İsrail’in Hamas, Hizbullah ve Husilere yönelik başlattığı operasyonlar, bölgedeki güç ilişkilerini ve dengelerini önem ölçüde değiştirecektir. Bu değişim sürecinde sadece Hizbulah’ın tasfiye edilerek Lübnan’ın iç dinamiklerinin yeniden şekillendirilmesi değil esasen  uluslararası ilişkilerin  bölgedeki yansımalamalarının ne olacağı da önem arzediyor.

İsrail'in önce Hamas’a sonra  Hizbullan’a karşı başlattığı askeri operasyonda ilk göze çarpan boyut İsrail'in güvenliğini sağlamaya yöneliktir. Bu görünen ve herkesin kabul edebildiği bir durumu ifade ediyor. Ancak esas mesele İsrail'in başlattığı çok kapsamlı operasyonun arka planındaki durumunu öğrenebilmek ve anlayabilmektir.

İsrail’in Hamas’a tasfiyesi Körfez ülkelerinde memnuniyetlik yaratıyor

İsrail’in Hamas’ı askeri olarak önemli ölçüde etkisizleştirmesi ve politik etki alanını kırması esasen Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Kuveyt gibi  devletlerin politik çıkarlarıyla  tamamen uyumludur. Silah tedariki nedeniyle taktiksel olarak İran ile yakın bir ilişki içerisinde olan Hamas, sünni bir örgüt olup tarihsel olarak  ‘Müslüman Kardeşler’ geleneğini temsil etmektedir. Hamas’ın çok yönlü tasfiyesi Müslüman Kardeşlerin Ortadoğu'daki etkisini kırılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez devletlerinin Hamas’ın tasfiyesini doğrudan ve dolaylı olarak destekledikleri ve bundan memnuniyet duydukları bilinmektedir. İsrail de yaptığı operasyonla Körfez ülkelerine önemli bir katkı sunduğunu görüyor ve biliyor.

Gazze’nin yerle bir edilmesi 40 binin üzerinde insanın yaşamını yitirmesinin Körfez ülkeleri için önem arz etmediğini Suudi Arabistan veliaht Prensi Bin Selman'ın şu cümlesinde görebiliriz: "Filistin benim umrumda değil. Ben ülkemin çıkarlarını koruyorum." Bu cümle aslında tarihsel olarak Arap dünyasının Filistin meselesinin bakış açısını ortaya koymaktadır. Filistin sorunu hiçbir zaman Arap ülkeleri için önem arz eden ve çözülmesi gereken bir konu olmadı. Sadece Arap sokaklarını etkilemek için bir araç olarak kullanıldı. Bu bakımdan İsrail'in Gazze'de ve Batı Şeria'da Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği operasyonlara karşı beklenilen güçlü bir tepki göstermedikleri, göstermeyecekleri çok nettir.   

Hizbullah’ın  etkisizleştirilmesi kimi nasıl etkiler

İsrail'in Hizbullah'a yönelik başlattığı ve devam eden askeri operasyonlarla, liderleri Nasrallah başta olmak üzere örgütün üst ve orta kademe askeri ve politik kadroların çok önemli bir kesimini  tasfiye etmeye başladı.   Hizbullah’a yönelik devam eden saldırlar, herhangi bir Arap devletleri tarafından doğrudan kınanmış değil. Çünkü Hizbullah'ın etkisizleştirilmesi, İran'ın Lübnan’daki ve Suriye'deki gücünün zayıflamasına yol açacaktır.  Böylelikle bölgedeki Şii- Sünni  rekabetinde, İsrail fiilen sünnilerin yani Körfez devletlerinin yanında yer almış oldu. İsrail'in Hizbullah'ın askeri, politik ve toplumsal gücünü önem ölçüde zayıflatması, Ortadoğu'da İran'ın nispeten geriletilmesinde rol oynayacağı için Arap devletleri tarafından aleni olmasa da memnuniyetle karşılanmaktadır.  

Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere  İsrail'in Lübnan topraklarını ilhak etme gibi bir girişimini de kesinlikle kabul etmeyecekleri ve çok açık bir tepki gösterebilecekleri ve biliniyor. İsrail'in de bugünkü politik denklem içerisinde Litani   Nehir boyuna kadar olan bölgeyi ilhak ederek Lübnan topraklarının bir kısmını İsrail'e katmak gibi basit bir politikası bulunmamaktadır. İsrail'in belirlediği askeri ve politik strateji, küresel güçlerin bölge coğrafyasındaki çıkarlarına uyumlu bir şekilde ilerlemektedir. Yani birkaç yüz kilometrelik toprağı ele geçirmenin ötesinde çok daha büyük bir görevi yerine getirmektedir.

