ABD'de 46 yaşındaki siyahi erkek George Floyd'un beyaz bir polis memuru tarafından sekiz dakikalık bir süre boyunca işkence ile öldürülmesinin ardından yükselen tepkiler ülkenin dört bir yanına yayıldı, hatta sınırların ötesine taştı. Yüzlerce noktada adalet talebiyle gerçekleştirilen bu eylemlerin ardından sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Türkiye'nin medya-okur gündeminde de oldukça önemli bir yer kaplayan bu adalet eylemleri, özellikle Twitter'ın "yeşil noktalı" profilleri tarafından "ilk üç gün" yoğun bir destek görmüştü. Fakat dördüncü gün itibariyle durum biraz değişmişe benziyor.
Nitelikli bilimsel bir analize değil fakat gözleme dayanan bir deneyim aktarmak isterim. Gördüğüm kadarıyla polis şiddetine ve işkenceye, tepki sözkonusu olduğunda yalnızca yaşadığı ülkenin sınırları dışındaki insanların hakkını düşünen bir kitle ile iç içe yaşamaktayız. Bunu en bariz şekilde, George Floyd için klavye başında ter dökenlerin, kendi sokağında Floyd için bir destek eylemi düzenlemesi durumunda eline kaptığı ilk sert cisimle saldırma girişiminde bulma potansiyeline sahip olması. Öyle bir kitle ki, ABD'de bir siyahi adam polis şiddetine maruz kaldığında mangalda kül bırakmıyor; gür bir tweetle haykırıyor "faşizm bu, ırkçılığa son" diye tamamını büyük harflerle yazarak. Bir kısmı ekliyor hatta, "bizim polisimiz asla böyle bir şey yapmaz".
DÖRDÜNCÜ GÜN VİRAJI!
Ve o dördüncü günü geldiğinde eylemlerin, bir diğer "abi" giriyor devreye, diyor ki "mala, mülke zarar veren üç beş çapulcuya destek olduğunuzun farkında mısınız? Yarın burada da bunlar sokağa çıksa destekleyecek misiniz, kendinize gelin". "İlk üç gün ben de desteklemiştim" demek içindir belki de o haksızlığa, hukuksuzluğa, işkenceye, cinayete karşı duruşlar. Türkiye'de son zamanlarda neredeyse günlük hale gelen bazı polislerin keyfi ve orantısız şiddet görüntüleri üzerine son yıllarda polis muamelesi ya da kurşunu nedeniyle yaşamını yitirmiş kişilerin adları sıralandığında bir anda "ama onlar..." şeklinde başlayan cümlelere bırakıyor yerini faşizm ve zorbalık karşıtı tepkiler. O malum dördüncü günde bir de Başkan Trump'ın kalkıp da Nazilere karşı insanlık onuruyla direnişi örgütleyen faşizm karşıtı yapı Antifa'yı terör örgütü ilan etmeye hazırlandığını öğrendiklerinde bir anda değişiyor rüzgarın yönü. Şu noktada artık "kamu malına zarar" yer ediniyor söylemlerde, sigorta fonu ile telafi edilecek maddi zarara bakıp "yağmaladılar" diye ekliyor, malına zarar gelen kişiden daha çok sahiplenerek eylemlerde hasar gören mağaza ve araçları. Amerikalıların asla yükselemediği bir seviyede sahipleniyor, ilk üç gün "ABD Yanıyor" diye sevinç nidaları atanlar.
DÜNYAYA YAYILAN EYLEMLER
Tabii dünyanın bir ucunda yanan malları sahiplenecek bir otorite sevdalısının olduğu yerde, aynı şekilde "adalet" talebiyle sokağa dökülenler de birbirlerinin sesini duyuyor. İlk olarak Londra'da, eş zamanlı biçimde Berlin'de, hemen ardından Kopenhag'da benzer eylemler görüldü. Ardından bir dizi ülkede daha hızla baş gösterdi George Floyd için adalet talebiyle sokağa dökülenler. Koronavirüs günleri ardından hızla yükseldi sesler, "Nefes alamıyorum" haykırışları. Kudüs'te, ABD'dekinden çok da farklı olmayan bir diğer kimliğe dayalı şiddet vakasında ise, öldürülen Filistinli bir genç için sokağa dökülenler vardı, adalet talep ediyorlardı hem İbranice hem Arapça. Devletlerin güvenlik birimlerinin kullandığı yöntemler, denizaşırı polis eğitimlerinde belki de paylaşılan stratejilere dayalı olarak benzerlikler gösterirken, polislerin hedefi konumunda olanların da sesleri birbirine benzemeye başlıyor dünyanın dört bir yanında. Bir dostumun paylaşımını görüyorum, "Eminim bizden gördüklerine tüm bunları ama ispatta zorlanıyorum" diyor, 2013 yılından bir fotoğraf paylaşarak.
Eminim bizden gördüklerine tüm bunları ama ispatta zorlanıyorum.
