HDP'nin 8. kuruluş yıl dönümüne ilişkin HDP'nin Eş Genel Başkan Yardımcısı Avukat Ümit Dede, dokuz8GÜNDEM Özel programında Bekir Güneş'e değerlendirmelerde bulundu.
Dede, HDP'ye yönelik baskıların kurulduğu ilk günden itibaren sürekli artarak devam ettiğini ve bu baskılara karşı HDP'nin de hep dimdik ayakta olduğunu belirtti. Erken seçim ve ittifak tartışmalarına ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Dede şunları söyledi:
Bu yönüyle değerlendirildiğinde evet 8 yıl belki de bu çizgideki bir siyasi parti için bu kadar antidemokratik yönelimlerin olduğu yine hukukun askıya alındığı bir ülkede 8 yıl güçlü bir şekilde siyaset yapabilmek ve Türkiye’nin 3. partisi olabilmek çok kolay olmadı. Elbette çok ağır bedeller ödendi ve hala da ödenmeye devam ediyor. Bu yönüyle bir başarıdır. Zira sadece parti kapatma boyutuyla değil. Partimize dönük geliştirilen saldırılar, gözaltılar, tutuklamalar. Eş genel başkanlarımıza, milletvekillerimizden tutalım belediye eş başkanlarımızdan, yöneticilerimize kadar bu kadar yoğun baskının geliştirildiği bir partinin ayakta kalması, hala siyaset yapabiliyor olması gerçekten kıymetlidir diye düşünüyorum. Bu anlamda da binlerce arkadaşımızın emeği söz konusu. Bu emekle partimiz ve tabi ki halkımızın desteğiyle ayakta duruyor. Yoksa bu koşullar altında siyaset yapabilmek gerçekten çok zor.
"HDP’DE BİR YORGUNLUK OLDU DEMEK MÜMKÜN DEĞİL"
Bir yorgunluk oldu demek mümkün değil. Elbette çok zor ve çok yorucu bir süreç. Fakat şöyle bir durum da var. Biliyorsunuz. Partimiz sürekli kendini yeniliyor. Bu bir yönüyle tutuklamalar ve yurtdışına sürgüne gitmek zorunda kalan arkadaşlarımız ve onların yerinin mutlaka doldurulması suretiyle oluyor. Bir diğer yönüyle de biliyorsunuz. HDP kurulduğu günden itibaren de gençliği önemseyen ve gençlerin partisi. Bir yönüyle kadınların partisi bir yönüyle de gençlerin partisi olarak kendini kurgulamıştı. Dolayısıyla sürekli olarak alttan bir kadro yetiştirilmesi kadroların yeni katılım durumu söz konusu. Dolayısıyla bir yorgunluktan bahsetmek doğru olmaz diye düşünüyorum. Elbette koşullar çok zor, elbette yorucu koşullarda çalışıyoruz. Ama en nihayetinde HDP’de çalışmayı ve siyaset yapmayı göze alan arkadaşlar karşılaşacağı durumu bilerek siyasete giriyor ya da HDP’de siyaset yapmaya başlıyor. Dolayısıyla şu an HDP’de siyaset yapan bir birey olarak rahatlıkla şunu söyleyebilirim. Evet koşullar zor ama biz bu koşulları bilerek HDP’de siyaset yapmayı tercih ettik. Bu koşullara rağmen yürüyebileceğimize inanarak siyasete başladık. Bir yorgunluk durumu söz konusu değil. Kesinlikle ilk günkü heyecanla ve umutla yürüyüşümüzü devam ettiriyoruz.
