Malum korona günlerindeyiz. Çoğumuzun evin salonundan yatak odasına, mutfağından banyosuna ‘keyifle’ tur attığı şu süreçte, sıkılmanın ve yanında gelen ruh daralmasının aslında bizlere ne kadar iyi geldiğini anlatacağım bu yazımda. Baştan söyleyeyim, bu yazıyı Polyanna ile beraber yazıyoruz aslında. (Bu yazı yüksek dozajda Türkiye’deki kurumsal hayatlardan kesitler içerir)
Karga kahvaltısını henüz yememişken, uykunuzun tam da en keyifli yerinde alarmınızın çaldığını düşünün. Acelece hazırlanma, servisi yakalama ve daha tek gözünüzü dahi açamadan kendinizi ofisinizde bilgisayarınızın karşısında bulma. Toplantılar, zaman kısıtlı projeler, yetiştirilmesi gereken ve bitmeyen o işler… Akşamın bir vakti yine kendinizi yorgun argın servise atma, mümkünse serviste uyuma ve trafikte saatlerce sıkışma. Çocuk varsa sabahın köründe bırakıldığı kreş ya da okuldan alma… Eve yorgun alma gelme, yemek hazırlama, çocukla ilgilenme, etrafı toparlama ve yatağa kendini zor atma. Yazması bile zor gelirken, bu döngünün içinde yıllarca süründüğümü düşündüm. Sistemin kölesi olurken geçen zamanın aslında bana hiçbir şey katmadığını da. Bu sistem içerisinde, sizler gibi kendi isteklerimin yer bulmadığını da. Kendime ait bir zamanım olmadığını da. Hatta, kendime ne kadar yabancılaştığımı da. Özellikle İstanbul’da kurumsal hayatta dirsek çürüten ve şu anda evden çalışan arkadaşlarım ile konuştuğumda, bu karantina günlerinde, evden çalışmanın ne kadar keyifli olduğundan bahsettiler. Günde iki-üç saatlerinin trafikte yok yere gitmediğinden; bu giden zamanı ise kendilerine ayırabildiklerinden bahsettiler. Kimisi içsel bir yolculuğa çıkmış, kimisi uzun zamandır okumak istediği kitaba başlayacak zamanı bulmuş, kimisi de hayatını ve isteklerini sorgulamaya başlamış yeniden. Sosyal hayat ile iletişimi kestiğimiz ya da minimuma indirdiğimiz bu zamanlarda, çevreden dikkatimizi dağıtacak daha az uyaran aldığımız için insanın kendi ile baş başa kalması, ruhunu çevresel-stres faktörlerinden bir süreliğine dahi arındırması elbette ‘kim olduğumuz ya da kim olacağımıza’ dair sorgulamalarımızın başlangıcı olabilir aslında. İçine dönmek, insanın içindeki uzun zamandır bastırılmış sesi dinlemek, biraz sadeleşmek aslında birçoğumuza iyi gelecek, öyle diyor Polyanna. Çünkü, bu yaşadığımız enteresan (!) günler öncesinde, bizler ertelemeyi ve bahane bulmayı severdik. Çünkü bizler önceliklerimizi belirlerken uzun uzun düşünmekten kaçınırdık. Çünkü bizler kolaya kaçardık. Şimdi ise önümüzde kocaman bir belirsizlik mevcut. Erteleyecek, bahane bulacak, kolaya kaçacak uyaranlarımız da yok çevreden. Kendi başımızayız. İşte bu yüzden, tam da bu zamanda kendimizi bir bakım-onarıma almalıyız. Üfleyerek püfleyerek, sıkılarak, karamsarlığa kapılarak geçmez zaten bu zaman. Haksız mıyım? Kendimiz dışında aslında eşlerimizin ya da çocuklarımızın da farklı yönlerini fark etmek, iç görü kazanmak da işin artısı bu zamanlarda. Geçen gün takip ettiğim bir grupta, evden çalışan ve okulların kapanmasından dolayı dört yaşındaki kızı ile evde olan bir annenin itirafı çok şaşırttı beni. Demiş ki ‘Ben kızımı çok uslu bilirdim ama onunla evde daha çok zaman geçirdikçe, onun ne kadar hareketli bir çocuk ve bambaşka karakterde bir kız olduğunu fark ettim.’ Muhtemelen anne yukarıda bahsettiğim kısır döngü içerisinde kızı ile hafta içi birkaç saat geçirebilen ve her şeye yetmeye çalışan bir anneydi. Kızını çok seven ama sistemin dayatmasından kızını yeterince tanımayan bir anne. Aynı şey eşlerimiz için de geçerli değil mi? Çalışma hayatının yoğunluğundan dolayı en son ne zaman bu kadar yakın olmuştuk, en azından fiziksel olarak. O yüzden başta kendimiz olmak üzere yakın çevremizi tekrardan tanımak; bu karantina süreçlerinde kimleri veya neleri özleyip özlemediğimize karar kılmak; hatta hayatımızda gereksiz ne varsa –bir nesne, bir insan, bir hayal- atmak için mükemmel bir zamanlama aslında. Hayallerinizi gerçekleştirebilmek için adımlar atmak; bugüne kadar yorulmuş ruhunuzu dinlendirmek ve biraz da bir şeyleri oluruna bırakmak için de. Bunu Polyanna değil, bir psikolog olarak ben tavsiye ediyorum. Eminim hiç pişman olmayacaksınız.