Hamas'ın, Hizbullah'ın ve hatta Hussilerin askeri ve politik olarak etkisizleştirilmesi, önümüzdeki 10 yıl içerisinde Ortadoğu devletlerinin değişiminde önemli bir etkide bulunabileceğini söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz ki Hamas veya Hizbullah gibi örgütlerin bulundukları ülkelerde ciddiye alınabilecek toplumsal dinamiklerinin olması nedeniyle bütünüyle tasfiye edilemeyecekleri bilinmektedir. Burada önemli olan bunların askeri ve politik gücünün önemli ölçüde zayıflatılması ve hatta zaman içerisinde küresel sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden konumlandırılmalarıdır.

Operasyonlarda Doğu Akdeniz Faktörü

İsrail’in çevresinde başlattığı bu kanlı operasyonlar, bölgedeki güç  ve çıkar ilişkilerini değiştirecektir. Doğu Akdeniz'de hakimiyet mücadelesi bu süreçle doğrudan ilişkilidir. Örneğin Doğu Akdeniz olarak tanımlanan Mısır, Gazze/Filistin, İsrail, Suriye ve Kıbrıs havzasını kapsayan bölgede çok geniş doğalgaz yatakları bulunduğu ve  bunun ekonomik değerinin de 50-60 trilyon dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Doğal olarak bölge ülkelerinin bu enerji yataklarından yararlanabilmesi için politik bir istikrara ihtiyaç olduğu bilinmektedir. Devlet dışı özellikle radikal İslamcı örgütlerin  bazı koşullarda devlet kadar güçlü olmaları enerji yataklarının kontrolünü önemi ölçüde engellemektedir.  Suriye, Filistin ve Lübnan'daki gelişmeleri buna örnek olarak verebiliriz. İsrail'in başlattığı kapsamlı askeri operasyon, aslında bu bölgelerde  ‘zora’ dayanan şiddetle istikrarın sağlanarak, Doğu Akdeniz havzasında tespit edilen doğalgazın  uluslararası alana taşınmasında fiilen bir jandarma görevi ve sorumluluğu üstlendiği anlaşılmaktadır. Gazze ile sınır olan ve tüm bütün olumsuzluklarda etkilenen Mısır'ın, İsrail’in çok sert ve kanlı operasyonlarına karşı çıkmaması aslında Doğu Akdeniz'deki stratejik çıkarlarını ile ilişkilidir. Bu bakımdan Hamas, İslami Cihad, Hizbullah  hatta Hussilerin tasfiyesi, bölgedeki enerji yataklarının istikrarını bir şekilde korunması için bir zorluk haline geldiği görülüyor. İsrail bu görevi üstlenerek herkesi bir potada birleştirmiş görünüyor.

İsrail’in başlattığı askeri operasyonların bir başka önemli yanı da İran'ın bölgede artan etkinlik alanının sınırlandırılmasıyla doğrudan ilişkilidir. İran hem Şam rejimi ile kurduğu stratejik ittifak hem de Hizbullah verdiği büyük destekle fiilen Akdeniz'e sınır oldu. Hiç şüphesiz ki bu sınır fiziki olmayıp politik, askeri ve ekonomiktir. İran'ın Şii yayılmacılığı sadece tarihsel ve mezhepsel olmayıp aynı zamanda bölgedeki enerji yataklarının kontrolünü sağlama planı bu süreçle ilişkilidir. Yani İran'ın Suriye'den Yemen'e kadar askeri yayılmacı siyasetinin Şiiliğin   etkin hakim kılınması politikası olmakla birlikte, arka planında enerji yataklarının ve enerji geçiş koridorlarının kontrol etmesiyle ya da bu alanlarda herkes gibi söz sahibi olmasıyla da ilişkili bir durum.

İsrail’in askeri operasyonları İran’ı bölgede etkiler

İsrail'im doğrudan veya dolaylı olarak İran'a bağlı olan devlet dışı örgütlere yönelik başlattığı ve etkili sonuçları ortaya çıkan  askeri operasyonlarının hiç şüphesizki İran'ın bölgesel stratejisini ve özellikle enerji politikasını olumsuz yönde etkilemeye başladığı söylenebilir.  Bölgede fiilen İran’ı temsil eden güçlerin aldığı ve alacakları askeri darbeler aynı zamanda Tahran molla rejiminin de  darbe alacağı/aldığı anlamına gelir. İran bütün olumsuzluklara rağmen bölge denkleminden çıkmamak için gerekli bütün esnekliği  göstermektedir. Yeni politik manevralarla uygulanabilir stratejiler ve politikalar oluşturmaya çalışacaktır. Örneği İsrail tarafından hem Hamas ve  Hizbullah liderlerinin  hem de Devrim Muhafızlarının general düzeyde  komutanlarının öldürülmesine rağmen Tahran’dan beklenilen sertlik yanlısı politikası devreye girmedi.  

