Radikal Selefi İslamcı geleneğinin temsilcileri olduğunu iddia eden ve bütün uygulamalarını Selefi akımının Kur-an yorumuna göre yapan IŞİD, 3 Ağustos 2014 tarihinde Ninova vilayetinde yani Musul’a bağlı Şengal bölgesinde Ezidilere karşı bir katliam gerçekleştirdi. Bu katliamda resmi rakamlara göre 6 bin civarında Ezidi katledildi. 8000’den fazla büyük bir kısmı çocuk ve kadın olmak üzere insan kayıp. IŞİD’in saldırılarında 325.000’den fazla Ezidi Kürt evlerini terk etmek zorunda kaldı. 135.860 Ezidi Irak Kürdistan Bölgesi’ne sığındı. 189 337 kişi de Kürdistan Bölgesi’nden koparılan bölgelere, 100.000 kişi de farklı ülkelere göç etti.

İŞİD, İslami kurallara göre ‘savaş ganimeti’ olarak gördükleri binlerce Ezidi kadına tecavüz edildi ve ‘köle’ pazarlarında satıldı.   Yine binlerce çocuk kayıp. Bunların bir çoğu IŞİD tarafından eğitilerek  ‘İslamcı savaşçı’ olarak yine Kürtlere ve özellikle Ezidi toplumuna karşı kullanılmaya çalıştıkları ortaya çıktı.

Soykırım Tanımı Nedir

Kamuoyunda ‘her katliamın’ bir soy kırım olmayacağı algısı oldukça güçlüdür. Bu nedenle IŞİD’in Ezidi Kürtlere yönelik yapmış olduğu katliam bir ‘soy kırım’ olarak görülmeyeceğine dair görüşlerin varlığı biliniyor. Özellikle bölgesel statükocu devletlerin, Ezidi katliamını ‘soy kırım’ olarak tanımak istemedikleri hatta katliam olarak tanımlamaktan kaçındıkları anlaşılıyor.

1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (SSECS) ‘Soy kırımın’ hukuksal  tanımlanması yapıldı.  Sözleşmenin 2. maddesi soykırım: “Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: Topluluğun üyelerinin öldürülmesi, topluluğun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi, topluluğun yaşam koşullarının topluluğun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasıtlı olarak bozulması, topluluk içinde yeni doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması, topluluktaki çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi” olarak tanımlandı. Böylece ‘Soykırımın hukuksal çerçevesi net olarak ortaya konuldu.

Bu tanımlamada anlaşılacağı üzere ‘soykırım ‘sadece bir topluluğun katledilmesi gibi dar bir alana sıkıştırılmadı. Bu nedenle SSECS tanımından anlaşılacağı üzere;  “Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen her hareket soy kırım kapsamındadır.

Bu hareketler ise

-       “Topluluğun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi,

-        Topluluğun yaşam koşullarının topluluğun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım ve kasıtlı olarak bozulması,

-       Topluluk içinde yeni doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması,

-       Topluluktaki çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi,

-       Ulusal topluluklara ait siyasi ve toplumsal kurumların, kültürün, dilin, millî hislerin, dinin ve iktisadi varlığın tahrip edilmesi,

-       Bu gruplara dahil kişilerin bireysel güvenlik, özgürlük, sağlık, onur ve hatta yaşamlarının yok edilmesi şeklinde tanımlamaktadır.” Buradaki temel yaklaşım, bu kastla yapılan her eylem soykırım kapsamında ele alınmasıdır. Bunların hangi düzeyde gerçekleştiğinin ciddi bir önemi yoktur. İster 100 kişi isterse 100 bin kişi öldürülsün ‘soykırım’ tanımlamasında bir fark oluşturmaz. Sadece soykırımın şiddetini ve boyutlarını ortaya koyar.

Soykırım Suçları

SSECS’nin yürürlüğe girmesi ile öncelikli olarak Hitler Faşizminin uyguladığı ‘Yahudi katliamı’ soy kırım olarak tanımlandı.  Ermeni jenosidi Avrupa Parlamentosu ve Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildi. Kanada, Avusturalya, Fransa, Almanya, İngiltere başta olmak üzere AB ülkelerinin hemen hemen tamamı, Ermeni katliamını ‘soykırım’ olarak kabul ettiler. En son olarak Biden Yönetimi yani ABD, 14 Nisan 1915 olaylarını ‘soykırım’  olarak tanımladı. Ayrıca Ruanda’da ve Bosna’daki katliamlar ‘soykırım’ olarak tanımlandı.  Soy kırım gerçekleştiren ülkelerin, grupların ve bunlardan sorumlu liderlerin yargılanması için 2002 yılında Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Ceza Mahkemesi  kuruldu. Ancak mahkeme yeterince işlevli hale getirilmiş değil

Ezidi soykırımının tanınması

3 Ağustos 2014 tarihinde IŞİD tarafından yapılan katliam tam bir soykırımdır.  Şubat 2016’da, Avrupa Parlamentosu ve Haziran 2016’da, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi,  IŞİD’in Ezidiler ve diğer azınlıklara soykırım suçu işlediğini kabul etti. Bundan sonra İsviçre, Lüksemburg, Belçika, Hollanda, Ermenistan, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi 14 ülke IŞİD’in Ezidilere karşı uyguladığı katliamı soykırım olarak kabul etti. Ezidi Jenosidi kabul edilmekle birlikte, soykırımı gerçekleştiren sorumluların veya buna destek verenlerin yargılanması için somut bir adım atılmış değil.

