22 Aralık 2023’teki gerçekleşen saldırıda 12 askerin yaşamını yitirmesinden sonra aynı bölgede yani Irak Kürdistan Bölge Yönetimi sınırları içerisinde PKK tarafından ikinci bir saldırı gerçekleştirildi ve 9 asker yaşamını yitirdi.
Bu saldırıdan hemen sonra İstanbul Dolmabahçe’de cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılan ‘Güvenlik Toplantısına’ Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı Akif Çağatay Kılıç ve İletişim Başkanı Fahrettin Altun katıldı. Toplantı sonrasında yapılan açıklamanın özeti şöyle: « Türkiye, güney sınırları boyunca bir ‘teröristan’ kurulmasına izin vermeyecek.» Kısa ve net bir cevap : ‘Teröristan’ kurulmayacak. Böylelikle bugüne kadar sürdürülen askeri politikaların hedef bölgesi ‘Teröristan’ olarak somutlaştırılmış oldu. Yani askeri saldırılara dayanan güvenlik stratejisi devam edecek. Peki, bu askeri saldırı konsepti başarılı olabilir mi ? Şöyle sormak daha doğru olur : Yıllardır askeri güç kullanarak tasfiye etme politikası başarısız olmasına rağmen neden ısrarla uygulanmak isteniyor ?
Ölümler Çözüm Üretmiyor
İster PKK’li ister asker yaşamını yitirsin sonuçta ölümler kötüdür ve ölümler bir sorunu çözmüyor. Sadece ailelerin yüreğini yakıyor. Savaş öyle bir şeydir ki ölümlerin sayısı arttıkça ölenlerin isimleri sıradanlaşır ve hatırlanmaz. Devlet yöneticilerinden sırada bir insana kadar –buna gazeteciler, politikacılar dahil- yaşamını yitiren bir askerin ismi sorulduğunda ezici bir çoğunlukla hatırlamaz. Çünkü ölümler sıradanlaşır. Bunun en somut örneği, onbinlerin yaşamını yitirdiği Ukrayna-Rusya, İsrail-Filistin savaşıdır.
Türkiye’de böyle bir gerçekle karşı karşıyadır. Kürt sorunun kökenine inilmediği yani sosyolojik ve politik nedenleri ortaya konulup çözüm üretilmediği sürece maalesef ölümler devam edecek. İster ‘Düşük Yoğunluklu Savaş’ isterse ‘Terörle Mücadele’ olarak tanımlayın 40 yıldır devam eden ve binlerce insanın yaşamına neden olan çatışmaların gerekçeleri ortadan kaldırılmadan ‘ölme ve öldürme’ sarmalının değişmeyeceğini söylemek zorundayız. Yaşamını yitiren insanlar için ne kadar güzel sözler söylense de sonuçta sadece ailelerin yüreği yanması dışında bir sonuç ortaya çıkmaz.
Devletin stratejik hatası devam ediyor
Böyle bir zamanda doğru analiz yapmak objektif konuşmak her zaman bir risk oluşturur. Ancak doğruları söylemenin çözüm bakımından önemli olduğunu da belirtmek zorundayız. Tarihsel dönemleri bir yana bırakarak son 40 yıldır kesintisizce devam eden silahlı çatışma sürecinin askeri güçle çözüleceğine dayanan devlet politikasının başarılı olmayacağı çok net bir şekilde ortaya çıkmış bulunuyor. PKK ile mücadele adı altında bölgenin bütünüyle askerleştirildiği, köylerin yakıldığı, zorla toplu göçlerin dayatıldığı bir süreç yaşandı. Peki başarılı bir sonuç alındı mı ? Çok açık ifade etmek gerekirse bir başarı elde edilemedi.
Uluslararası güçlerin oluşturduğu bir konseptle, Öcalan yakalanarak Türkiye teslim edildi. Böylelikle devletin argümanına göre ‘terörist başı’ yakalandı, ‘PKK dağılır ve terör de biter’ denildi. Peki böyle bir durum gerçekleşti mi ? Gerçekleşmedi. Bu dönemden sonra PKK bitmenin ötesinde güçlendi. Yine sormak gerekir : PKK neden tasfiye edilemedi ? Tersine neden güçlendi. Devlet, 2000 yılından itibaren Irak Kürdistan Bölge Yönetiminin sınırları içerisinde PKK’ye yönelik, onbinlerce askerin katıldığı büyük operasyonlar yaptı. Bu operasyonlardan sonra PKK askeri olarak tasfiye edilebildi mi? Edilemedi. Neden ?
