Mahkemelerdeki Adalet Mülkün Temelidir" - bu derin ve tarihi ifade, adaletin toplumun temel yapı taşlarından biri olduğunu vurgulamaktadır. Bu kavram, yargının, hukukun ve toplumun adalet üzerine kurulu bir yapıya sahip olması gerektiğinin altını çizer. Türkiye'de adaletin durumu, özellikle ifade özgürlüğü ve adil yargılanma haklarının tartışıldığı bir dönemde, bu kavramın önemini daha da belirgin hale getirmektedir. 

Adaletin mülkün temeli olduğu düşüncesi, sadece yasal metinlerdeki maddelerin ötesinde, devletin ve toplumun etik temelini oluşturur. Türkiye Anayasası'nın 10. maddesinin vurguladığı eşitlik ilkesi, her bireyin yargı önünde eşit muamele görmesi gerektiğini belirtir. Ancak, söz konusu eşitlik ilkesinin günlük hayatta nasıl işlediği, zaman zaman sorgulanabilir hale gelmektedir. Özellikle cezaevlerindeki hak ihlalleri ve tecrit uygulamaları, bu ilkenin pratikteki yansımalarının sıkıntılı olduğunu göstermektedir.

Adil yargılanma hakkı, sadece bir hukuk ilkesi değil, aynı zamanda uluslararası hukukun da temel bir gereğidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararları ve Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşmeler, bu hakkın sadece ulusal bir mesele olmadığını, aynı zamanda küresel bir sorumluluk olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, insanlık dışı uygulamaların varlığı, uluslararası yükümlülüklerin tam anlamıyla yerine getirilmediğini göstermektedir.

Suçlamalar ne olursa olsun, adaletin temelinde yargı sürecinin adil ve tarafsız işlemesi yatmaktadır. Aksi takdirde, adaletsiz kararlar, devletin ve toplumun temel yapısını zayıflatmakta, halkın devlete olan güvenini sarsmaktadır. Türkiye'de adalet sistemi ve yargı süreci, Anayasa ve uluslararası hukuk normlarına uygun şekilde işlemelidir.

Adil yargılanma hakkının uygulamada her bireye eşit şekilde sunulması, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün temel bir gereğidir. Bu hak, yalnızca yargı sürecinin adil işlemesini değil, cezaevlerindeki uygulamaların da insan haklarına uygun olmasını gerektirir. Devletin ve yargı sisteminin, bu temel ilkeye uygun hareket etmesi, toplumun bütününün yararına olacaktır.

Türkiye hapishanelerinde yaşanan hak ihlalleri, Cumhuriyet tarihi boyunca var olan ve çözüme kavuşturulamayan ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İktidara gelen hükümetler, bu konuda kalıcı politikalar geliştirmekte yetersiz kalmış ve bu da sorunun daha da derinleşmesine neden olmuştur. Özellikle 12 Eylül askeri darbesinden sonra hapishanelerde işkence, kötü muamele ve yaşam hakkı ihlalleri gibi ciddi sorunlar göze çarpmaktadır.

Türkiye hapishanelerinin en önemli sorunlarından biri, devletin iç barışı sağlama konusundaki isteksizliğidir. Özellikle Kürt Meselesi'nin uzun yıllardır çözümsüz bırakılması, aşırı güvenlikçi politikaların benimsenmesi ve hak ve özgürlükler konusunda mücadele eden kişi ve kurumların baskı altına alınması, hapishanelerdeki mahpus sayısının ve yaşanan ihlallerin artmasına neden olmaktadır.

Türkiye hapishaneleri, birçok insan hakları ihlalinin yaşandığı yerler haline gelmiştir. Tecrit ve izolasyon, işkence ve kötü muamele, sosyal hakların engellenmesi, sürgünler, hasta mahpusların tedavi haklarının engellenmesi ve şüpheli ölümler bu ihlallerden bazılarıdır. Bu ihlaller, mahpusların yaşam hakkını doğrudan tehdit eden unsurlardır.

Devletin, hapishanelerde tutulan mahpusların politik görüşüne, etnik kimliğine, cinsiyetine ve diğer farklılıklarına bakmaksızın, insan onuruna yaraşır bir tutum belirlemesi gerekmektedir. Tecrit ve izolasyon uygulamaları, özellikle politik mahpusları "ıslah" etmek ve toplumun bütün muhalif kesimlerine yönelik bir gözdağı vermek amacı taşımaktadır. İmralı Yüksek Güvenlikli Kapalı Hapishanesi'nde uygulanan mutlak tecrit ve bu tür uygulamaların diğer hapishanelerde de yaşanması, ulusal ve uluslararası hukuka aykırı bir durumdur.

Hapishanelerdeki tecrit ve izolasyon uygulamalarının kaldırılması, ağır hasta mahpusların tedavi haklarının sağlanması ve politik nedenlerle tutulan mahpuslara yönelik ayrımcı uygulamaların ortadan kalkması, Türkiye'de barışın ve adaletin tesisi için hayati öneme sahiptir. Bu nedenle, tecrit işkencesine son verilmesi, ağır hasta mahpusların serbest bırakılması ve barışın hemen şimdi sağlanması için etkili adımlar atılmalıdır. Devletin bu konularda duyarlı ve sorumlu davranarak, mahpusların insan onuruna yaraşır bir şekilde muamele görmesini sağlaması gerekmektedir.