İran bugüne kadar doğruda ve dolayarak kendisine bağımlı kıldığı devlet dışı örgütlere askeri, politik ve ekonomik destekler sundu. Bu örgütler, Arap dünyası karşısında kendilerine her an destek verebileceği bir İran olduğunu düşünerek oldukça özgüvenli ve etkili bir konuma gelmişlerdi. 7 Ekim 2023'te, Hamas'ın İsrail’e saldırmasından bu yana ortaya çıkan tablo, İran'ın kendisine bağımlı olan devlet dışı örgütlere sanıldığı gibi özellikle askeri bakımdan destek sunmayacağı görüldü. Hizbullah'ın fiilen bir Şii örgütü olarak doğrudan İran tarafına kurmuş olmasına, hatta bütün askeri ve politik stratejisinin İran'da tarafından belirlendiği bilinmesine rağmen örgütün liderinin öldürülmesi, orta-üst düzey kadrolarının tasfiye edilmesi karşısında molla rejiminin ciddiye alınabilir bir tepki ortaya koymaması aynı zamanda hem bir hayal kırıklığı oluşturdu hem de İran'ın bölgedeki presteijini önemli ölçüde sarstı. Bu durumun  İran’ın korkmasıyla hiç bir ilgisi bulunmamakta tersine oluşmaya başlayan yeni politik denklemle ilgilidir.   

İran’ın iç politikasına yansıması

İsrail'in Filistin, Lübnan ve Yemen'de İran destekli güçlere karşı başlattığı ve kesintisizce devam operasyonlarının İran'ın iç dinamiklerini çok ciddi bir şekilde kırılgan hale getirdiğini görebiliyoruz. Öncelikle mola rejiminin üst perdeden yaptığı açıklamaların İran toplumu tarafından inandırıcılığını önemli ölçüde yitirdiği görülmektedir. Aynı şekilde İran cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan; “Eğer birlik olamazsak İran parçalanır. Azerbaycan, Kürdistan, Balücistan kurulur." Bu açıklama esasen İran'ın iç dinamiklerinin ne kadar kırılgan olduğunu göstermektedir. Doğal olarak İran bir yol ayrımıyla karşı karşıya bulunuyor. Ya kendi iç dinamikleriyle bir değişime gidecek ve küresel sisteme adapte olacak bir süreç başlatılacaktır.  Pezeşkiyan’ın yapmak istediği bu yönlü bir değişim olduğu anlaşılıyor ya da devrim muhafızları'nın inisiyatifinde İsrail ile çatışma alanını genişleterek bölgesel savaşın doğrudan tarafı ve aktörü haline gelecektir. Hiç şüphesiz ki burada belirleyici olan dini lider Hamaney'in kararıdır. Hamaney, uluslararası ve bölgesel ilişkiler içerisinde beklenilenin aksine  İsrail ile doğrudan bir çatışmaya girme yanlısı olmadığı anlaşılıyor. İsrail ile çatışmaya girmenin, Amerika İngiltere ve hatta dolaylı olarak NATO ile çatışma anlamına geleceğini, bunun da İran'ın çıkarlarına hiçbir şekilde uygun olmadığını görüyor Bu nedenle İran, İsrail ile doğrudan çatışmak yerine yine kendine bağlı devlet dışı örgütleri kullanmaya devam edebilir.

 İran'ın bugünkü iç dinamiklerine bakıldığında çok net olarak söyleyebilir ki İsrail'in askeri olarak başlattığı kanlı değişim İran'ın iç dinamiklerinde değiştirecek gibi görünüyor. İsrail Başbakanı  Benjamin Netanyahu, İran’daki bu durumu fark etmiş olmalı ki, doğrudan İran halkına seslenen bir konuşma yaptı. ‘İsrail’in İran halkı ile dost olduğunu ve birlikte sorunsuz yaşabileceklerini ama molla rejiminin devrilmesi gerektiğini, bu konuda İran halkına gerekli desteği sunacaklarını’ belirtti.

