Ortadoğu’da güç ilişkileri yeniden şekilleniyor. Volkan patlamaları gibi politik ve askeri belirsizlikler, yeni krizlere yol açacağı da biliniyor. Bölge ile ilgilenen herkesin kendisine göre bir planı var. Ancak kim nasıl plan kurarsa kursun, öncelikli olarak ABD’nin planlarını bilmesi ve kendisini buna göre konumlandırması gerekiyor. Çünkü ABD’nin planlarını hesaba katmayan hiçbir gücün ne bölgede ne özellikle Suriye’de etkili olması mümkün değil.
ABD, Ortadoğu planında kimleri öncelik olarak ön planda tutuyor?
Küresel yeni dünya düzeninin somutlaşmış hali, Ortadoğu'daki stratejik değişimlerdir. Ortadoğu dizayn edilirken, asıl hedefin bölgedeki devasa enerji kaynakları, enerji koridorları ve silah ticareti olduğu bilinmektedir. Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiyle, önceki döneme kıyasla Ortadoğu'ya büyük bir ilgi gösterdiği görülüyor. Bunun birinci nedeni, petrol zengini Körfez ülkelerinin trilyon dolarlık ekonomik varlıklarıdır. Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi enerji zengini ülkelerin ABD’ye milyarlarca dolarlık yatırım yapmaya zorlanmaları, bu stratejinin bir parçasıdır. İkinci olarak, hiç şüphesiz Tahran rejiminin güncel çatışmaların merkezinde yer almasıdır. İran’a yönelik olası bir askeri operasyon hazırlıkları yapıldığı ve ABD’nin savaş gemilerinin Körfez'e yönlendirildiği, nükleer bomba taşıyan B-2 ve B-52 uçaklarının Hint Okyanusu, Basra ve Aden Körfezi çevresindeki üslere gönderildiği belirtiliyor.
Ancak, ABD'nin yeni bölgesel stratejisinde yalnızca İran’ı ele aldığını düşünmek yanlış olur. Güncel odak noktası İran olsa da, strateji çok daha kapsamlıdır. Ortadoğu’nun önümüzdeki birkaç yıl boyunca daha fazla ön planda olacağına dair çok sayıda veri mevcuttur. ABD’nin yakın dönemde Ortadoğu’yu terk etmeyeceğine göre buradaki ittifak ilişkilerini de yeniden belirleyecektir. ABD’nin İsrail merkezli belirlediği ‘yeni’ Ortadoğu stratejisinde kimlerle birlikte yüreceğine dair bize bir mesaj da veriyor.
Ortadoğu'nun askeri güç kullanılarak değiştirilmesinde önemli bir rol oynayan İsrail,
Ortadoğu'nun askeri güç kullanılarak değiştirilmesinde önemli bir rol oynayan İsrail’in, savaş stratejisinin Filistin/Gazze ve Lübnan/Beyrut ile sınırlı olmadığı açıkça görülüyor. İsrail, Suriye'de mutlak hakimiyet sağlamak amacıyla askeri güç politikasını kesintisiz olarak sürdürmektedir. Esad’ın iktidardan uzaklaştırılması, İsrail için ciddi bir anlam ifade etmemektedir. Şam’da kimin oturduğundan çok, bu kişinin İsrail’in bölgesel çıkarları ile ne kadar uyumlu olduğu önemlidir. İsrail’in Suriye stratejisinin temel unsuru, Şam’ı kim yönetirse yönetsin, 2040 yılına kadar Suriye’nin özellikle hava ve deniz gücüne sahip olmamasını sağlamaktır. Aynı şekilde Şam’ın radikal İslamcı güçlerce yönetilmemesi için Washington, Londra ve Brüksel’e baskı yapmaya devam etmektedir.
Tel Aviv, Şam’a 20 km kadar yaklaşmış olup, kontrol ettiği bölgelerden çıkmayı düşünmüyor. Esas hedefi, bu bölgelerde uzun süre kalıp, Golan Tepeleri gibi ilhak etmektir. Ayrıca, Dürzilerin özerklik ilan ettiği bölgeleri askeri olarak kontrol etmeye başladı. Bu bölgelerde reform/seçim yapıp İsrail’e katılmaları yönünde bir çağrının yapılmasına dair hazırlıklara başlamış olduğu belirtiliyor.
İsrail’in genişleme stratejisi esasen Fırat ve Dicle havzalarına ulaşmak olarak şekillenmiştir. “Büyük İsrail” stratejisinin merkezi, vadedilmiş topraklardır. Suriye’de ortaya çıkan yeni durum, İsrail’in bu hedefine ulaşması bakımından önemli fırsatlar yaratmıştır. Bunun için İsrail, ilk kez Kürtleri aktif olarak desteklemek adına politikasında belirgin bir değişikliğe gitti. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile politik ve askeri bağlarını güçlendirmek için önemli adımlar atmaya başladı. Kuzeydoğu Suriye yönetiminin de, elde ettiği statüyü korumak ve olası saldırılara karşı güvence sağlamak için İsrail ile yakınlaşması yüksek bir olasılıktır. İsrail’in de SDG ile kuracağı ilişki, en azından askeri ve politik olarak Fırat’a ulaşmalarını sağlayacaktır.
