Türkiye’de faaliyet gösteren doğrulama girişimlerine değindikten sonra “doğrulama girişimleri gerçekten gerekli mi?” sorusu üzerine kafa yormanın zamanı geldi.
Kendi yanıtımı başta vereyim: Doğrulama girişimleri ve doğruluk kontrolü (fact-checking), yanlış bilgi sorununa “deva” olmasalar da “elzemler”.
Doğruluk kontrolünün bir illüzyon, egemen sınıf silahı ya örtülü bir dezenformasyon taktiği olduğu, aslında bir işe yaramadığı, sanılan katma değeri sunmadığı, insanların fikirlerini değiştiremediği, hakikati tahrif ettiği, gerçekleri çarpıttığı ya da ilgiyi başka alanlara yönlendirdiği, doğru bilgiyi baskıladığı, karşı tarafı zayıflatmak için kullanıldığı gibi eleştiriler dile getiriliyor. Yayımlanan doğruluk kontrolü içeriklerinin yanlış iddiaların etkisini azaltarak yok etmek yerine daha bilinir hâle getirdiği, yanlış iddiaların raf ömrünü uzattığı da ileri sürülüyor.
Ancak bu eleştiriler tamamen doğru ve hakkaniyetli değil. Doğruluk kontrolü, yanlış bilgi sorununa karşı bir panzehir olmasa da en etkili unsurlardan biri (Bu noktada, “yanlış bilgi salgını”na (“infodemi”) karşı “aşı ile bağışıklık” analojisi “doğrulama / yanlışlama” için uygun düşüyor).
(Kişisel tespitlerin yanı sıra) Akademik çalışmalar, doğrulama girişimlerinin yayımladıkları incelemelerle bir fark yarattığını ve katma değer sunduğunu işaret ediyor. Thomas J. Wood ve Ethan Porter tarafından Arjantin, Nijerya, Güney Afrika ve Birleşik Krallık'ta eşzamanlı gerçekleştirilen çalışma, doğrulama faaliyetinin etkili olduğunu ve yanlış bilgiye inanışı azalttığını tespit etmişti. Reuters Institute Direktörü Rasmus Nielsen'in Birleşik Krallık, Hindistan ve Brezilya'yı temel alan araştırması, yanlış bilgiyi ele alan haberlerin o bilginin yayılmasına katkıda bulunmadığını aktarmıştı. “Doğruluk dürtmesi” başlıklı yazıda, “yanlışı” vurgulamanın yayılımını azalttığına değinmiştik.
Doğrulama girişimlerinin başlıca faydaları, eleştirel düşünceyi teşvik etmeleri ve doğruluk kontrolünün nasıl yapılabileceğini aktararak incelemelerini derli toplu şekilde sunmaları oldu. Veri boşluklarını doldurmaları, öncül çürütme (pre-bunking) yapmaları ve herkesin hata yapabileceğini ortaya koymaları da cabası.
Elde edilen başarı “doğrulama” alanına yönelik ilgiyi de beraberinde getirdi. Doğrulama faaliyeti yürüten (ya da yürüttüğünü sanan) girişimlerin sayısı arttı.
Politifact, 2009 yılında Pulitzer kazandı. Filipinler’deki doğrulama girişimi Rappler’ın kurucusu Maria Ressa’ya Nobel Barış Ödülü verildi.
“’Doğruluk kontrolü’ postuna bürünmüş ‘dezenformasyon’: ‘Fact-check’ görünümlü ‘fake-check’” başlıklı yazıda değinildiği üzere doğruluk kontrolünün kazandığı başarıyla birlikte doğruluk kontrolü görünümlü sahte içeriklere tevessül edildiği de görüldü. Hatta sağlanan başarının etkisiyle kamu otoritesi de kendi doğrulama girişimini kurmaya niyetlendi (İletişim Başkanlığı bünyesinde Dezenformasyonla Mücadele Merkezi oluşturuldu ve cezaî yaptırım yoluyla yalan haberle mücadele için yasa tasarısı da hazırlandı).
Doğrulama kontrolüne yönelik ilgi ve talep de giderek artsa da doğrulama girişimleri yeterince bilinir değil. Toplumda henüz ne doğrulama pratiği yeterince yaygın ne de doğrulama refleksleri gelişmiş durumda. Türkiye Raporu’nun 2020 yılında haber tüketicilerinin bilgi arama ve doğrulama uygulamaları hakkında hazırladığı ankete göre şüphelenen bilgiye dair direkt olarak doğrulama kuruluşlarını inceleyen kesim ise %10’un altında kalıyor.
Yanlış bilginin yayılım hızı çok yüksek (“Hız” bahsi geçtiğinde (sahipliği Mark Twain’e hatalı şekilde atfedilen) “gerçek ayakkabılarını giymeden yalan, Dünya’yı 3 kez dolaşır” sözü ve “yanlış bilginin doğrulara oranla 6 kat daha hızlı yayıldığı” tespitini içeren çalışma yaygın şekilde alıntılanır). Bu durum karşısında konvansiyonel araçlar, daha yenilikçi, esnek ve hızlı yapıya sahip yeni medya aracı doğrulama girişimlerine kıyasla atıl kalıyor.