İsrail’in askeri operasyonunun küresel güçlerin bölgesel politikalarına yansıması

İsrail'in devlet dışı radikal İslamcı örgütlere yönelik başlattığı askeri operasyon, ABD, İngiltere, NATO ve AB gibi uluslararası güçlerin Ortadoğu politikasıyla uyumludur. Hamas, İslami Cihad, Hizbullah ve Hussiler gibi örgütlerin askeri tasfiyesi ve politik olarak denklemin dışında kalması Çin'in ve Rusya'nın Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'daki çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecektir. Çin ve  Rusya için İran ve Suriye oldukça önem arz ediyor. Molla rejiminin en büyük enerji müşterisi Çin olduğu, yılda yaklaşık olarak 150 milyar dolar petrol aldığı biliniyor. Aynı şekilde Rusya'nın Suriye'deki askeri üsleri son derece stratejik öneme sahiptir. İran ve müttefiklerinin bölgede zayıf olması aynı zamanda Çin ve Rusya gibi küresel güçlerin etkinlik alanını nispeten sınırlandırabilir. Çin'in Hamas ile enerji anlaşması yaptığı ve Doğu Akdeniz'de Gazze sınırları içerisinde doğalgaz üretimine yönelik hazırlıklara başladığı sırada çatışmaların çıkması ve bugünkü düzeye gelmesi Çin'ın bölge politikalarını olumsuz  etkilediği söylenebilir. ABD ve İngiltere başta olmak üzere bütün NATO ve Avrupa Birliği ülkeleri için Ortadoğu'da ‘politik’ istikrarın sağlanarak enerji yataklarının kontrol altına alınması hedefleniyor.  Özellikle Doğu Akdeniz havzasındaki doğal gazın işletilerek Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa pazarına taşınması son derece önemseniyor.

Aynı şekilde Ortadoğu doğalgazının Avrupa'ya taşınması koridorunun oluşturulabilmesi için bölgesel istikrarın önemine sıklıkla vurgu yapılmaktadır. İsrail, küresel güçler adına bu istikrarı sağlama görevini üstlenmiş bulunmaktadır. Bunun önceliği de radikal İslamcı örgütlerin bölgede önemli oranında tasfiye edilerek tehlike olmaktan çıkartılmasıdır. Bu süreç başladı ve bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Sadece saydığımız bu 4 İslamcı örgüt değil aynı zamanda Suriye'de ve Irak'ta İŞID, El Kaide, El Nusra, Irak’ta Haşt-i Şabi,  gib örgütlerin de tasfiye edilmesi ya da çok ciddi oranı zayıflatılması politikası çok daha hızla uygulanacaktır. İsrail,  küresel güçlerin Ortadoğu stratejisini uygularken kontrolsüz davranma ve her isteğini yapma biçimde algılanmadığını, algılanmayacağını da biliniyor.

İsrail birkaç km2 toprağı işgal etmekten daha stratejik plan kuruyor

İsrail'in küresel dünya sisteminin kurucularının stratejisine uygun adımlar atarken kendi askeri güvenliğini sağlamayı öncelikli bir görev olarak yerine getiriyor. İsrail'in düşündüğü şey birkaç yüz kilometrelik toprağı işgal ederek kontrol etmenin çok ötesinde, dünyadaki küresel sistemiyle tam uyum sağlayarak hegomaya  alanını  genişletmeyi hedefliyor Bu nedenle İsrail, Lübnan'ı işgal edip kendi topraklarına katmak gibi başarısız bir politika izlemez. Çünkü İsrail stratejik planı küresel dünya sisteminin vazgeçilmez gücü olmaktır.  Böylelikle küresel güçler bugünkü krizi bölgesel bir çatışmaya dönüştürmeden belirlenen hedefler doğrultusunda tamamlayacaklardır.

Önümüzdeki  süreç içerisinde : Birincisi, Hamas Filistin’de, Hizbullah Lübnan’da eskisi gibi etkili askeri ve politik bir güç olamayacaklardır. İkinicisi, Ortadoğu'nun yeniden ve organizasyonunda İran, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan'dan oluşan dörtlü bölgesel bir koalisyonun oluşması hiç kimseye sürpriz gelmemelidir. Bunun oluşabilmesi için de hem Netanyahu'nun devre dışı kalması hem de bugünkü Molla rejiminin değişmesi yeni güçlerle yeni bir sürecin başlatılması gerekiyor. Bugünkü politik dengeler içerisinde bu değişim çok zor gibi görünse de aslında beklenenden çok daha hızlı olacağı açıktır.