"HDP’NİN İLK KURULUŞ AMACI BARIŞ SÜRECİNİN ÖNÜNÜ AÇMAK"
HDP sıradan bir siyasi parti değil. O dönemin koşullarında da HDP’nin kuruluşu çok sıradan bir kuruluş değildi. Bir barış müzakere süreci yürütülüyordu. Türk- Kürt sorununun demokratik, barışçıl yollarla çözülebileceğine ilişkin toplumda da gerçekten güçlü bir inanç gelişmişti. En nihayetinde bu çözümün, bu barışın gerçekleştirilebilmesi için topluma barışın gerekliliğini ve barışın nasıl bir barış olduğunu anlatabilmek için hem de bu barışın siyasetini yürütebilmek için bir siyasi parti ihtiyacı vardı. Dolayısıyla HDP’nin kuruluşu bu ihtiyacı karşılamaya dönüktü. Zaten biliyorsunuz kuruluş felsefesinde de Türkiye ve Kürdistan toplumunun değişik ve farklı kesimlerinden tüm toplumu belki kendi bünyesinde temsil edebilecek bir parti olarak kurgulandı. Böyle de siyaset hayatına girmiş oldu. Dolaysıyla HDP Türkiye’nin bir fotoğrafıydı. Öyle ifade edebiliriz. Dolayısıyla ilk kuruluş amacı elbette o dönem yürütülmekte olan barış sürecinin önünü açmak. Barış sürecine güç vermek. Bunun toplumsal ve siyasal ayağını oluşturabilmek için. Ama diğer yönüyle de HDP bir yönetim modelidir aynı zamanda. Bir yönetim biçimi hatta bir yeni yaşam biçimi öneriyordu. Tabi bu yeni yaşam biçiminin barışçıl ve görece daha demokratik bir ortamda anlatılması ve bunun siyasetinin yapılması çok daha kolaydı. Olanaklar daha fazlaydı. Biliyorsunuz HDP kurulduğu andan itibaren bu çoğulcu yapısıyla çok ciddi bir heyecan yarattı ve Türkiye toplumundan da ciddi bir karşılık gördü. Zira daha önce HDP’nin öncülü olarak belki ifade edebilecek siyasi partilerin aldıkları oy oranını çok kısa bir sürede ikiye katladı. Hatta iki katından daha fazla oy alarak yüzde 13 gibi bir oy oranına ulaştı. Dolayısıyla bu toplum tarafından HDP’nin kabul edildiğinin bir göstergesiydi.
"İKTİDARIN YARATTIĞI BU ZORBALIĞA RAĞMEN HALA HDP TÜRKİYE HALKLARI TARAFINDAN TERCİH EDİLİYOR"
HDP kurulduğu andan itibaren toplum tarafından ciddi bir kabul gördü. Sadece iktidar partisinden değil aslında tüm siyasi partilere geçmişte oy vermiş toplumsal kesimlerden ciddi bir oy aldı ve bu kadar kısa bir sürede. Bu durum iktidarı ve hatta sadece iktidarı değil iktidar dışında da cumhuriyet tarihiyle eş değer yaşta olan siyasi parti CHP’yi de diğer siyasi partileri de telaşlandırdı. Fakat elbette iktidarı kaybeden AKP bu durumdan en fazla telaşlanan siyasi partiydi. 7 Haziran seçimlerinde iktidarı kaybetmesinin ardından görece demokratik bir ortamda Kürt sorununun barışçıl yollarla çözülebileceğine inanılan bir dönemde Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını ve çözüm sürecinin bittiğini ilan etti. Ardından o günden bu güne başlayan çatışmalı ortam ve bu ortamda hükümetin giderek dikdatöryal bir yöne evrilmesi durumuyla karşı karşıya kaldık. Bunun temel sebebi en kısa şekilde şöyle ifade edilebilir. Siyaseten HDP ile HDP fikriyatıyla HDP’nin topluma vaad ettikleriyle yarışabilecek bir durumları olmadığı için zor yolunu tercih ettiler. Bilirsiniz normal iki insan arasındaki bir tartışmada bile en nihayetinde fikirsel olarak zayıf duruma düşen saldırır, küfreder, hakaret eder, bağırır. Gücü yetiyorsa sizi dövmeye kalkar. AKP’nin siyaseten 7 Haziran sonrasında geliştirdiği tutum ideolojik, felsefik ve siyasal olarak içine düştüğü acziyetin HDP fikriyatı karşısında yaşadığı hezimetin bir sonucu olarak değerlendiriyor. O günden bu güne kadar da bu politikaları devam ettiriyorlar. Özellikle anaakım medya da HDP’yi tartışıyorsunuz programda bir HDP’li ile tartışıyorsunuz. Ama anaakım medya da HDP’lileri konuk edip HDP’liler ile tartışacak cesareti iktidara yakın basın mensupları da gösteremiyor. Dolayısıyla