süzülüyor.
Aradan biraz süre geçiyor. Enflasyonda değil, turizmdeki yükselişte birinci olduğumuzu okuyorsunuz. Şehirlerdeki bienallere, sergilere, festivallere yetişilemiyor. Seyahat edesiniz geliyor. Ucuz bilet buluyorsunuz Atatürk Havalimanı’ndan. Birkaç sene önce Avrupa’ya taşınan bir arkadaşınıza gidiyorsunuz. Oralar güzel de, o da dönse mi onu düşünüyor. Eve dönerken, uzun zamandır ilk kez aklınız ayrıldığınız ülkede kalmıyor, “oh be, evimi özledim” hissi geliyor.
Takvime bir bakıyorsunuz, Onur Yürüyüşü yaklaşmış. Ne giysem telaşı sarıyor, çünkü Onur Yürüyüşleri rengarenk bir şıklık yarışına dönüşüyor. İstiklal Caddesi’nde, kocaman bir gökkuşağı bayrağının altında, tanımadığınız bir sürü insanla gülerek koşuyor, “Nerdesin aşkım?” diye bağırıyorsunuz.
Rakı tekrar içilebilir oluyor, dostlarla rakı sofrası kaldığı yerden geleneğine devam ediyor. Bir gün yine arkadaşlarla buluşuyorsunuz. Rakı masasında konular tükenmiyor elbet, ama neyden dem vursanız, sonunda ülkeyi güzel yapan şeyin hep bir arada yaşamayı öğrenmek olduğunu söylüyorsunuz. Biri kadehini kaldırıyor o sırada, “Gezi’ye” diyor. “Gezi gerçekti, inancımızı kaybetmememizin yegane sebebiydi. Yan yana durabildiğimizi bir kere görmüştük, tekrar olabileceği gün gibi ortadaydı.” Hak veriyor herkes, kadehler tokuşturuluyor. O gece herkes, sokaklarda güven içinde yürüyerek evine dönüyor.
Bir referandum yapılıyor, sarayın ne yapılacağına dair. Halka sorulmadan yapılan saray, halkın kararıyla öğrenciler için ücretsiz bir sosyal tesise dönüşüyor. İçi bilimden sanata, spordan teknolojiye her alanda türlü olanaklarla donatılıyor. Sarayın kapıları da, imkanları da her bir vatandaş için sonuna kadar açılıyor.
Ülkenin dört bir yanında seferberlik başlatılıyor; heykeller için. Çaydanlık, köfte, havuç heykellerinin hepsi tek tek usta sanatçıların elinden geçiyor. Ülke sanatla iyileşiyor.
Ekonomiden kültürel mirasa, topraktan ifade özgürlüğüne çok işimiz var. Hayaller sınırsız. Yorgunluğun geçmesi, bir cesarete bakar. Tüm bunlar bir ışık yılı uzaklıkta görünse de, değil.
Uykularımızın kaçmadığı, anksiyetemizin tavan yapmadığı, vicdan azabı çekmeden aşkı, sanatı konuşabildiğimiz, hayatta kalmaktan öte yaşadığımızı hissettiğimiz günleri hak ediyoruz. İyi bir yemeğin, beklediğin filmi sinemada izlemenin, hayranı olduğun müzisyenin konserine gitmenin lüks değil; normal olduğu günler için zaman makinesiyle geçmişe gitmemiz şart değil.
Gelecek bizim, hayallerimize sahip çıkalım.