“Ne kadar çok paylaşırsanız, tasın bereketi o kadar artar.” diyor Kuşaklılar. Klanlara bölünmüş bir toplumun paylaşımcı yaşam felsefesi bu. Kuşak neresi mi? Mars ile Jüpiter arasındaki astroid kuş...

“Ne kadar çok paylaşırsanız, tasın bereketi o kadar artar.” diyor Kuşaklılar. Klanlara bölünmüş bir toplumun paylaşımcı yaşam felsefesi bu. Kuşak neresi mi? Mars ile Jüpiter arasındaki astroid kuşağı, “iç gezegenler” ile “dış uzay”ın doğal sınırı. Birileri uzay madenciliği rüyaları göredursun, biz “farklı bir uzay”ın düşünü kuralım.

Doğu Almanya’nın Pravda’sı, şimdinin “sol” gazetesi Neues Deutschland’da “Die Klassenkampf im Weltraum” (Uzayda Sınıf Savaşı) başlıklı makale okunur da, durmak olur mu? 5 sezon dizi bir solukta bitti desek yeri. Şimdi işin yok, vaktin çoksa Amazon’un 5. sezonu bu ay biten The Expanse’ın final sezonunu bekle...

Dünya’nın nüfusu 32 milyar olmuş, uzay gemileri ile birlikte işsizlik ve yoksulluk da arşa çıkmış. Dünya yurttaşları eğitim alabilmek ya da iş bulabilmek için on yıllarca beklemek zorunda. Üstelik sonu belirsiz bir bekleyiş bu. Birleşmiş Milletler Hükümeti “bir avuç azınlık”ın iktidarı olarak otoriter bir yönetime dönüşmüş. Mars çoktan bağımsız olmuş, güçlü silahları olan totaliter bir askeri devlet. Astroid kuşağının yurttaşları ise bu iki emperyalist gücün doğal kaynak ve emek sömürüsü altında yaşama savaşı veriyor. OPA, yani Outer Spaces Alliance ise Kuşaklıların özerk ve esnek kurtuluş örgütü; Mars ve Dünya’nın gözüyle “terör örgütü”. Tıpkı üzerinde yaşadıkları küçük “kaya parçaları” gibi sayısız klana bölünmüş Kuşak halklarını bir arada tutan ise “paylaşım”a dayanan ilkel komünal toplum ilkeleri... Dünya’ya göre çok daha düşük yer çekimi nedeniyle “zayıf düşmüş” bedenleri acımasız bir sömürü çarkının, maden şirketlerinin ucuz iş gücünü oluşturuyor. Dünya’da ise işsizlik ve yoksulluk katlanılmaz boyutlarda, uzaya çıkan “uygarlık”, sofraya ekmek koymaktan da, ekmeği paylaşmaktan da uzak.

UZAY ÇAĞININ PROLETERLERİ

The Expanse’ı benzer uzay serilerinden farklı kılan bu “gerçekçi” yapı, dünün, bugünün ve geleceğin eleştirisi olarak öne çıkıyor. Bu bölünmüşlük içinde birden peydah olan “dış tehdit”, yani “bilinmedik bir yaşam formu” insanlığı yeni bir döneme taşıyabilecek mi? Asıl sorumuz bu! “Protomolekül’ü anlamak mümkün olacak mı; yoksa bu bölünmüşlükle her “koyun”un kendi bacağından asıldığı, ama mutlaka asıldığı yeni bir düzen mi kurulacak? Bu büyük sorular ve sorunlar herhangi bir uzay dizisinde de pekala karşımıza çıkıyor. The Expanse’ı farklı kılan; ezilen Kuşak halklarının trajedisi ve direnişi ile birlikte “çoktan elveda denilmiş olan” işçi sınıfını uzay çağında da görünür kılması. Yüksek teknolojilerin, devasa gemilerin ardındaki gücü, yani “elinde anahtar tutan işçi sınıfını” hemen her bölüm, her krizin ortasında görebiliyor olmamız. Toplu halde kosmosun derinliklerine gitmek isteyen Mormonlar dahi, imanın yanı sıra “onlara gemi inşa edecek proleterler”e ihtiyaç duyuyor mesela. “Beyaz yaka işlerinin çoğunun ortadan kalktığını”, ihtiyaç duyulan “beyaz yakaların proleterleştiğini” de ekleyelim, bilhassa da “4 dil biliyorum Kadıköy’ün çöpçüsü benden çok para alıyor” diye kendini yok yere üzenler için!

YENİ BİR YAŞAM MÜMKÜN MÜ?

ABD’nin Mars’a inen aracı, hiç yoktan “uzaydaki madenlerle zenginleşeceği” rüyasına kapılan Anadolu insanı, farklı ulusların “önce ben” yarışları bir kenarda dursun. Kapitalizm gerçeklerinden kopmamış, bizatihi onu yeniden inşa eden The Expanse dünyası, bugünü de sorgulama hissi doğuruyor. İzlediğimiz gelecek ve uzay, pek çok uzay serisinin aksine “birleşmiş ve sıkı sıkı kurallara bağlı” bir insan toplumu göstermiyor. Aksine, bir damla su için can alıp can verilen; ıssız gezegenlerde bir çuval maden için ölmek, öldürmek gereken bir kosmos anlatıyor bu dizi. Yasalar, ahlak, kurallar hep göreli. Milyonlarca işsiz dünyalı için de, iki damla su ve yiyecek için sömürgeleştirilmiş Kuşaklılar için de... Korsanlığın alıp yürüdüğü, biraz gemi ve yiyecek bulanın farklı yaşam seçenekleri için soluğu uzay boşluğunda aldığı bir umutsuzluk iklimi bu. Yeni bir yaşam arayışının “yeni bir gezegen bulmak” ile mümkün olabileceği düşünülen bir tükeniş iklimi. Kuşaklılar biraz istisna.

DON KİŞOT’UN ATI, KAVAFİS’İN ŞEHRİ

Don Kişot’u maceradan maceraya taşıyan atının adını bilirsiniz; Rocinante... tüm maceranın ortasındaki tarafsız ve çokkültürlü mürettebatı taşıyan geminin adı bu: Rocinante. Yaşlı ve yorgun atıyla Don Kişot göndermesi, beyhude bir çabanın işareti olarak okunabilir. Ya da yenilginin kaçınılmaz olduğu bir savaşın simgesi. Rocinante’nin Dünyalı, Marslı ve Kuşaklı küçük mürettebatı, dört bir yanı sarmış otoriter yönetimler ve kural tanımayan direnişler arasında bağımsız bir mücadele vermeye çalışıyor. Hal böyle olunca Don Kişot imgesi boşuna değil. The Expanse’ın 6. sezonu için Aralık 2021 tarihi veriliyor. Dizinin uyarlandığı James S.A. Corey’in aynı adlı roman serisinde de bu yıl 9. kitap yayınlanacak. Olur da The Expanse’ı izlemeye karar verirseniz, Konstantin Kavafis’in “Yeni bir ülke bulamazsın” dediği Şehir şiirini aklınızda tutun. Bu gezegen arkamızdan gelecek çünkü, yine aynı sokakta dolaşacağız, aynı gezegende kocayacağız!