iktidarın kendisi de HDP ile siyaset yapamadığı için siyaseten HDP’yi yenemediği için zor yolunu tercih etmek durumda kaldı. Fakat bu zorbalığa rağmen HDP hala Türkiye halkları tarafından tercih ediliyor. Hala bu kadar zorluğa rağmen HDP siyaset yapabilme kendini anlatabilme olanağını bir şekilde yaratabiliyor. https://www.youtube.com/watch?v=pfflZX5GxYw&t=859s Bu söylemler ve hazırlanan dosyalar üzerinden HDP’nin kapatılması için bir zemin yaratılıyor olabilir. Zaten şu an yargının içinde bulunduğu durum biliniyor. Tamamen yürütmenin vesayeti altında bir yargı ile ne yazık ki karşı karşıyayız. Bir adalet sisteminden söz edebilmek artık Türkiye’de mümkün değil. En nihayetinde bu uyduruk soruşturmalarla ve hukuka aykırı soruşturmalarla bir yönüyle HDP’nin kadrolarını siyaset yapamaz duruma getirmek. Diğer taraftan da HDP’nin kapatılması için kendilerince bir kılıf yaratmaya çalışıyor olabilirler. Fakat bunun toplum nezdinde tutmayacağını ya da bu güne kadar tutmadığını ifade etmek gerekiyor. 2014 yılındaki Merkez Yürütme Kurulu üyelerimize dönük geliştirilen operasyon Kobane olayları bahane edilerek başlatılan operasyonda da aslında yaratmak istenilen algının toplum nezdinde çok yaratamadıklarını biz gördük. HDP2ye çok fazla ziyaret gerçekleştirildi. Toplumun çok değişik kesimlerinden ciddi destek mesajları yağdı. Buna hatta uluslararası bir çok parlamentodan, Avrupa Birliği’nden, Avrupa Komisyon’undan HDP’ye dönük yanında olduklarından ya da HDP'nin iddia edildiği gibi bir o dönem hayatını kaybeden kişilerin sorumluluğunu taşıyabileceğine inanmadıklarını ifade ettiler. Bunu çok net açıkladılar. Yine aynı dönemde HDP’ye dönük geliştirilen bu operasyonla birlikte halk kendiliğinden HDP’ye üye olmak şeklinde bir kampanya başlattı.
HDP’Yİ KAPATMA TARTIŞMALARININ AMACI NE?
Selahattin Başkan’ın ifade ettiği doğru. Ben de biraz önce söyledim. Akp’nin, MHP’nin HDP’ye dönük geliştirdiği tüm saldırıların altında aslında HDP’den duydukları korku yatıyor. Bunu net ifade etmek gerekiyor. Fakat bunun dışında Türkiye’de bir çok kez siyasi partiler kapandı. Hem HDP’nin öncesinde HDP çizgisine yakın siyaset yapan siyasi partiler kapatıldı. Bir de bunun yanı sıra şu an Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da geldiği gelenek olan REFAH Partisi ve Fazilet Partisi gibi partilerin de kapatılması durumu söz konusu oldu. Fakat Türkiye siyaset tarihi şunu çok net olarak göstermiştir ki kapatılan partilerin sonrasında gücü daha da fazla artıyor. Halk tarafından sahiplenilme düzeyleri çok daha fazla artıyor. Hem HDP tarafından böyle hem de Refah Partisi ve Fazilet Partisi de kapatıldı. Ama sonrasında bunların içerisinden doğan AKP Türkiye2de iktidara yürüyebildi. Dolayısıyla partimize dönük de bir kapatma olabilir. En nihayetinde kayyumlar atanıyor. Hukuka ve anayasal sözleşmelere aykırı olarak kayyumlar atanabiliyor. Milletvekillerimizin dokunulmazlığı anayasaya aykırı olarak düşürülüyor. Bugün Türkiye’de bir hukuk devletinden söz edebilmek mümkün değil. Hatta son günlerin popüler tartışması artık Türkiye’deki hukuk sistemi kendi içinde bile kendine güvenmiyor. Anayasa mahkemesi bir karar veriyor. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ben bu kararı tanımıyorum diyor. Şu anda hukukun geldiği nokta bu. Mahkemelerin ve yargıçların bile birbirine güvenmediği bir adalet sistemiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu adalet sistemi içerisinde bu uydurma yürütmenin vesayeti altındaki yargı sistemi içerisinde partimize dönük de hukuka aykırı olarak bir kapatma durumu gelişebilir. HDP kapatılacak olsa bile HDP’nin dayandığı taban, felsefe ve ideoloji siyaset yapmaya devam edecek.
