Gezi’nin gençleri, şimdi nerede, ne yapıyor dersiniz? O uzun yazda sohbetlerin ana konusu olan “ülkeye inancın tazelendiği”, “umutla dolunduğu”, “değiştirme gücünün açığa çıktığı”, “yurt dışındaki hayatını bırakıp gelenler olduğu” vurgularını yapanlar nerede?
Hadi “boomer”ları geçtim, X kuşağının acıları, Y kuşağının trajedisinin ardından Z kuşağının vakti geldi çattı. 8. yaşındaki Gezi Direnişi Y kuşağının “geçit resmi”yse; Z kuşağını henüz sahnede görmedik demektir. Çok sürmez, göreceğiz muhakkak.
Gençlerine güvenmeyen, gençlerine üçte birine iş veremeyen bir ülkenin “genç nüfusu” ile övünmesi ne abes! Belki de ondandır, bizim kuşakları X, Y, Z gibi harflerle değil de, ölüm yıl dönümlerinde andıkları arkadaşlarıyla bilen bir halk olmamız. “... kuşağının simgesi” deyince asılan, öldürülen, kaybedilen genç suretler geliyor gözümüzün önüne...
“Gençleri anlamanın önemi” üzerine verilen söylevler, son dönemde “Z kuşağına ulaşmak” eksenine oturdu nedense. Boomer’lar ve X kuşağı söz sahibi hâlâ, Y kuşağı sırasını bekliyor, Z kuşağı ise şimdilik “oy verme hakkına yeni kavuşan” oy deposu. Adını henüz duyduğumuz sosyal mecralar kullanarak ulaşılabilir olduklarını sandığımız milyonlar. Yersen!
İnsan fani, haliyle “boomer”ların vakti doluyor, kaydırarak devam edecek hayat. X kuşağı geçecek onların yerine, Y kuşağı da X kuşağının yerine... Öyle mi akacak dersiniz hep? İhtiyarın öyle olmasını istediği kesin, peki ya hayat?
X, Y, Z VE SONRA?
Gezi gençleri çoğunlukla Y kuşağıydı. Dijital çağ ve sosyal medya ile yeni yeni tanışan, “bilgisayar başında” diye sıklıkla eleştirilen gençler. Z kuşağı için “bilgisayar başında” eleştirisi yapmak güç. Bilgisayar ve mobil cihazlar yaşamlarının ayrılmaz bir parçası. Haliyle “sanıldığının aksine”, bilgileri fazla, iletişimleri yüksek. Önceki kuşakların kolayca “kandığı” büyük büyük laflara pek itibar etmediklerini hayat gösteriyor işte.
“Apolitik” kavramı herhalde en çok Gezi’yi var eden, o direnişin barikatlarını ören gençler için kullanılmıştı. Ülkenin en büyük, en kitlesel isyanını gerçekleştiren bir “apolitizm”! Edebiyatta “bireyci ve anlaşılmaz” sayılan/sanılan İkinci Yeni de bu “apolitizm”in bayrağı oldu Gezi’de! Hayat kavramları ve klişeleri nasıl da ters yüz ediyor. Dün “anlaşılmaz” sanılan bugün anlaşılıyor oluyor, dün yüzüne bakılmayan bugün bayrak olup ellerde sallanıyor.
“Aşk örgütlenmektir abiler” bir “aşk” çağrısı mı, “örgütlenme” çağrısı mı, ikisi birden mi? Onu da Z kuşağı gösterecek artık... Kim bilir hangi dize, hangi oyun, hangi şarkıcıyla... Gezi’nin duvarlarını süsleyen her kuşağın kült isimlerinin ne kadar daha “kült” olarak kalacağını da zaman gösterecek.
GEZİ’NİN GENÇLERİ NEREDE?
Asıl Gezi’nin gençleri, şimdi nerede, ne yapıyor dersiniz? O uzun yazda sohbetlerin ana konusu olan “ülkeye inancın tazelendiği”, “yeniden umutla dolunduğu”, “değiştirme gücünün açığa çıktığı”, “yurt dışındaki hayatını bırakıp gelenler olduğu” vurgularını yapanlar nerede? Hepsi mi yurt dışına gitti, hepsi mi kaçıp gitme derdinde? Hiç sanmam. Peki ne diyorlar?
Turgut Uyar’ın “Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar” sözleri aynı anda kulaklarına fısıldanmış gibi cesur gençler, “...geyikli geceyi bulmadan önce / çocuklar gibi korkan” gençlerdi onlar. Nâzım Hikmet’in “kainatın en mükemmel şeyi” dediği genç beyinlere verdiği “İyi bak yıldızlara…” öğüdü boşa değil. Bakmalara gereken yerlere bakıyorlardır mutlaka.
“Bu günleri de gördük ya, ölsek gam yemeyiz artık”lı cümleler kurmuş olan, 1980’ler, 1990’lar yorgunlarının fikri nasıl değişti geçen 8 yılda? Marx’ı yalanlama pahasına, kapitalizme “gölgesini satamadığı ağacı kesme” izni vermeyenler ne düşünüyor bu yaz için, gelecek yaz için? Güzel günler göreceğiz, değil mi?
“VELHASIL, ONLAR VURDU BİZ BÜYÜDÜK!”
Tevfik Fikret’in “Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım? / Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?” diye soran gençleri. “Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey” diye umut besleten gençler. “Gökten dehâ-yı nârı çalan kahramân”lar yani, Promete’ler. 100 sene geçti onların devrinin üzerinden. Koca bir Cumhuriyet inşa ettiler, daha bin yıl sürecek acılar üstüne. Sonra ne kuşaklar, ne acılar geldi geçti.
Bir gerçek değişmedi; devletler korkar. En çok gençlerden. Ece Ayhan’ın “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında / bir teneffüs daha yaşasaydı / tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / devlet dersinde öldürülmüştür” dizelerini bu denli sık hatırımıza gelmesi ondan.
“Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük…”
Şurası atlanmasın; “tüzüklerle çarpışarak (da) büyüdük kardeşim.”
Ardımızda “adları hep genç kalanlar”ı bırakarak büyüdük. Bizim çocuklar öldü, onların çocukları, malum işte ne yaptıkları, dinliyoruz 32 kısım tekmili birden.
“BİR UMUDUM SENDE ANLIYOR MUSUN?”
Haziranın kapısına gelip de Nazım’ı, Ahmed Arif’i anmamak olmaz. Nâzım Hikmet’i andık, Ahmed Arif ile bitirelim. Şiir biraz “eski”lerden ama, eskimeyen ruhuyla “yeni”lere gelsin. Gelmekte olanlara...
“Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?”