Türkiye içerisinde legal Kürt Politik Hareketine karşı kapsamlı operasyonlar yapıldı. Binlerce insan tutuklandı, parlamentoda bulunan legal partiler kapatıldı. Buna rağmen Kürt Politik Hareketinin toplumsal tabanı geriledi mi? Gerilemedi. Tersine Türkiye’nin üçüncü büyük partisi konumuna geldi. Peki neden ? Yerel dinamikleri yok etmek için belediyelere Kayyumlar atandı. Bundan da bir sonuç alınabildi mi? Alınmadı. Neden ?
Bütün bu olgular, askeri güvenlik stratejisine dayanın tasfiye politikalarının başarılı olmadığını ve olamayacağını ortaya koymaktadır. Ancak ısrar devam ediyor. Çünkü stratejik bir vizyon yok.
Yapılan Güvenlik Toplantısında : Devletin ve iktidarın sorunun çözümüne ilişkin daha cesur politik adımlar atması gerekirken yaşanan politik atmosferin etkisinden ‘teröristan’ tanımlanması ile saldırı alanının genişletileceğine ilişkin verilen mesajlar hiçbir şekilde çözüme değil çözümsüzlüğe, birleştirmeye değil bölünmeye zemin hazırlayacaktır.
‘Teröristan’ kavramı ile kastedilen Kuzeydoğu Suriye ve Irak Kürdistan Bölge Yönetimi alanlarıdır. Bu bölgelere yönelik askeri saldırıların çok daha fazla arttırılacağı mesajı veriliyor. Bir bakıma devletin 40 yıldır sürdürdüğü ve esasen başarısız olan ‘teröre karşı asker güvenlik politikasının devam ettirilmesi’ çözümsüzlüğün bir başka ifadesi olarak tanımlanabilir. Yani sorununun Türkiye’nin iç politik meselesi olduğunu görüp objektif tespitler yapıp ve buna uygun çözüm üretmek yerine suçlu dışarıdan ve çevre ülkelerdan aranıyor.
Bölgesel ve uluslararası denklem hesaba katılmalıdır
Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya, çıkar ilişkilerinin ve rekabetin ön planda olduğu, küresel çapta stratejilere dayanan çatışmaların hayata geçirildiği bir bölgedir. Ortadoğu üzerinden küresel güç dengeleri yeniden dizayn ediliyor. Irak ve Libya’nın işgali, Suriye’deki iç savaş, İran’a karşı uygulanan ekonomik ve askeri ambargo, İsrail-Hamas savaşı ve Hamas’ın askeri tasfiyesi, Hussiler üzerinden Yemen’e yönelik başlayan yeni askeri operasyonlar, Hizbullah gerekçesiyle Lübnan’ın yeniden dizayn edilmesi, küresel güçlerin bölgedeki 21.yüzyılın statejisinin bir yönünü oluşturuyor.
Bölgesel denklemin önemli bir parçası haline gelen Kürt sorunu, ilgili ülkelerin iç meselesi olmaktan çıkıp bölgesel bir düzeye varması ve aşamalı olarak devletleşme sürecine dahil edilmesi gibi çok önemli faktörler hesaba katılmadan sadece ‘terör’ gerekçesiyle askeri güvenlik politikalarına dayanan siyasetin başarısız olacağı çok açıktır.
