On üç yılı aşkın bir süredir iç savaşın pençesinde olan Suriye, post-truth çağı olarak adlandırılan günümüzün bilgi kirliliği ortamında, gerçeklerin hayal ürünü ve dezenformasyonla iç içe geçtiği bir ülkeye dönüştü. Kaynağı belirsiz paylaşımlar, manipülatif görüntüler ve spekülasyonlar arasında hakikati bulmak neredeyse imkânsız hale geldi. Bunun bir benzerini, Irak’ın 2003 yılındaki işgali öncesinde görmüştük: kitle imha silahları yalanı üzerinden dünya kamuoyu manipüle edilmiş ve devasa bir felaketin yolu açılmıştı.

Suriye bağlamında ise mezhepçi söylemler üzerinden inşa edilen “Siyasal Alevicilik” söylemi, düşman hukuku yaratarak iç savaşın meşruiyetine zemin hazırlamıştır. Fi tarihinde yaşandığı iddia edilen, kaynağı belirsiz ve içeriği net olmayan görüntülerle bir algı operasyonu yürütülmüş, bu keşmekeşte hakikatin yerini dezenformasyon almıştır. Gelinen noktada, bu manipülasyonun en büyük zararını doğrular ve ilerici değerler görmektedir.

BAAS Rejimi Altında Suriye: Kamuculuktan Neoliberalizme

BAAS Partisi’nin iktidarı altındaki Suriye, yarı seküler bir yapıya sahip, Atlantik çizgisinin dışında kalarak özgün bir yönetim pratiği geliştiren bir ülkeydi. Diğer Arap ülkelerinden farklı olarak Sovyetler Birliği ile yakın ilişkilere sahip olan Suriye, bu müttefikinin çöküşüyle birlikte birçok ülke gibi ciddi bir savrulma yaşadı. 1991 Körfez Savaşı sırasında Hafız Esad yönetimi, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona destek vererek Batı ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştı.

Bu dönemde Suriye’nin ekonomik yapısı ciddi bir dönüşüm geçirdi. Kuruluş kodlarındaki Arap ulusalcılığına dayalı sosyalizan politikalar yerini neoliberal reformlara bıraktı. Devlet kontrolündeki ekonomi serbestleştirilmeye başlanırken, kambiyo rejimi uluslararası finans kuruluşlarının taleplerine uygun hale getirildi. Kamusal kaynaklar kısılırken, devletin stratejik sektörlerdeki yatırımları azaltıldı. Bunun sonucunda, Sünni ticaret burjuvazisi güç kazandı ve rejimin önemli bir ortağı haline geldi. Ancak bu politikalar gelir adaletsizliğini artırdı, yolsuzluğu derinleştirdi ve toplumsal yapıda büyük kırılmalar yarattı.

Sol hareketlerin ve sendikaların zayıf olduğu Suriye’de, bu toplumsal kırılmalar sınıfsal bilince yönelmeyip dini ve mezhepsel radikalleşme ekseninde şekillendi. Arap Baharı olarak adlandırılan toplumsal hareketlerin temelinde de bu krizler yatıyordu. Ne var ki, ekonomik ve sosyal krizlerden doğan toplumsal öfke, radikal İslamcı hareketler tarafından konsolide edildi.

Radikalizmin Yükselişi ve Ötekileştirmenin Küresel Boyutları

Bu tür çelişkiler yalnızca İslam toplumlarına özgü değildir. Avrupa’da da sol partilerin ve sendikal hareketlerin etkisiz kaldığı, kimlik politikaları eksenine hapsolduğu bir ortamda, aşırı sağın yükselişi dikkat çekicidir. Sosyal devletin kazanımlarının kaybedilmesiyle ekonomik krizler yaşayan toplumlar, toplumsal tepkilerini yabancı düşmanlığı ve İslamofobi gibi radikal sağ söylemlere yöneltmiştir.

Batı’daki aşırı sağ ile Ortadoğu’daki radikal İslamcı hareketlerin temel ortak noktası, toplumsal öfkeyi sistemin kendisinden uzaklaştırarak başka bir “öteki”ye yöneltmeleridir. Batı’da bu “öteki” genelde Müslümanlar ve göçmenlerken, Ortadoğu’da mezhepçilik üzerinden tanımlanan gruplardır. Tüm radikal akımlar, varlıklarını sürdürmek için bir “deccal”e ihtiyaç duyar. Suriye örneğinde bu deccal, mezhepsel farklılıklar üzerinden kurgulanmıştır.

Siyasal Alevicilik Söylemi: Laikliğe ve Aydınlanmaya Yönelik Saldırı

Suriye’de mezhepçilik üzerinden yürütülen propagandanın en önemli dayanaklarından biri, Siyasal Alevicilik söylemi olmuştur. Bu söylemin özünde hedef alınan şey, Alevilik değil, onun temsil ettiği laiklik, aydınlanmacılık ve ilerici değerlerdir. Bugün Selefi hareketlerin düşman olarak tanımladığı bu değerler, aynı zamanda Siyonizm karşısında da esaslı bir mücadele pratiği sergileyen değerlerdir. Ancak Selefi hareketler, bu ideallere karşı duyduğu düşmanlık kadar Siyonizm’e karşı bir tutum sergilemekten kaçınmaktadır. Zira bu hareketlerin büyük bir kısmı, küresel güçlerin Ortadoğu politikalarındaki maşaları olarak işlev görmektedir.

Sonuç: Hakikatin Yitiminde Toplumsal Öfkenin Yönü

Bugün Suriye özelinde yaşananlar, hem bölgesel hem de küresel dinamiklerin birleşimiyle ortaya çıkmıştır. Toplumsal öfke, radikal İslamcı gruplar tarafından mezhepsel radikalleşmeye yönlendirilmiş; hakikat, post-truth çağının sisleri arasında kaybolmuştur. Siyasal Alevicilik söylemi üzerinden inşa edilen düşman hukuku, yalnızca Suriye’yi değil, laiklik, aydınlanma ve ilericilik gibi evrensel değerleri de hedef almaktadır.

Tüm bu keşmekeşin içinde, toplumsal bilinç ve dayanışma mekanizmalarını yeniden inşa etmek, sınıfsal öfkeyi doğru bir eksene oturtmak, bölgenin geleceği açısından en önemli çıkış yolu olarak görülmelidir. Bu yapılmadığı sürece, kapitalizmin can simidi olan aşırı sağ ve mezhepçi radikalizmin yarattığı kısır döngü, hem Ortadoğu’da hem de Batı’da toplumların en büyük handikabı olmaya devam edecektir.