Siyasi Partiler Kanunu'muz siyasi partilerin iç düzen ve işleyişleri ile ilgili birçok hususu en ince ayrıntısına kadar hükme bağlamıştır. Gerçekten de diğer ülkelerin düzenlemeleri tahlil edildiğinde siyasi partilerin tüzüklerine bırakılması gereken en temel meselelerin dahi kapsamlı biçimde ele alındığı görülür. Ne var ki, bu kazuistik düzenleme metoduna rağmen siyasi partiler ile ilgili bazı soruların hâlâ yanıtsız kaldığı fark edilir. Bu çerçevede cevaplandırılması gereken sorulardan birini, milletvekilinin partisinin il başkanı olup olamayacağı, yani milletvekilliği ile il başkanlığı statüsünün bağdaşıp bağdaşmayacağı oluşturur.
Mevzuatta açık bir kurala yer verilmemesi farklı fikirlerin ortaya atılmasına yol açabilir. Bu bağlamda öne sürülebilecek ilk görüş, milletvekilliği devam ederken il başkanlığı görevinin üstlenilmesinde bir hukuki engel bulunmadığıdır. Anayasanın 82. maddesinde hangi işlerin milletvekili sıfatı ile bağdaşmadığı sayılmıştır. Bunların arasında ifade edilmeyen iş ve görevlerin milletvekilleri için serbest olduğunu kabul etmek gerekir. Anayasa hukukunun en temel ilkelerinden birini “Hürriyetin asıl, sınırlamanın ise istisnai olması” teşkil eder. Diğer bir ifade ile bir konu ayrıca ve açıkça yasaklanmadığı sürece serbesttir. Şayet bir kişi, parti üyesi olabiliyorsa, il başkanı da olabilmelidir. Bu yönde bir hukuki engel yoktur. İl başkanı olmak, parti üyesi olan herkesin siyasal katılım özgürlüğünün gereğidir. Anılan özgürlük, Anayasanın 67. maddesinde güvence altına alınmıştır. Milletvekilinin il başkanı olma hakkına sahip olmadığını ileri sürmek, ancak bunu açıkça yasaklayan bir hükmün varlığına bağlıdır.
Kaldı ki, Siyasi Partiler Kanunu'na göre büyük kongrenin tabii üyesi olan milletvekilleri, siyasi partilerin merkez karar ve yönetim kurulu üyesi olabilmektedirler. Bu organ, il başkanlığı ile mukayese edildiğinde parti kademesinde daha üst bir göreve denk gelmektedir. Seçildiği ilin il kongresinin tabii üyesi olan milletvekilinin, bu kongre tarafından il başkanı seçilemeyeceğini iddia etmek, “Çoğun içinde az da vardır.” ilkesine aykırı düşer. Eğer milletvekili, siyasal katılım özgürlüğünün gereği olarak merkez karar ve yönetim kurulunda görev alabiliyorsa, il başkanlığı görevini evleviyetle yerine getirebilmelidir.
Bu hukuki argümanlara rağmen milletvekilinin il başkanı olamayacağı da savunulabilir. Burada üzerinde durulması gereken en önemli gerekçelerden birini, Milletvekili Seçim Kanunu md. 18 oluşturur. “Adaylık için görevden çekilmesi gerekenler” başlığını taşıyan bu düzenleme gereğince siyasi partilerin milletvekili adayı olmak isteyen il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri, genel ve ara seçimlerin başlangıcından bir ay önce ya da seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi hâlinde kararın ilanından başlayarak yedi gün içinde görevlerinden ayrılma talebinde bulunmadıkça adaylıklarını koyamazlar ve aday gösterilemezler. Söz konusu kural, milletvekili adayı olmayı il başkanlığından ayrılma şartına bağlamıştır. Böylece, yasa koyucunun iradesinin milletvekilliği ile il başkanlığı statüsünü ayırmak olduğu söylenebilir. Nitekim öyle olmasaydı, milletvekili adayı olmak için il başkanlığından istifa etmek zorunlu olmazdı.
Kanun hükmünde sayılan ve milletvekili adayı olabilmek için istifa etmeleri gerekli olan diğer makamlara (hâkimler ve savcılar ile yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, belediye başkanları, subaylar ile astsubaylar, belediye meclisi ve il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar) bakıldığında, bu organlarla milletvekili kimliğinin bağdaşmadığı görülür. İl başkanlığı da düzenlemede ifade edilen diğer görevler gibi milletvekilliği ile uyuşmaz. Oysa milletvekili, parti meclisi ve merkez yönetim kurulu üyesi olabilir. Zira maddede, istifa etmesi gereken siyasi parti organları arasında yalnızca il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri belirtilmiş; merkez karar ve yönetim kurulu üyeleri hakkında ise benzer bir kural öngörülmemiştir.
Görüldüğü gibi milletvekilliği ile il başkanlığı sıfatının bağdaşıp bağdaşmadığı ile ilgili iki farklı görüş ortaya atılabilir. Fakat her durumda nihai kararı verecek makam yargı organıdır. Şöyle ki, milletvekili il başkanı seçildiğinde, seçim kuruluna başvurularak kendisinin bu tür bir hakkının bulunmadığı iddiasıyla seçim sonucuna itiraz edilebilir. Bu karara karşı başka bir yola başvurmak özellikle de bireysel başvuru yoluna gitmek mümkün değildir. Anayasa md. 148/3’e göre Anayasada güvence altına alınan hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edilmesi hâlinde Anayasa Mahkemesine başvurulabilir. Milletvekilinin il başkanı olma hakkı, Anayasanın 67. maddesinde düzenlenen siyasal katılım hürriyetinin bir sonucudur. Anılan bu özgürlük ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ne de buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında düzenlenmiştir. Milletvekilinin il başkanı olamayacağına ilişkin seçim kurulu kararına karşı gerçekleştirilecek bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi tarafından “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez bulunacaktır.