DEDE: ERKEN SEÇİME GİDİLMESİ GEREKİYOR
Erken seçim Türkiye açısından olması gerekendir. Çünkü şu an Türkiye bir yönetilememe durumuyla karşı karşıya. Ekonomik, eğitim, sağlık politikaları boyutuyla şu anki hükümet toplumun hiçbir ihtiyacına cevap veremiyor. Türkiye hem dış hem de iç politikasında bir uçuruma sürüklenyor. Bir iflasa sürükleniyor. Böyle bir gerçeklik söz konusu. Yine yapılan kamuoyu araştırmalarında ve anketler de en son dün bir anket gördük. AKP’nin oylarının çok düştüğünü ifade ediyor. En nihayetinde demokrasilerde siz halk desteğiyle iktidara gelirsiniz. Halkın çoğunluğunun desteklediği siyasi partinin yönetme hakkı vardır. Fakat şu anda yapılan anketlerde aslında AKP ve MHP ittifakının Türkiye’yi yönetebilme şekilsel çoğunluğa bile sahip olmadığı görülüyor. Meşru bir hükümetle şu an karşı karşıya değiliz. Toplumun da artık AKP ve MHP’den bir beklentisi yok. Dolayısıyla ülkenin içinde bulunduğu durum ve iktidarda olan siyasi parti ve onun ortağının toplumsal meşruiyetini kaybetmesinin doğal sonucu olarak bir erken seçime gidilmesi gerekir. Demokrasi açısından olması gereken bir durum olarak ifade ediyoruz. MHP ve AKP’nin böyle bir şey olmayacağını ifade etmesi, erken seçim istemediğini belirtmesi kaygılarıyla alakalı. Kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki AKP ve MHP girecekleri bir seçimi kazanamayacaklar. MHP büyük olasılıkla barajın altında kalacak. Yüzde 10’u geçebilme ihtimali çok zayıf. Bizim gibi siyasi partiler için getirilmiş olan yüzde 10’luk baraj bugün MHP açısından sıkıntı yaratmaktadır. Kaybedecekleri bir seçime girmek istemiyorlar. Fakat Türkiye açısından erken seçim bizce de olması gereken bir durum. Ülkenin bu krizden ve yönetememe halinden bir an önce kurtulması, kurtarılması gerekiyor. Yine seçim ittifaklarına ilişkin olarak da partimizin somut olarak geliştirdiği bir ittifak durumu şuan söz konusu değil. Bizim ittifakımız 31 Mar yerel seçimlerinde de ifade etmiştik. Siyasi partilerle üstten bir ittifaktan ziyade tabanda ittifaktan yanayız. Bizim 31 Mart’ta da belirlememiz şuydu: Demokrasiden yana olan , demokrasiye en yakın aday kimse bizim kitlemiz o kişiye oy versinler yani siyasi parti ayrımı gözetmeksizin. Erken seçim olması durumunda yine tabandan başlayarak önce toplumsal kesimler açısından ve gittikçe siyasi partilerle gelişebilecek ittifaklar da söz konusu olabilir. Bunun için şu andan bir şey söyleyebilmek çok mümkün değil. Partimiz ortaya çıktığı günden itibaren kendisini 3. yol olarak tanımladı. Kendini bir alternatif olarak tanımladı.