Suriye’de stratejik çıkarlar açısından pragmatik olmak bir bakıma zorunluluk haline gelmiştir. Bu nedenle Kamışlı ile Tel Aviv arasında askeri, politik ve diplomatik ilişkilerin gelişmesi, her iki tarafın da çıkarlarına hizmet edebilir.
Bugünkü Washington yönetiminin de İsrail’in bölgedeki çıkarlarına bütünüyle uyumlu bir politika belirlediği çok açıktır.
Ankara’nın Suriye’de hava üssü kurmak istediği bunun için Ahmet el-Şara’ya baskı yaptığı iddia ediliyor. Ancak Tel Aviv, Ankara’nın Suriye’de özellikle askeri bir güç olarak konumlanmasına da izin vermeyecektir. İsrail’in Hama ve Şam çevresindeki havalanlarına yönelik yaptığı hava saldırısı, Ankara’ya verilmiş bir mesajdır. Ayrıca, Suudi Arabistan ve Katar’ın onayı olmadan Ankara’nın Suriye’nin herhangi bir bölgesinde askeri üs kurması oldukça zordur.
İran giderek çatışmanın merkezine doğru kayıyor
Trump, iktidara gelmeden önce hedeflerinden birinin "Tahran rejimi" olduğunu ve gerektiğinde askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceğini vurgulamıştı. Trump’ın, İran dini lideri Hamaney’e gönderdiği mektupta, İran’ın ABD’ye teslim olmasını istediği ifade ediliyor. Ancak Hamaney, Trump’ın taleplerini bütünüyle reddederek, İran’a yapılacak askeri bir saldırıda bölgedeki tüm Amerikan üslerini vuracaklarını belirterek karşı tehditte bulundu.
ABD, özellikle son haftalarda Yemen’de Husilere yönelik çok kapsamlı hava operasyonları yürütmektedir. İran’a yönelik olası bir hava operasyonu öncesinde, Husilerin askeri kabiliyetlerini kırma kararı alındığı anlaşılıyor. Bölgedeki küresel güçlerin İran’a yönelik ortak bir askeri operasyon yapma olasılığı, geçmişe kıyasla çok daha fazla konuşulmaktadır. Ancak bu durumda birkaç kritik soru ortaya çıkmaktadır: Birincisi, Bu operasyonun kapsamı nereye kadar uzanacak? İkincisi, İran’ın bu operasyona vereceği cevabın büyüklüğü ve etkisi ne olacak? Üçüncüsü, Rusya ve Çin bu duruma nasıl tepki gösterecek?
Bundan dolayı İran’a yönelik yapılacak olası bir hava operasyonunun sonuçlarını öngörmek oldukça zordur. Sadece İran’ın nükleer üretim merkezlerinin vurulmasıyla sınırlanan bir operasyon olsa dahi İran’ın buna sessiz kalmayacağı oldukça açıktır. Özellikle İsrail’in, İran’ın askeri gücünü büyük ölçüde yok etmek ve petrol gibi enerji kaynaklarını ortadan kaldırmak gibi bir planı olduğu belirtilmektedir.
Washington, Londra ve Paris’in İran’a yönelik kapsamlı bir hava saldırısı gerçekleştirmesi, küresel sistemin bütününde beklenenden çok daha büyük bir krize yol açabilir. Aynı şekilde, İran’ın sahip olduğu askeri gücüyle tamamen saldırıya geçmesi, İsrail ve bölge için öngörülmeyen zorluklara neden olabilir. Bu nedenle savaşın sınırlı kalması pek mümkün olmayabilir hatta genişleyerek yalnızca İran’ı değil, bölge ülkelerini ve dünyayı etkileyen yeni krizlere yol açabilir.
Tahran, olası bir saldırıya karşı hazırlıklı olduğunu belirtmekle birlikte yapılan açıklamalarda ciddi bir kaygı da taşıdığı söylenebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görüldüğü gibi Molla rejimi, tarihin en zayıf toplumsal desteğine sahiptir. Bu nedenle İran’a yapılacak bir hava operasyonunun, Kürtlerin, Belucilerin ve hatta Azerilerin ayaklanarak özerklik ilan etmesine yol açabileceği de yüksek bir ihtimaldir.