‘Teröristan’ tanımı PKK’nin bölgesel gücünü kabul etmek anlamına gelir
Güvenlik toplantısından «Türkiye, güney sınırları boyunca bir ‘teröristan’ kurulmasına izin vermeyecek» kararının çıkmasını nasıl okumak gerekir. Devlet, yıllardır, « PKK’nin askeri olarak önemli darbeler aldığını, Türkiye’nin iç sınırlarında bir elin parmağı kadar silahlı gücünün kaldığını hatta ayakkabı numaralarına kadar kimler olduğunun bilindiğini » söyleyip durdu. Peki, ‘Türkiye’nin güney sınır bölgeleri olarak kast edilen Kuzey-Doğu Suriye’den, Irak Kürdistan Bölge Yönetimine dahil olan alanlara yani İran sınırına kadar kim ‘teröristan’ı kurmuş. Kastedilen sanırım PKK. Eğer PKK, bütün bu alanın tamamını kontrol ediyorsa, demek ki bölgesel bir güç haline gelmiştir. Kuzey-Doğu Suriye’de Suriye Demokratik Güçleri eşittir PKK denildiğinde, yaklaşık 60 bin kişilik bir askeri gücün PKK’nin denetiminde olduğu anlamına gelir. Demek ki PKK, özellikle askeri olarak tasfiye edilememiş, tersine oldukça güçlenmiştir. Ayrıca ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkelerle küresel düzeyde bağ kurduğu sonucu çıkar. Ya ‘teröristan’ kavramı yanlış tanımlamadır ya da PKK’nin askeri ve politik gücü dolaylı olarak kabul görüyor. İkisinden biri.
Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır ve çözümü de ‘teröristan’ değildir
Devlet zaman zaman Kürt sorununun varlığını kabul etti. Çözüm için bazı adımlar attı. Bunun oldukça olumlu bir etkisi oldu. Ancak Kürt meselesi esasen terör ve güvenlik sorunu olarak görülmeye devam edildi. Devlet, ‘bölünme’ korkusunu aşamadı. Herkesin gördüğü, bildiği, politik arka kapıların arkasında kabul ettiği bir gerçek var: Sosyolojik ve politik dayanıkları olan Kürt sorunu, hiç bir şekilde askeri güvenlik anlayışıyla çözülemez.
Bugün gelinen aşamada Irak Kürdistan Bölge Yönetiminin ve Kuzeydoğu Suriye’de oluşturulan Özerk statülü bölgenin askeri politikalarla tasfiyesi mümkün değildir. Yakın gelecekte bu iki bölgenin birleştirilmesi küresel stratejinin önemli planlarından birisidir. Önümüzdeki yıllarda İran’a karşı olası bir küresel operasyon özellikle İran Kürdistan Eyaletini de ciddi olarak etkileyeceği açıktır. Türkiye’nin izlediği askeri ve bölgesel politikalarla bu süreci engellemesi pek mümkün görünmüyor.
Devlet ‘teröristan’ askeri konseptini bir kenara bırakıp, bütün bu gelişmeleri dikkate alarak daha stratejik bir çözüm üretmelidir. Kendi iç politik ve toplumsal dinamiklerinde, Kürt sorununu demokratik siyaset içerisinde çözümünü esas alan ve toplumsal uzlaşıyı sağlayan bir siyaset izlemek zorundadır.
Çözüm parlamentoda-demokratik siyasetle olur
Devlet, iktidar ve muhalefet anlık duygusal tepkilerle değil, objektif gerçeklerle karar vermeli. Kürt gerçeği ”terör’ kavramına sıkıştırılarak çözülmez. Bu gerçeğin artık kabul edilmesi gerekir. ‘Teröristan’ ile askeri yöntemlerden ısrar edilmesi ve kendi iç dinamiklerini esas alan bir çözüm üretilememesi durumunda; Türkiye’deki Kürt sorunun çözümünde Irak ve Suriye örnekleri gündeme gelecektir. Böylelikle birleşme, bölünmeye yol açabilir. Halbuki, Kürt Politik Hareketi, Kürt sorununu parlamentoda birlikte bir çözme arayışındadır. Eğer demokratikleşme stratejisi içinde bir anayasal bir çözüm bulunur ve silahlar susarsa kazanan herkes olur. Kürtler savaşsız bir çözümden yanadırlar ve bundan ısrar ediyorlar. Türkiye’de Kürt sorunun demokratik çözümü, Irak ve Suriye’deki Kürtleri ciddi oranda olumlu yönde etkileyeceğini ve daha kapsamlı çözümlerin gündeme geleceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. İktidarın ‘teröristan’ diye tanımladığı ‘askeri’ güvenlik politikasıyla çözümsüzlükten ısrar etmek, Türkiye’ye kaybettirir.
DEM Parti’nin, ‘silahların susması, toplumsal uzlaşının sağlanması, Kürtlerin demokratik taleplerinin parlamentoda konuşularak anayasal güvenceye alınarak çözülmesi’ gibi önerilerden devletin ve politik partilerin kaçmaması gerekir. Çünkü Dem Parti, birlikte yaşamı esas alıyor.