Devlet Bahçeli’nin İsrail’e verdiği “mühlet” epey bir mizah konusu oldu, güldük eğlendik ancak bu çıkışla ilgili yapılan goygoyların gölgesinde kalmaması gereken gerçekler de var. Öncelikle bu Filistin uyarısının hedefi aslında Erdoğan. Bahçeli’nin hemen ardından Davutoğlu’yla yaptığı görüşmeyi de not edelim ve şimdilik bu ayrıntıyı izlemekle yetinelim.
Peki aslında neler oluyor?
Son dönemin tüm gelişmelerinin işaret ettiği gerçek şu ki bir süredir Gazze krizinin gölgesinde de kalsa da seçimler sonrası başlayan ‘restorasyon’ sürecine paralel olarak ‘iktidar koalisyonu’ içinde hızla derinleşen büyük bir çatışma var. Bahçeli’nin aynı zamanda ‘sözcülüğünü’ yaptığı ve MHP’den çok daha fazlasını temsil eden güç odağını sıkıştıran operasyon dalgası hızlanıyor. Bahçelinin daha önceki sert uyarılarına ve Süleyman Soylu’ya sahip çıkan tavrına Ali Yerlikaya merkezli yanıt operasyonları daha genişletmek oldu. Bahçeli ekibi Sinan Ateş dosyasını kapatamadığı gibi, emniyet içinde gözaltılarla süreç derinleşiyor.
Ali Yerlikaya yönetimindeki operasyonların ilk dalgasının mafya yapılanmalarını hedeflemesi, vakti zamanında Ergenekon operasyonlarının da Sedat Peker’lere yönelik hamleyle başlamasıyla önemli benzerlikler taşıyor. Magazin boyutu Dilan Polat meselesi olan Adalet Bakanlığı - İçişleri Bakanlığı çatışması iyice görünür hale geldi. KHK’lı olup da sonradan aklanmasına rağmen Soylu döneminde göreve iade edilmeyen, ancak Ali Yerlikaya döneminde tekrar aktif göreve iade edilen çok sayıda emniyet kadrosunun bu operasyonlarda oynadığı rollere de dikkat çekmekte fayda var. Ancak yargı mekanizmasında hala “diğer taraf” etkin ve burada sorun yaşanıyor. Yargıda çürümeye ilişkin son dönem ortaya çıkan raporlar ve artan haberler bu tıkanıklığı aşmaya yönelik bir çabaya işaret ediyor ancak zorlanıldığı kesin. Gezi davasında bir anda verilen hüküm bu çatışmada bir karşı hamle olarak bir yere oturuyor ve Bahçeli’nin sürekli hedefe koyduğu Anayasa Mahkemesi de bir diğer önemli odak. AYM’nin tam da bu noktada yakında vereceği kararlar bu yönüyle çatışmayı yeni bir evreye taşıyabilir.
Elbette Kürt meselesi ve Kürt siyasal hareketinin konumu çatışmanın en önemli değişkenlerinden birisi. Bir yandan AKP-HEDEP arasında devam ettiği ifade edilen görüşmelere ilişkin haberler düşerken, neredeyse aynı gün Abdullah Öcalan’a verilen disiplin cezasının gündeme gelmesi de işaret ettiğim karşılıklı hamlelerden bağımsız değil.
Ama en önemlisi de bir anda artan bölgesel gerilimle birlikte Mehmet Şimşek üzerinden “para bulma umudu” da bir başka bahara kalmış durumda ve krizin daha derinleşeceği bir kış bizi bekliyor. Bu tabloda Erdoğan’ın işi öngördüğünden çok daha zor.
Herkese CHP’yi tartıştırıyorlar ama AKP’deki erime de hızlanıyor ve alternatifleri de şekilleniyor.
Uzun lafın kısası hem 14-28 Mayıs seçimleri öncesinin, hem de muhalefetin yenilgisi sonrasının tüm ezberlerinin büyük ölçüde geçersiz olduğu bir evreye girdik. Bu çerçevede CHP Kurultayı bir kat daha önem kazanmış durumda.
İktidar içi çatışmanın hem CHP içi ve dışı ittifakların şekillenişine, hem de hemen sonrasındaki yerel seçim sürecine umulandan çok daha farklı boyutlarda etki edebileceğinin farkında olmakta fayda var. Üstelik bu sefer tüm umudunu sandığa bağlamayan bir toplumsal gerçeklik var ve şu anda “sandığa gitmeyeceğim” tepkisiyle kendisini ifade eden ve yer yer de moralsizlik yansıması olan bu tutum, farklı toplumsal çıkışların sosyal zemini haline gelebilir. Bunları sonraki yazılarda tartışmaya devam edeceğiz.