? Ankara Adliyesi, 2013 https://t.co/J470tYu0DQ pic.twitter.com/7Vc8sHWvKv — Evren Barış Yavuz (@evrenbarisyavuz) June 1, 2020
Doğrudan o andaki bir eylemi izlemiş midir Amerikalı eylemciler? Pek sanmıyorum... Fakat dünyamızda ilerici hareketler daima kozmopolitan; birbirlerinden öğreniyorlar. Devlet pratikleri "üst düzey" toplantılarla kararlaştırılıp merkezi biçimde, mantıklı bir çerçeve dahilinde, iş planı ile benzeştirilirken; serbest çağrışım ve yaratıcı süreçle etkileyici görünen eylemler de dünyanın dört bir yanındaki "adalet" talebindeki kişileri etkiliyor. (Bu aşamada birileri çıkıp "otpor" diyor bazı ülkelerde tabi...)
DÖNÜŞÜM
Gezi'de "duran adama karşı duran adam" olmakla övünen bir grup, Türkiye dışındaki hak mücadelelerinin ilk üç gününde söylediği sözleri tümden yutup sindirince, bu defa Antifa'yı terör örgütü olmakla itham eden Trump'a "biz demiştik" edasıyla övünerek destek mesajları göndermeye başlıyorlar. [caption id="attachment_44254" align="aligncenter" width="750"]
3 Haziran 2020 tarihli Uykusuz Dergisi kapağı[/caption] Kapanmakta olan devrin kazanmışları olarak onların artık bu sahneye katabilecekleri büyük bir söz yok. Buna karşın, kurumsallaşmış ırkçılığın temellerini sarsanlar ise insanlık onuruna dair kelamlarının üzerine yeni konuşmalarını ekliyorlar ve bir zamanlar olduğu gibi sayıları az da değil. "Marjinal" ilan edilen tüm grupların iç içe geçtiği, kozmopolitan kaygıları olan bu gruplar hak mücadelelerinde birbirleriyle kol kola girmekten çekinmiyor, hem de diğer grupta olanlar gibi bir çıkar beklemeksizin.
GİDİŞAT NEREYE VARIR?
Görünüşe bakılırsa, eylemler daha bir süre devam edecek gibi, ama hiç yok olacakmış gibi bir havası yok. Sokağa çıkan insanların büyük bir kısmı gençler; geneli de var olan sistemde nefes almakta zorlanan gençler. Ekonomik olarak ümitsizliğe mahkum edilmiş, kendi yaşamını sürdürebilmesi için sekiz çeşit antidepresan kullanmak zorunda olan, ve devam etmekte olan düzenin tüm sorunlarına bakıp artık nitelikli bir alternatif görmek isteyen kişiler. Sokağa çıkanların talep ettikleri adımlar herhangi bir seçimle değişecek şeyler değil; yoksa Obama'nın başkanlığı döneminde de yaşanan benzer vakalar siyahi bir başkanlık döneminde yaşanmazdı... Toplumsal dönüşüm ile atılacak bu adımlar için henüz çok küçük sayılabilecek girişimler var denebilir.
ABD SEÇİMLERİ: KASIM 2020
Kısa vadedeki gidişata bakacak olursak, Trump'ın birkaç gündür süren eylemleri bir fırsat olarak kullanıp, aylar sonra yapılacak seçim öncesinde "ulusunu bir arada tutan lider" unvanını üstlenmek isteyecek muhtemelen. Bernie Sanders adaylıktan çekildiğini ilan ettiğinde kazanmasına neredeyse kesin gözüyle bakılan Trump, Black Lives Matter eylemleri sonrasında seçimleri kazanmak için kendi kitlesini tümden harekete geçirdi bile; her ne kadar koronavirüs krizini yönetimi konusunda büyük şüphe uyandırıp kendi destekçileri arasındaki konumu bir süreliğine sarsılmış olduysa da... 1971 yılında Almstriden sonrası İsveç'te oy oranını artıran hükümet partisi ve Gezi sonrası 2014'te -biraz da kedilerin yardımıyla- seçim kazanan AKP, hatta başka örneklerle çoğaltılabileceği üzere, Trump da seçimlerde bir avantaj sağlamış olacak bu sürecin sonunda. Bariz kriz zamanlarında kısa vadede değişim rüzgarı etki edemeyebilir. Şu an görünen ufukta "muhalefet" namına sunulan kişi Joe Biden, değişim ve ilerleme talep edenlerin ideal adayının yanından bile geçmiyor. Kendisi, büyük umutlarla 2008 yılında "Değişim" vaadiyle seçilen Barack Obama'nın başkan yardımcısıydı. Her ne kadar bir çok demokrat "tatava yapma bas geç" deme yoluna girmeye hazır görünse de, bekledikleri değişim için bir olgunlaşma evresi lazım ve önümüzdeki birkaç yılda bu değişimi kurumsallaştırmaları gerekecek. Bu süreç nihai olarak ABD ve dünya adına büyük bir gelişim adımına dönüşecektir, fakat kısa vadede sancılı günler ufukta görünüyor. Dördüncü gün eylemcileri tutarlı davranmış olsa, ufuktaki manzara daha iç açıcı olurdu.