Ankara Ortadoğu'da kendine yeni bir alan açmak istiyor
Ankara, bugüne kadar izlediği Ortadoğu politikasında istenilen sonuçları elde edemedi. Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve hatta Mavi Vatan gibi oluşturulan stratejilerin ana hedefi, bölgesel bir güç olmak ve politik dengeleri doğrudan belirlemekti. Bugüne kadar izlenen stratejilerde belirli bir başarı elde edilse de esasen başarısız olduklarını söylemek yanlış olmaz. Bunun en somut örneği, Suriye'deki gelişmelerdir. Bugün Suriye'de denklemi belirleyen gücün esasen İsrail, Suudi Arabistan ve Katar olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ankara'nın Şam üzerinde yoğun bir baskı kurduğu, hatta kendi politikalarını zorla dikte ettirdiğine dair bir algı oluşmuş durumda. Bu algıya rağmen Ahmet El Şara'nın hem Washington, Brüksel ve Londra'yı, hem de Riyad ve Doha'yı dikkatle aldığı görülüyor.
Daha önce de sıklıkla vurguladığımız gibi Ankara'nın Suriye stratejisi, Kuzeydoğu Suriye'nin politik bir statü elde etmemesi üzerine kurulmuştu. Ancak bütün baskılara ve uyarılara rağmen Şam'ın yeni yönetimi SDG ile resmi bir protokol imzaladı. Ortaya çıkan bu yeni durum, Ankara'nın kendi politikalarında bir değişikliğe gitmesini zorunlu kılıyor. ABD başta olmak üzere uluslararası güçlerin desteğini alan Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi'nin tasfiye edilemeyeceğini gören Ankara’nın politika değişikliklerine giderek SDG ile görüşüp anlaşması hiç kimseye sürpriz gelmemelidir.
SDG ile görüşüp anlaşmak ve ortak çıkarlar üzerine bir araya gelmek, Türkiye'nin zararına olmayacağı gibi stratejik olarak önemli bir avantaj sağlayacaktır. PKK'nın silah bırakması ve kendini feshetme yönünde karar alması, Ankara'nın bölge genelinde Kürtlerle uzlaşmaya yönelik adımlar atması, yeniden oluşturulmaya çalışılan Ortadoğu'da inisiyatif almasına katkı sunacaktır.
Kürtlerle Türkler arasında sağlanacak bir uzlaşı ya da anlaşma, Türkiye'nin yeniden bölgesel bir güç olmasına zemin hazırlayacaktır. Bu nedenle Ankara'nın stratejik hamle yapmasının ön koşulu, Şam'da konumlandırılan ama geleceğinin henüz ne olacağı bilinmeyen Şara yönetimi ile değil, Hewler ve Qamışlı ile kuracağı kalıcı ilişkilere bağlıdır. Aynı şekilde PKK ya da Öcalan'la kurulabilecek kapsamlı bir ilişki ve Kürt sorununun demokratik siyaset içerisinde anayasal çerçevede çözüme kavuşturulması, Türkiye'nin iç dinamiklerinden çok daha güçlenerek çıkmasına yol açacaktır.
Devlet, ya hiçbir komplekse kapılmadan Kürtlerle ittifak kurarak stratejik adımlar atarak bölgede politik güç olmasının yolunu açar ya da statükoyu devam ettirir ve bölgesel güç olma şansını kaybeder.
Kürtlerin stratejik düşünme zamanıdır
Ankara ile SDG arasında sağlanacak bir uzlaşı, Suriye'deki politik gelişmeleri önemli düzeyde etkileyecektir. Böyle bir gelişme, Türkiye'nin bölgesel geleceğini olumlu yönde etkileyeceği gibi Kürtlerin Suriye’deki statüsünün kabul edilmesinin önündeki en ciddi engelinde kalkması anlamına gelir.
Kuzeydoğru Suriye'de Kürtler arasında oluşan birlik, Şam karşısındak tek merkezli bir güç olarak çıkmak bakımından son derece önemli bir etki yaratacaktır. Aynı şekilde Batı’nın çok daha aktif desteğinin alınmasını sağlayacaktır.
Kürtlerin bölge genelinde ortak hareket etme eğiliminin güçlenmeye başladığı belirtiliyor. Farklı politik eğilimlere sahip bütün Kürt politik kurumlarının birlikte hareket etme kararı almaları, bölgesel ilişkilerde Kürülerin çok daha güçlü olmalarını ve çok daha fazla ciddiye alınmalarını sağlar.
Bölgedeki gelişmeler Kürtler için önemli avantajlar sağlıyor. Bu avantajın bölgesel bir etkiyi dönüştürülmesi icin yakın bir dönemde Kürt Ulusal Konferansı ve Ulusal Kongresinin toplanacağı belirtiyor ve Mesut Barzani'nin Ulusal Kongre Başkanı olacağına dair iddialar var. Bunun ne kadar gerçekçi olduğunu şimdiden söylemek zor ama aynı zamanda artık bir zorunluluk haline geldiği söylenebilir. Ulusal Konrge, aynı zamanda Irak ve Suriye’deki Kürt Özerk Bölgelerinin birleştirilmesinin ilk adımı olarak değerlendiriliyor.