Ezidi Katliamından kimler sorumlu

 IŞİD, kısa sürede Irak ve Suriye’de çok önemli bir alanı kontrol altına aldı. IŞİD’in stratejik hedefi Irak ve Suriye’de doğrudan Kürtlerin yaşadığı alanlar oldu. Bunun bir tesadüf olmadığı belirlenen bölgesel politikanın bir parçası olduğu ortaya çıktı. IŞİD, 8 Haziran 2014 yılında Irak'ta Musul'un merkezini oluşturduğu Ninova vilayetini ve Şengal bölgesini ele geçirdi. Musul gibi stratejik alanın IŞİD tarafından ele geçirilmesi esasen Katar, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin ve Türkiye’nin bölgesel politikalarıyla uyumluydu. Musul merkezli Şengal’den sonra Rakka, Deyre Zor ve   Kobani’ye kadar bölgenin ele geçirilmesinin arka plan politikalarından biri de enerji kaynaklarının kontrol altına alınmasıydı. Özellikle enerji kaynakları üzerinde oturan Kürtlerin, gelecekte bölgesel güç dengelerindeki rollerinin artmasını engellemeye yönelikti.  IŞİD’in hedeflerinden biri de Hewler’i/Erbil’i ele geçirmekti

 IŞİD’in işgal planı, bölgede güç olan Arap devletlerinin Irak’ın hatta İran’ın çıkarlarıyla uyumluydu. Ancak, bölgesel ilişkilerde askeri ve politik olarak aktif bir rol üstlenen Türkiye’nin çıkarlarıyla IŞİD’in askeri hamlelerinin büyük ölçüde uyumlu olduğu görüldü. IŞİD militanlarının Türkiye sınırlarını çok rahat kullandıkları özellikle Kobani sürecinde görüldü. Ayrıca IŞİD ve Türkiye arasındaki ilişkilere dair uluslararası alanda birçok iddianın varlığı bilinmektedir.

Aynı şekilde bölgesel ilişkilerde stratejik çıkarları olan ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi devletler, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta çok geniş bir alanı işgal etmesini uzun bir süre izlediler ve doğrudan bir müdahalede bulunmadılar. Bu bakımdan söz konusu devletlerin IŞİD’in bugüne kadar uyguladığı katliamlardan bir sorumlulukları bulunmaktadır. Özellikle PYD’ye bağlı askeri birliklerinin hem Şengal’de IŞİD’in saldırılarını durdurmaları hem de Kobani’de IŞİD’e karşı gösterdikleri direnişin uluslararası alanda yarattığı yankı, küresel devletleri harekete geçirdi ve IŞİD’e karşı operasyonlara başladılar.

IŞİD’in Şengal’i kolayca ele geçirmesinin en önemli etkinlerden biri de Irak Kürdistan Bölge Yönetimine bağlı Peşmergenin izlediği politikaydı. Bölgede 6-7 bine yakın Peşmerge bulunmasına rağmen saldırı gecesinde, ağır silahlarla birlikte çekilmeleri, IŞİD’ın Şengal’e saldırısını hızlandırdı ve binlerce Ezidi’nin katledilmesine yol açtı.  Kısa bir sürede Maxmur Kampı yakınlarına kadar gelen IŞİD  Hewler’e 60-70 km yaklaştı.

Peşmergenin IŞİD karşısında direnmeden çekilerek Kürt bölgelerini açık saldırı haline getirmesinin politik ve askeri nedenlerinin araştırma konusu edilmemesinin nedenlerine dair hiçbir açıklama yapılmadı ve olayın üstü kapatılmaya çalışıldı. Bugüne kadar hiçbir soruşturmanın yapılmamış olması da en hafif deyimle Peşberge içerisindeki bazı güçlerin IŞİD politikalarına onay verdiği  algısını güçlendirmektedir.

IŞİD7in askeri yenilgisini kim sağladı

IŞİD’in bölgede stratejik bir yenilgi alması esasen Kürt Politik Hareketinin ve özellikle PYD/YPG’nin göstermiş olduğu başarıdan kaynaklanmaktadır. IŞİD’in hem Şengal’de hem de Rojava’da önemli oranda etkisizleştirmesi, bölgesel devletlerin belirlediği askeri ve politik planların da başarısız olmasına yol açtı. IŞİD’in hem askeri ve politik gücünün minimum düzeye düşmesi, söz konusu bölgelerde Kürt politik güçlerinin askeri ve politik ağırlığı artmaya ve güç dengelerini etkileme başladı. Aynı şekilde bölgedeki küresel güçler de, PYD’nin merkezinde olduğu Suriye Demokratik Güçleriyle stratejik ittifak yapma kararı aldılar.

Ezidi soykırımının politik tanımı

74.jenosid olarak tanımlanan Ezidi katliamının tanınması kendi başına bir anlam ifade etmediği çok açıktır. Ezidiler, Şengal’de fiilen Özerk bir yapı oluşturdular. Şengal, Musul bölgesinin tartışmalı bölgelerinden biri olup Anayasanın 140.maddesine göre çözüm beklemektedir. 2014 yılından bu yana Şengal Özerk Bölgesinin fiili durumunun Anayasanın 140.maddesine göre kabul edilerek resmi bir statüye kavuşturulması, Ezidilerin hem Irak’ta hem de uluslararası alanda politik olarak güvenceye alınmasını sağlayacaktır. Bu konuda Irak Kürdistan Bölge Yönetiminin olumsuz bir tutum alması ve Şengal Özerk Bölgesinin tasfiyesi için hem Bağdat ile hem de bölge devletleriyle hareket etmesi, Ezidiler için ciddi bir tehlike olarak görülmektedir. 

3 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleşen soykırımın politik çözümü hem IŞİD’in Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanarak bütün sorumluların ortaya çıkartılmasıyla hem de Şengal Özerk Yönetiminin Bağdat ve Erbil/Hewler tarafından kabul edilmesiyle sağlanabilir.