"TÜRKİYE DEMOKRASİSİNİN ÖNÜNÜ AÇABİLECEK HER TÜRLÜ GİRİŞİM İÇERİSİNDE YER ALACAĞIZ"
Kürdistani İttifak yani Kürt partilerle geliştirdiğimiz ittifaka dahil olmayan siyasi partiler vardı. Onları da kapsayacak şekilde hem Kürdistani partilerle ittifakımız daha da büyütmek hem de diğer taraftan diğer toplumsal kesimlerle, sosyalist çevrelerle, çevrecilerle, ekolojistlerle, feministlerle, alevilerle ve tüm mezhep ve inanç gruplarıyla dediğim gibi hem tabandan başlayan bir ittifak grubu hem de giderek bunların örgütlü yapılarıyla bir ittifak geliştirme durumu zaten söz konusu. Bu bizim için olmazsa olmaz. HDP kurulurken bu mantık üzerine kuruldu. Bir arada olabilme çoğulculuğu esas alan bir yapısı var. Bu zaten bizim sürekli bir mücadele biçimiz. Ancak seçime dair de elbette seçim döneminde de Türkiye demokrasisinin önüne açabilecek her türlü girişim içerinde yer alacağımızı ifade edebiliriz.
"ALİ BABACAN AKP TARAFINDAN KÜRTLERE VE TÜRKİYE TOPLUMUNA YÖNELİK GELİŞTİRİLEN SUÇLARA BÜYÜK ORANDA ORTAKTIR"
Ali Babacan’ın söylemlerine ilişkin umarım samimidir, umarım gerçekten içtenlikle söylüyordur. Siyaseten söylemiyordur umarım. Çünkü Ali Babacan’ın da içinde yer aldığı AKP’de ilk kurulduğu dönem uzunca bir süre de aynı bu söylemleri kullanıyordu. İşte ana dilde eğitimin sağlanması, Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesi gerektiği söyleniyordu. AKP programı da aslında bugünkü DEVA partisinin programından farklı değildi. Fakat sonrasında ne yazık ki bu zihniyet Türkiye’ye götürdü. Dolayısıyla bu felaket yaşanırken AKP tarafından hem Kürtlere dönük hem genel olarak tüm Türkiye toplumuna dönük geliştirilen bu suçlara büyük oranda Ali Babacan’ın kendisi ortaktır. Bakanlar Kurulunda uzun süre yer aldı. Hükümetin aldığı tüm kararlarda imzası vardı.
"DOĞRU TEMELDE GELİŞTİRİLEN YAPICI ELEŞTİRİLER BİZİM İÇİN ÇOK KIYMETLİ"
Biz siyasi gelenek olarak özeleştiri verebilen, özeleştiri vermenin ve eleştiriyi doğru temelde almanın önemine inanan bir siyasal çizgiden geliyoruz. Bu yönüyle yapılan eleştirilerin hepsi bizim açımızdan kıymetlidir. Fakat bunu sadece Ayhan Bilgen için söylemiyorum. Yani sadece ona dönük değil. Çünkü partimize dönük eleştiri adı altında geliştirilen bir çok saldırı da var. Sanki HDP’’li gibi ya da HDP’nin yanında yer alıyormuş gibi görünüp fakat HDP’ye dönük geliştirilen bu fiziki saldırıların yanı sıra özel psikolojik yöntemlerle de HDP’yi yıpratmaya ve HDP ile toplum arasındaki bağı zayıflatmaya dönük geliştirilen bir kısım yazılar ve söylemler söz konusu olabiliyor. Şunu çok net söyleyebilirim. Partimize dönük geliştirilen eleştirilerden elbette biz payımıza düşeni alıyoruz. Doğru temelde yapıcı eleştiriler bizim için çok kıymetli.