Halk arasında habere ve basın organlarına güven düşük seviyede. Dezenformasyon giderek yaygın ve kalıcı bir hâl alıyor. "Türkiye'de Kutuplaşmanın Boyutları 2020" araştırmasının sonuçlarına göre, katılımcıların % 60’ı en az bir tür yanlış bilgi / yalan haber ile karşı karşıya kaldığını belirtiyor.
Her iddiayı doğrulamak / yanlışlamak mümkün değil. İddia çürütülse dahi, inananların tamamına ulaşılması mümkün değil. Bir internet sitesi ya da sosyal medya platformu üzerinde paylaşılan inceleme (henüz) TV yayını kadar etkili olamıyor. Yanlış iddiaya inanan ya da kafası karışık kişilere ulaşılsa dahi, eğitim, eleştirel düşünce, medya okuryazarlığı ve (bunu söylemek üzücü fakat) okuduğunu anlama gibi alanlarda engeller de mevcut (Türkiye’deki yetişkinlerin büyük bir kısmının sözel, sayısal ve teknoloji zengin ortamda problem çözme becerilerinin zayıf olduğu, nüfusun %39’unun okuma-yazma, okuduğunu anlama, basit matematik ve problem çözme gibi temel yeteneklere sahip olmadığı biliniyor).
Yayımlanan incelemelerle yanlış olduğu ortaya koyulan iddialar varlığını sürdürmeye devam edebiliyor (Ne de olsa “eşik bekçiliği” (“gatekeeping”) değil, içerik gözleme ve denetleme odaklı bir nevi “eşik gözcülüğü” (“gatewatching/keeping”) yapıyorlar).
Doğruyu aktarmaya çalışmak bazen nafile bir hâl alabiliyor. “Hakikati görmeye niyeti olmayana doğruluk dürtmesi işlemez” demiştik. Bazen insanlar, sadece kendi ideolojileri ile uyumlu içerikleri memnuniyetle karşılıyor. Aksi takdirde, etiketleme mekanizması ivedilikle devreye giriyor. Amigolar ve taraftarlar, doğrulama içeriklerini karşı tarafın başına indireceği balyoz gibi görüyor.
Tarafgirlik had safhada. “Yankı fanusları” ve “geri tepme etkisi” çok güçlü. İnançları ve davranışları değiştirmek kolay değil.
Nietzsche, hakikatin karşısında yalanların değil inançların olduğunu vurgular. Hakikatin nesnelliğine inançların çektiği set karşısında doğrulama girişimleri ne kadar etkili olabilir?
Tefrikada ittifakın giderek kökleştiği, insanların kendi partisine, kabilesine, cemaatine, ideolojisine, görüşüne körü körüne bağlı olduğu, herkesin kendi mahallesinin duvarlarını tahakküm etmeye çalıştığı, duvarın ötesinden gelen seslere karşı üç maymun taklidi yaptığı, gerçeğin kendisine özgü versiyonunu sunduğu bir ortamda tüm yükü, kısıtlı kaynağa sahip bir avuç doğrulama girişimi sırtlayamaz.
Binlerce basın organı ve gazetecinin emek verdiği koskoca haber endüstrisinin, kamu otoritesinin, örgün eğitim kurumlarında görev yapan 1,1 milyon öğretmenin üstesinden gelemediği yanlış bilgi sorunu ve eleştirel düşünce eksikliği karşısında doğruluk kontrolü, tek ve kesin çözüm değil; ancak, hakikat mücadelesinde elimizdeki güçlü aygıtlarından biri.
Doğrulama girişimleri bilgi düzensizliği sorununun çözüme katkı sunabilir; fakat, içerik hazırlayanlar ve tüketenler yanlış bilgi sorununun çözümünde tüm sorumluluğun bu girişimlerde olmadığını bilerek hareket etmeli.
“Mükemmel iyinin düşmanıdır” denir. Doğrulama girişimleri “mükemmel” değil (olamazlar da). Eksikleri elbette var. Eleştirilemez değiller. Geliştirilebilir, iyileştirilebilir vaziyetteler. Eleştiriye ve “teyit edilmeye” açıklar.
“Karanlığa karşı lânet okumaktansa bir mum yakmak yeğdir” vecizesi gerçekten anlamlı. Karanlığa karşı “söylenmek” ve “mum yakmak” bir tür aktivizm. “Sorunu dile getirmek” ya da -imkânlar dahilinde- “çözümün parçası olmak” bir tercih. Problem karşısında “sessiz kalmak” ya da fayda sağlayacak enstrümanları “etkisiz kılmak” yahut meyvelerini göz ardı edip haksız biçimde “taşlamak” da.