Elektrik faturamızdan utanıp kimseye söyleyemedim. İki nedeni vardı aslında: Bir, sesli söylemezsem gerçek olmaz diye düşündüm. Sessizliği komşular bozdu. Sitede ölüm gibi bir şey oldu, ama kimse ölmedi. Herkes birbirine sabır diliyor, kettle’ın çok yaktığı konuşuluyor, tavsiyeler havada uçuşuyor. Acayip bir ortam.
Kaotik hayaller kurma konusunda iyiyimdir. Daha doğrusu hayallerimin orta yerinde zincirleme bir kaosa meylederim. Bu durum seneler önce üniversite sınavına hazırlanırken doğmuştu, zamanla geçti. Ülkedeki anksiyete seviyesiyle düzgün hayal kurabilmek iyice zorlaştı ve kaotik hayaller sorunsalım tekrar hortladı.
Diyelim ki, hayalimde bir yere gidiyorum. Otobüsten/araçtan iniyorum. Hoop hayalimde o esnada elimdeki şeyi düşünüyorum, alayım derken araç hareket ediyor, kafam eziliyor. Aniden kontrolden çıkıyor hayal. Yani demek istediğim, bir şeyin kötüsü düşünülecekse, o konuda iyiyim. Yine de elektrik faturamızın 6 bin 356 tl gelebileceğini tahmin edemedim.
2020’nin sonlarına doğru, yani pandemi döneminde, uzaktan çalışabildiğimiz için Bodrum’a geldik. Aile yazlığında kalıyoruz, ev müstakil. Ayıptır söylemesi, Bodrum’un kışı yazından daha güzel. Dağa, denize, ağaca bakarak çalışmak ya da canın sıkılınca bagajına attığın kamp sandalyesiyle dünyanın en güzel manzaralarına yarım saat uzaklıkta olmak hiçbir şeyle mukayese edilmez. Ben zaten yeni nesil iş yaşamı (uzaktan çalışma) üzerine çalışıyorum, çift olarak 5-6 yıldır dijital göçebe hayatı deneyimliyoruz. Sonunda yerleşiriz belki buraya dedik, ama şu an kendi ülkemizde yaşayabilmek hayal olmaya başladı.
Elektrikle ısınıyoruz, faturayı görünce önce hata var sandık; yokmuş. Fikre alıştıktan sonra sorgulamalar başladı. "Acaba biz bir kafe miyiz?" dedik. Odaları tek tek gezdik, baktık cidden evde kimse yok; zaten kullanmadığımız odaları kapalı tutuyoruz. "Acaba bitcoin, ethereum falan üretiyor olabilir miyiz?" dedik. Yok yani, o da yok. Dümdüz yaşıyoruz. Sitede diğer evlerin faturalarını sorguladık. Elektrikle ısınmayan bir evinki 3500 tl’den başlıyor, bizim gibi elektrikle ısınanlarda 7 binlere uzanan geniş bir skala var.
Önce saçma ve garip bir psikolojiye girdim. Elektrik faturamızdan utanıp kimseye söyleyemedim. İki nedeni vardı aslında: Bir, sesli söylemezsem gerçek olmaz diye düşündüm. Sessizliği komşular bozdu. Sitede ölüm gibi bir şey oldu, ama kimse ölmedi. Herkes birbirine sabır diliyor, kettle’ın çok yaktığı konuşuluyor, tavsiyeler havada uçuşuyor. Acayip bir ortam. İlk neden kendi kendine elenince, işin özünde saçma şekilde utandığımı fark ettim. Faturamı söylesem, Twitter’da yazsam linçleyecekler diye düşündüm; sanki benim ayıbımmış, zammı ben yapmışım gibi. Nitekim “Müstakil dediğin villadır” diyen, “Sen de kömür sobası yak” diyen (Bodrum’da kömür yakmak yasak), yuh be adam mı öldürdünüz (adam öldürmek kaç KW yakıyor bilmediğimden bunu anlamadım) diyen oldu. Çoğunluksa, gelen faturalarını paylaştı. Biri "Odun sobası uyguna gelir" diyor, bir diğeri yeni odun almış 5 bin tl tuttuğunu söylüyor. 15 gününde olmadığı 2+1 evinde 1500 tl elektrik ödeyen mi dersin, kapalı oteline gelen 25 binlik faturayı mı istersin? Faturalar, yorumlar, çözüm önerileri, "Ödemeyelim"ler havada uçuşuyor. Tüm bunların arasında bir cümle dikkatimi çekti. Bir kullanıcı demiş ki; “Bu ülkede bir vatandaş gibi değil, müşteri gibi hissediyorum.”
Sanırım uzun zamandır, durumumuzu bu kadar iyi betimleyen bir cümle daha duymamıştım.
Vatandaş halimizle üzerimize aldığımız yük çok fazla. SMA’lı bebeklere mi yardım edeceğiz, sokakta soğukta mahvolan hayvanlara mı, yoksulluk sınırının altında kalan, geçinemeyen ailelere mi? Bir yandan hangi elektronik alet ortalama kaç kw bileceğiz, hesap yapacağız. Marketteki indirimleri kovalayacağız. Uyguna denk gelebilirsek, hemen tuvalet kağıdı, havlu peçete alacağız; kenarda dursun. Bu ay çok açıldık, daha fazla açılmasak iyi olacak; ama almadığımız her şey önümüzdeki ay daha pahalı olacak. Canımız çikolata çekse, markete bir hafta arayla gidince o çikolatayı aynı fiyata alamayacağız. Sinirimiz bozulacak. Elimizde küçücük poşetle marketten çıkıp fişe uzun uzun bakacağız.
Dışarıda kahve içmenin lüks olmasından, evde kahve içmenin lüks olmasına geçişimiz 2 aydan kısa sürdü. 250 gram Türk kahvesi 45 tl, en ucuz filtre kahve 50 tl. Yani ben bunu yazarken böyle, siz okurken ne olur bilemem. Hatta şimdi çıkıp markete gitsem, gidene kadar ne olur, onu da bilemem. Evden çıkmayayım, telefonları bir kenara bırakıp mum ışığında bir sofra kuralım hem elektrikten de tasarruf etmiş oluruz desen; hıyarın kilosu 30 lira olmuş. Tarım ülkesiyken geldiğimiz yerde, vejetaryen bir sofra neredeyse 150 lira.
Küçük mutlulukların peşindeydim. Yaşamak çok zorlaştı. Daha ne kadar böyle gidebilir bilmiyorum; ama sabrın sonunun cinnet olduğunu iyi biliyorum. Umarım güneşli günler yakındır ve bu bulutlar el birliğiyle bir an önce dağılır.