PKK'nin önümüzdeki bir kaç ay içerisinde Kongreyi toplayarak silahlı mücadeleyi bırakma ve kendini fesh kararını görüşüp sonuçlandıracağı ve bunun için hazırlıkların hızla devam ettiği belirtiliyor. Öcalan'ın Kongreye fiziki veya videolu sistemle katılması konusunda belirli bir ısrarın olduğu belirtilmesine rağmen bunun zorunlu bir şart olmayacağı vurgulanıyor. Kongre'nin güvenli bir biçimde tamamlanması için Ankara'nın da her hangi bir operasyon yapmayacağı konusunda uluslararası güçlere güvence verdiği belirtiliyor. PKK'nin talebi üzerine uluslararası gözlemcilerin de Kongrede bulunacağına dair bir kısım iddialar var. PKK’nin kendini fesh ederek, yeni dönümen ihtiyaçlarına göre silahların olmadığı demokratik mücadele içerisinde uluslararası ve bölgesel ilişkilerde kabul gören yeni bir formatta örgütleneceği belirtiliyor.
PKK'nin Kongre kararından sonra, Ankara'nın da Anayasa değişikliği dahil olmak üzere önemli politik kararlar alacağı ve bu nedenle sürecin tıkanmadığı, kesintisiz devam ettiği vurgulanıyor. Anayasa değişikliği ve politik-stratejik içerikli bazı kanunların çıkartılmasının zaman alacağı dikkate alındığında güven adımlarının tesisi için Kobanı ve Gezi davalarındaki hukuksuzlukların aşılması için somut kararların alınacağı, Öcalan'ın koşullarının iyileştirilesinde hızla pratik adımların atılacağı vurgulanıyor.
Özetle:
1-Ortadoğu'da askeri-politik dengelerin yeniden yapılandırıldığını artık sokaktaki insan da görmeye başladı. ABD, Bölgeye yeniden uçak savaş gemilerini göndermeye başladı. B-2 ve B-52 bombardıman uçaklarının dahil olduğu uçak filolarını bölgede konumlandıracak. Washington İran'a karşı önce kapsamlı bir ekonomik ambargo daha sonra bölgenin tamamını kapsayacak riskli operasyon için karar verebilir.
2- Ortadoğu'nun savaş alanına dönüşmesi özellikle İsrail'in bölgesel stratejisine tam uyumlu olacaktır. Şam'a yönelik yeni saldırı hamleleri gündeme gelmesi sürpriz olmaz.
3- Ankara bu süreci görüyor ve ABD üzerinden SDG ile sorunları hızlı bir şekilde çözmeyi planlıyor. Biliyor ki, SDG, Suriye'nin en donanımlı ve en disiplinli askeri gücüne sahip. SDG ile kim işbirliği yaparsa, dengelerde bir adım önde olur.
4- Dürzileri askeri olarak koruyan İsrail'in SDG ile kurduğu diplomatik-politik ilişkileri askeri düzeye çıkartmak istediği ve her saldırıya karşı koruma güvencesi verdiği konuşuluyor. Ankara bu gelişmenin farkındadır ve bu nedenle SDG ile anlaşmak istiyor. Aksi taktirde İsrail askeri olarak Türkiye'ye komşu olacak.
5- ‘Ankara girdiği yerde çıkmaz’ algısı Tel Aviv için de geçerlidir. İsrail'in uzun erimli stratejisi Fırat havzasına ulaşmaktır. Suriye'de Kürtler üzerinden bunu sağlama olanaklarına sahip olabilir. Böylece vaadedilmiş topraklara ulaştığında bir daha çıkmaz. Ankara’nın bunu iyi görmesi ve hesaplaması gerekir.
6- Ankara, sadece SDG ile değil aynı zamanda PKK ile de bir uzlaşmaya veya anlaşmaya varmalıdır. Zaman hızlı akıyor. Küçük hesaplar yaparak ağırda alırsa, çok geç kalabilir. Burada kimse- kimseyi oyalamamalı ve gerekli ciddiyet karşılıklı göstermelidir.
7- İran'a yönelik hava saldırısı başlarsa, Ankara'yı ciddi sorunlar bekleyeceği bilinmelidir. Bu nedenle Kürt politik güçleriyle, sorunun çözümü için gerekli ciddiyet gösterilmelidir
Ortadoğu daha büyük ve ciddi gelişmelere gebedir. Kim doğru pozisyon alırsa kazanan o olur. Kürtler ve Türkler birlikte kazanabilir mi? Taraflar isterse bu mümkündür.